Öykü (Kırmızı Hat) Şiiri - Yorumlar

Dede Efendi
70

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

20.11.2008

Problemleri -ki son üç gündür kafasına takılmıştı- ile cadde, sokak demeden gece gündüz dolaşıyordu. Her şey on ay önce başlamıştı. O günlerde annesi ülkenin batısından, güney’e onu ziyarete gelmişti. İlerlemiş yaşına rağmen oğlu gibi yalnız yaşıyordu. Kocasın-dan kalma maaş -onun deyimiyle Allah millete devlete zeval vermesin çok şükür yetiyor ve torunlarına vermek için artıyordu bile. Cumhuriyetin ilanından üç yıl sonra doğmuştu. Anado-lu’nun doğuya sınır vilayetlerinden birinde ilkokulu bitirdikten sonra, halası beş kardeş ten birisi olarak okutmak için; onu yanına alıp batıya götürüp, dördüncü çocuğu yapmıştı. Hala-nın kocası Atatürk’ün subaylarından birisiydi. Küçük kız burada okuyor, o günlerin cumhu-riyet ve asker sevgisiyle büyüyordu. Küçük kız ortaokulu bitirmeye çalışırken ikinci Dünya harbi patlamıştı. Batı da yerleşenler harbin ilerlediği yıllarda: Daha güvenli olacağını düşü-nerek, doğu vilayetlerine, akraba yanlarına sığınıyordu. Halası da yeğenini kendi evine gönderip riskten kurtulmak istedi. Ve trenle doğuya, memlekete gittiler. İndiği yerde halasının kaybolan bavulunu ararken, görevli bir memurun dikkatini çekecek ve bir yıl içinde evlene-ceklerdi. Kocasının görevi nedeniyle Anadolu da ki tren istasyonlarını gezerken; dört çocuk sahibi olacaktı. Orta Anadolu’nun batı sınırındaki kocasının vilayetine gelmek on üç senele-rini almıştı.
İlkokula orda başladığını anımsadı. Öğretmeninin hatta başöğretmeninin bile ismini hatırlıyordu. Babası demiryolcu olduğu için tren istasyonundaki lojmanlarda oturuyor ve ilk günler sabaha kadar gürültüden uyuyamıyorlardı. Bu yüzden pek yatılı misafirleri de olmazdı. Kore harbinde: Asker sevkiyatının yolu oradan geçtiği için, camdan seyrederken annesinin heyecanının ona da geçtiğini, askeri okula neden gittiğini ve neden okumayıp kaçtığını,; yıllar sonra bu günlerde anlıyordu. Ana rahminde bile bebek ve annenin ruhsal bütünleşmesini bir yerlerde okumuştu. Bütün hayatı boyunca da; devletlerarası özel, kırmızı telefon hattı gibi; her çocukla annesi arasında gizli bir bağ var olduğuna inanıyordu. Ölüm bu bağı kesiyor, çocuğu desteksiz, korumasız ve güvensiz bırakıyordu. Kaç yaşında olursa olsun bu böyleydi. J.P.Sartre var olmanın sorunları yanında, yok olmanın, var olanların ruh bütünlüğünün ne kadarını eksilttiği üzerinde de, onun gibi düşünmüş mü idi? Eksilenin yerine kimi, nasıl koymalıydı, bütünlüğü tekrar nasıl sağlamalıydı? Bunun cevabı kim de vardı, kim verebilirdi? Kırmızı hattı hatırladı. O günlerde ki ilk askeri devrimden sonra askeri okullar revaçtaydı. Dört çocuğa ancak yeten memur maaşı, yatılı okulları akla getirmiyor değildi. Hele askeri olursa ki annesinin idolü idi. Onu mutlu edebilmek duygusuyla kırmızı hat çalıştı ve askeri okul hayatı başladı. Bir ay yeni dolmuştu ki annesine dönmeyi; söndürülemez bir ateş olarak içinde hissediyor ve dönmeyi düşünüyordu. Gerçi dönmek, üç sene sonra okuldan kaçarak gerçekleşecek ve okul borcu taksitle yedi senede ödenecekti. Daha sonraki yıllarda, kardeş-lerine karşı bir haksızlıkmış gibi buruk bir duygu, vicdanının bir köşesinde yerini alacaktı. Babasıyla ters düşüp, üniversiteyi okumak için evden ayrıldığı yıllar da; kırmızı hattın ağır bastığı yıllar olacaktı. Gizli olarak annesini ziyaret ediyor ve başkente dönüyordu. Babasının nasıl tepki vereceğini kestiremiyordu. Yıllar sonra babasını kaybettiğinde Sekiz sene boyunca her aklına geldiğin de, burnunun direği sızlayıp, gözünden yaş geleceğini söyleyenlere; belki de gülerdi. Ama öyle oldu işte.
Ayaklarının onu kırmızı hattı takiben, mezarlığa getirdiğini fark etti. Bir ibrik su alıp, servilerin arasından geçip, kenarları betonla çevrilmemiş, toprakların kabarıklığından, yeni olduğu belli olan annesinin mezarı önünde durdu. İbrikteki suyu homojen bir şekilde dağıt-maya özen göstererek bitirdi. Kırmızı hattın çalışıp çalışmadığından emin değildi. Ölüm ne demek diye düşündü. Var olmanın karşıtı mıydı? Eğer öyleyse; yok olmak ne demekti. Biz ölenleri düşündüğümüze ve ruhumuzda, imgelemlerimizde yaşattığımıza göre yok olamıyor Sevgisi, düşünceleri ve bütün özellikleriyle beynimizde yaşıyor. Öte yandan yaşadığı halde beyin fonksiyonlarının tamamını kullanamayanlara: Yaşayanlar hiçbir anlam ifade etmiyorsa; onlar için ölüden farkı yok. Benim içinde ölenlerin yaşayanlardan farkı olmamalı. Sevdikle-rimi beynimde hep yaşatmalıyım. Hiçbir zaman onları unutmayacağım. Aslında tam olarak ölümü tarif edemiyoruz. Ölüm unutulmaktır diyenlere nasıl hak vermezsin. Yaşayan ölüler yok mu? Yıllarca ön planda halkın beğenisini kazanıp, daha sonra yanlışlarından ötürü; halkın hafızasından silinip, unutulan yıldızların, yok olması da onların ölümü değil mi? Uzayda yakıtı bitip sönen yıldızların yok olduğu gibi. Aslında ışığı söndüğü için yok olmuyor; sadece gözümüze görünmüyorlar. Uzayda dönmeye devam ediyorlar. Demek ki ölüm yeniden tarif bekliyor. İyi ama böyle düşünmem annemin sıcaklığını, sevgisini geri getirmiyor ki. Fikir mastürbasyonu yapıyorum galiba iyice dağıttım.
Yavaşça kalktı, annesine bir öpücük gönderdikten sonra; mezarlıktan çıkıp bir dolmuşa atladı. Biraz ferahladığını iyiden iyiye hissediyordu. Her zamanki arkadaşlarıyla takıldığı meyhaneyi geçince dolmuştan indi ve meyhaneye doğru yürürken; üç günlük kaybını nasıl anlatmalı diye düşünüyordu. İçeri girerken birbirine karışmış içki ve sigara kokusuyla birlikte, büyük bir tezahüratla karşılandı. Masasına davet edenlerim arasından, sohbetinden hoşlandığı gurubun masasına, dördüncü olarak çöktü. Kırmızı hattı unutmayı yeğleyip kırmızı şarap, salata, köfte ve biraz da meze söyledi. Senelerdir arkadaşlarıyla, yarışlardan bir gün önce burada buluşur, hem neşelenirler hem varsa tiyoları birbirlerine geçerlerdi. İçlerinde at antremanlarını izleyecek kadar işi ileri götürenler vardı. Çarşaf, çarşaf yarış dergileri cep-
lerinde, atların gallopları, siprintleri, önceki yarışları hatta jokeylerin sağlık durumları bile incelenirdi. Şerefe birkaç kadeh yuvarlandıktan sonra, söz asıl mecrasına geldi. Bu seneki gazi koşusunu kim kazanır. Kaç para verir, imparator hangi ata biniyor? Bir, iki bültene göz gezdirdiyse de pek havasında olmadığından, arkadaşlarına siz oynayın ortak olalım dedi. Arkadaşları onun da fikrini bildirmesinin şart olduğunu söyleyince de; ciddi olarak üçüncü defa bir koşu bültenine bakmaya başladı. Bu arada yüksek sesli tiyoların arasından, güven-meye yakın olanlar da göz önüne alınıyordu. Tiyonun büyüğü her zaman meyhaneciden çıkardı. Onun için değilmiydi yarış meraklılarının uğrak yeri olması. Saatler geçiyor içkiler mezeler tazeleniyor, kuponların iskeleti yavaş yavaş belli olmaya başlıyordu. Saat 23 e doğru meyhaneci tiyoyu patlattı. Tiyo pek de sürpriz değildi, zaten o at plase olarak bültenlerde geçiyordu. Hesabı paylaşıp kalktılar. Herkes başka bir yöne gidiyordu. Çakırkeyif olduğunu

Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta