1970 li yıllar Anadolu da bir küçük şehir, kendi halinde insanlar işinde-gücünde. Herkes biri birini iyi-kötü tanır. Anadolu geleneği’dir komşu komşuya yardım eder, derdine ortak olmaya çalışır. Birbirinin kusurlarını, hatalarını hoş görmek adetlerindendir. Şehrin en sesli çarsısı demirciler çarsıdır orada bakır leğen, semaver, kazan, yemek kapları yapılıyor, eskiyen kaplar kalaylanıyor. Ustaların bakıra çekiç vuruşları bile düzenli, ahenkli sesler çıkartır, şehirde yaşayanların bazıları bakırcı ustalarının yaptıkları işleri görmeye özellikle seslerin ahengini dinlemeye gelirlerdi.
Bakırcılar çarsının girişinde bir de çeşme vardır, suyu Akdağ’dan gelir, yazın buz gibi, kışın ise ılık akardı. Çarşının karşısında şehrin ana caddesi iki şeritli biri geliş biri gidiş o caddeyi şehrin içinden geçen otobüsler köylerden gelen minibüslerle beraber faytonlar paylaşırdı.
Yeşilırmak’la bakırcılar çarsısının ortasında bedesten vardır ki asırlık tır. Üç giriş çıkışıyla içerisinde yılların esnafları çeşitli mağaza dükkân işletirlerdi. Bedestendeki esnafların en tanınmışı manifaturacı Memduh hocaydı, Memduh hoca görmüş geçirmiş ağır başlı şehrin saygı duyduğu, esnafın sonsuz güvenini kazanmış emekli öğretmendir. Hoca demelerinin sebebi emekli öğretmen oluşundandır. Memduh hocanın manifatura mağazasına gidip gelmeye başlayan dilenci, çarsı esnafının dikkatini çekmeye başlar. Hatta dilenci bazı günler mağazada oturur yemek yerdi. Memduh hoca dilenciye ayrı bir ilgi gösteriyordu sanki.
Dilenci nereden gelmiştir, kimdir kimse tanımıyor Memduh hocanın mağazasına sık sık gelip gidişi hocanın onunla ilgilenmesi dikkatin çekilmesine neden oldu.
Ama Memduh hoca yanlış bir şey yapmaz vardır bir bildiği diye bedesten esnafından soru bile soran olmadı. Çünkü Memduh hoca şehirde bir ilkokulun yapılmasında çok emek harcamış şehre okul kazandırmış biridir.
İlkokul öğretime açılmış Şehrin çocukları orada öğrenim görmekteydi. Bir okulun açılmasına emek vermek maddi manevi destek olmaktan daha büyük ne sevap olabilirdi ki.
Memduh hoca okulda öğrenimine devam eden yoksul çocukların önlük kumaşlarını yakalıklarını dükkânından verirdi.
Memduh hocanın dükkânına gidip gelen dilenci şehrin tanıdığı hale gelmiş, kaldırımlarda kuru ekmek yemesi lokanta önlerinde verilecek artık yemek beklemesine şehirliler alışmışlardı.
Dilencinin okul bahçesinin karşısında çınar ağacına yaslanıp, teneffüslerdeki oynayan öğrencileri seyretmesi, Yeşilırmağın kenarına oturup ayaklarını suya uzatarak Kral mezarlarına doğru saatlerce bakışı alışıla gelmiş bir görüntü olmuştu. Şehirde yaşayanların canını sıkan tek şey bazen dilencinin paltosunun iç cebinden çıkarıp kimseye göstermemeye çalışarak içki içmesiydi. Ne zaman paltosunun iç cebinden içkisini çıkarıp içse gözlerinden iki damla yaş akardı. Halkın içki içiyor diye, ne ekmek ne de sadaka vermek istemediği zamanlar olurdu ama arada Memduh hoca vardı, çünkü dilenci kötü biri olsa Memduh hoca onu sahiplenmezdi. Zaten dilencinin kimseye bir zararı da görülmemiş duyulmamıştı. Aslında adını da kimse bilmiyordu daha sadece dilenciydi.
Memduh hoca yeni bir işe soyunmuştu önce bedestendeki arkadaşları sonra yavaş yavaş şehirde herkes duymaya başlamıştı. Memduh hoca Amasya’ya bir de cami yaptırmaya başlamıştı. Cami çok büyük çok gösterişli değildi belki ama, çarşı esnafının ibadet ihtiyacını karşılayabilirdi. Bir yılı biraz geçen zaman’da Caminin inşa işi bittiğinde başta bedesten esnafı ve Amasya halkı oradaydı hatta dilencinin de gelmesi bazı kişileri rahatsız ettiğinden Memduh hocaya gidip;
- Bu içki içen dilencinin ne işi var caminin açılışında, demişler. Memduh hoca da
- - Herkesin sevabı da günahı da kendine, kimin imanlı kimin imansız olduğunu Allah bilir, benim için dokunmayın garibe diye rahatsız olanları ikna etmiş.
Açılışı yapılan caminin yan tarafında demir parmaklıklarla kapatılıp çiçeklerle süslenmiş boş bir mezar tüm davetlilerin dikkatini çekmişti.
-Memduh hoca dünyalığını da ahretliğini de şimdiden yaptı, diye Memduh hocanın arkasından biraz dedikodu yapar gibi oldular ya Memduh hocayı da çok sevdiklerinden zamansız yapılan boş mezara da bir anlam veremediler.
Zaten Memduh hoca ölürse (Allah gecinden versin) gerek esnaf arkadaşları gerek’se tüm şehir halkı caminin yanına defin etmeyi düşünürlerdi zaten. Memduh hoca bu kadar sevilirken hayat doluyken ölmeden caminin avlusuna mezar yeri yaptırması biraz anlamsızdı. Üstelik mezar taşına da isim de yazdırmamıştı. Demek ki sadece mezar taşına yazı yazdırma işini dostlarına bırakmıştı. Amasya halkı yapılan caminin büyük sevabın yanında küçük bir ayrıntının üstünde fazla durmadı..
Aradan iki yıl geçmişti Memduh hocada iyice elden-ayaktan düşmüş, yetmiş yaşını geçmişti bu günler biraz fazla durgun görülüyordu günlerden cumaydı saat onbir sıralarında camiden sela veriliyordu, sela’dan sonra yapılan anonsta Memduh hocanın dostu şehrimizde dilencilik yapan Ali UYGUR Hakkın Rahmetine kavuşmuştur. Memduh IRMAK hocamızın özel isteğidir bedesten esnafı ve Amasya halkı cenaze namazına beklenmektedir diye.
Cenaze’ye Şehir ve Bedesten’deki esnaflar pekte gelmek istemezler nihayet ölen bir dilenci, içki içen biridir, amma Memduh hoca özellikle camiden anons verdirdiğine göre katılmak icabet eder diye halk cami avlusunu doldurmuş hatta avluya sığmayan halk caddeye taşmıştır. Cenaze namazı bittiğinde imam musallada yatan meftayı göstererek burada yatan bir dilenci de olsa kimseye bir zararı olmamıştır, kimseyi rahatsız etmemiştir. Bu son yolculuğuna uğurladığımız garibe hakkınızı helal edin diye helallik aldıktan sonra Memduh hocamın da sizlere diyecekleri var diye sözü Memduh hocaya vermiştir.
Memduh hoca;
- Sevgili hemşerilerim, dostlarım, arkadaşlarım size bazı bilmediklerinizi anlatmak zorundayım, beni bir iki dakika dinlemenizi istiyorum diye konuşmasına başlamış.
- Biraz önce cenaze namazını kıldığımız Ali bey şehrimizin Göynücek ilçesine bağlı İkizyaka köyünde doğmuş bir hemşerimizdir. İlkokulu Atatürk ilkokulunda beraber okuduk. Varlıklı bir ailenin çocuğuydu şehrimizden taşındıktan sonra kaderin cilvesi Ali beyle asker ocağında da buluştuk, yani aynı zamanda asker arkadaşımdır. İstanbul’da toptancılık yapardı, askerlikden epey sonra o evlendi hatta düğünlerine bile gittim. Armağan adında dünya iyisi bir eşi, iki de oğlu vardı Mahmut ile Murat adında biri dokuz biri üç yaşındaydı.
Bir kış günü ısınmak için evlerinin alt katına giren iki sokak çocuğu yaktıkları ateşle evi tutuşturmuşlar çıkan yangında iki sokak çocuğuyla birlikte üst katta oturan eşini ve iki oğlunu kaybeden Ali bey girdiği bunalımdan çıkamadı, gittiği doktorlar gördüğü tedaviler çare olamadı. Yeniden iş hayatına dönmek işlerinin başına geçmek aklının ucuna bile gelmedi.
İstanbul’da ki mal varlığını elden çıkaran Ali bey, benim yaptırdığımı sandığınız Uygur ilkokulunun parasal giderini adıma İstanbul’dan gönderirdi. Yani Uygur ilkokulu yaptıran Ali bey dir. Ben sadece harcamaların denetimine ve yapılan işlere yardımcı oldum..
Ben ilkokulun bittiğini çocukların öğrenime başladığını Ali beye bildirdiğimde müjdem biraz teselli olduysa da, Ali beyin acıları omuzlarına ağır geliyordu hayata, yaşama kahretmişti, yaşamaktan usanmıştı o’nun perişan haline, yıllarca İstanbul’da köprü altlarında, parklarda yatmasına gönlüm razı olmadığı için İstanbul’dan ben getirttim burada yanımda kalsın gözümün önünde olsun diye.
O benim kadim dostumdu, dostum hiçbir zaman dilenci değildi, dilenci olmadığından, dilendiği demiyorum, sizlerden topladığı paralarla diyorum, çünkü Ali bey şu an avlusunda bulunduğunuz caminin yapımında lazım olan eksik parasını tamamlamaya çalışıyordu, Şükür ki yaptırdığı okulu da camiyi de dünya gözüyle gördü, Gözleri açık gitmedi.
Avlunun yan tarafında gördüğünüz mezar yerini de ben bu gün için bıraktırdım. Şimdi boş kalan mezar taşına Ali bey’in adını gururla, onurla yazdırabilirim. Sizlerde hemşerinizle gurur duyabilirsiniz, okul yaptırdı ki çocuklarımız okumayı yazmayı öğrensin cahil olmasın, Cami yaptırdı ki inananlar Allah huzuruna çıkmaya yer bulsun gönülleri, imanları, niyetleri sevgiyle inançla dolsun.
Şimdi sizlerden ben’de Ali bey için helallik istiyorum. Cami avlusunda toplanan halkın gözlerinden yaş akmayan kişi kalmamıştı. Bazıları utancından gözyaşlarını saklasa da, hep bir ağızdan ve yürekten, içten, gönülden isteyerek gözyaşları içinde Helal olsun diye adeta haykırdılar.
Ali bey’in ölümünden bir hafta geçmişti ki yine aynı gün Cuma günü Cami’den verilen sela ile tüm Amasya halkı donmuş kalmıştı. Memduh hoca Hakka yürümüştü. Dostlarının ve bedesten esnafının şehir halkının canı gönülden son görevlerini üzgün’de olsa buruk’ta olsa boyunları bükük’te olsa yerine getirecekleri gün çabuk gelmişti.
Memduh hoca’nın naaşı’da dostu Ali UYGUR’ un yanına defnedildi.
İki dost, çok ta ayrı kalmadan yeniden buluşmuşlardı.
Yan yana iki mezarın başuçlarında taşa DÜNYADA VE AHRETTE İKİ KADİM DOST diye yazıldı….
Mustafa KARAMELEK
Kayıt Tarihi : 13.7.2012 12:38:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!