Halı
Kızların yanaklarından buselerle öpüldüğünde hamile kalacaklarını sanıp, öptürmemek için direnç gösterdiği yıllarda ergenliğe adım atmış bir delikanlıydı Ali. Arkadaşlarının ballandıra ballandıra anlattığı öpme eylemlerinin abartıldığını biliyordu, ama anlatacak bir hikâyesi olmadığı için de içten içe kendini yiyip bitiriyordu. Bırakın öpmeyi, bir kızla konuşmaya bile cesareti yoktu Ali’nin. Kendini Cüneyt Arkın’ın mahalle şubesi sanan tipsiz İsmail’in bile kız öpmüşlüğü Ali’nin çileden çıkmasına yetiyordu. Yakışıklı sayılmazdı Ali, ama öyle yüzüne bakılmayacak kadar da çirkin değildi. Hani şöyle saçlarına biraz jöle sürüp dana yalamış gibi parlatsa, abisinin geniş pantolonlarını, ellerini kapatacak kadar uzun kollu ceketlerini giymese, ayakkabılarının çamuruyla sokağa çıkmasa, azcık kendine özen gösterse, işi daha kolay olacaktı ya, ama Ali kendine bakmayı bile bilmiyordu. Beni seven böyle sevsin diye beceriksizliğini örtmeye çalışırdı. Ali’nin aksine İsmail yüzsüzün tekiydi. Gördüğü her kıza laf atar, onun yüzünden Ali de küfür yerdi.
Ali bir gün yine arkadaşlarının abartılı hikâyelerinden sıkılmış, morali bozuk bir halde eve dönüyordu. Kapı komşuları Leyla “Hayırdır Ali? Selam vermeden geçmezdin” diye seslendi. Ali “Pardon abla, dalmışım” diye tebessüm etti. “Hayrola, Selda’yı mı düşünüyorsun” dedi Leyla. Ali’nin gözleri parlamıştı. Selda, Leyla’nın kardeşi idi. Ali Selda’ya hiç yan gözle bakmamıştı. “Nerden çıkardın abla” dedi. “Seni gidi yürek yakan seni” dedi ve kıkırdayarak eve girdi. Ali öylece kalakalmıştı. Şimdi Leyla ablası durup dururken niye Selda dedi ki? Acaba farkında olmadan bir yanlışım mı oldu? Leyla abla da oku atıp yayı saklıyor” diye düşünerek Leyla ablasının kapısını çaldı. “Leyla abla, kafama takıldı, neden öyle dedin” diye sordu başını kapı aralığından uzatan Leyla’ya. O sırada arkada bir ses “Abla kimmiş gelen” Leyla tebessüm ederek, “Gel Selda gel, Ali gelmiş.”, “ Ali miiiii? ” Selda öyle bir Ali demişti ki, Ali kendini Leyla’nın Mecnun’u, Aslı’nın Kerem’i sanmıştı o an. Biraz utangaç bir tavırla Leyla’dan boşalan kapı aralığından başını çıkardı Selda. “Hoş geldin Ali” dedi. Ali’nin tüm yağları erimişti. O kadar yakındı ki Selda, dudaklarını büzüştürse yanağına değecekti. “Hoş buldum” dedi titrek sesiyle. “Hiç beni gördüğün yok Ali” dedi Selda. Sitem yüklemişti cümlesine. Ali “evden çıktığın yok ki göreyim” dedi. “Evden çıkmamı sağlayacak biri olsa çıkarım elbet, en azından pencereye” cevabı geldi Selda’dan. Ali heyecandan kekelemeye başladı. “Şeyyyyy” diyebildi sadece. Selda bir şey hissettirmiş, Ali ise çok şey hissetmişti. Birden aklına arkadaşlarının abartılı hikâyeleri geldi. “Gel kulağına bir şey diyeceğim” dedi Selda kulağını yaklaştırınca Ali yanağına buseyi kondurup kaçtı.
Ali mutluydu. Harika hissediyordu kendini. Islığıyla çalmadığı şarkı kalmadı uzunca süre. Arkadaşlarının abartılı hikâyeleri artık etkilemiyordu Ali’yi. Leyla ablasına teşekkür ediyordu sürekli. Nerde görse, ne zaman görse mutlaka hal hatır sorar, sohbetini uzun tutmaya çalışırdı. Belki Selda’dan söz eder diye. Leyla ablası da Ali’yi düş kırıklığına uğratmazdı. Ayrılırken “Selda’ya iletmek istediğin bir not var mı Ali “ diyerek Ali’nin Selda’ya bir şeyler söylemesine davetiye çıkarırdı. Selda’nın da evden dışarı çıkma nedeni vardı artık. Bazen Ali’nin geliş saatine yakın kapı önünü süpürmek, bazen pencere silmek bahanesiyle dışarı çıkardı. Sözsüz anlaşırlardı. Arada bir Leyla postacılık yapar, Ali’nin küçük mektuplarını Selda’ya, Selda’nın cevabını Ali’ye ulaştırırdı.
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta