HAKLILAR HEP KAZANIR
Bundan yarım asır önce otobüsler daha trenlerin yerini almamıştı. Trenle seyahatin rahatlık
ve görsel açıdan hiçbir devirde yerini alamayacak zannedersem. O gün ben yine öbür şehre işime gitmek için trene binmiş ve koridorun penceresini açmış istasyondaki heyecanlı kala-balığı seyrediyordum. Tren istasyonları ve trenler de canlılar gibi bir heyecanla hareketle-nirler, tren hareket edip, gözden kaybolunca canlı belirtisine pek rastlanmaz ve istasyonlar ölür. Elbette iç organları çalışmaya devam eder ama biz göremeyiz. Memurlar, (eskiden tabi) telgraflarla öbür istasyonlara trenin kaçta kalktığını, kaç yolcusu olduğunu, kaç boş yer oldu-ğunu bildirirler, gelen telgrafları (tabi mors alfabesiyle) hareket memurlarına, gar memur-larına bildirirler. En basitinden görünmeyen yüzlerce işçi ve memur, yirmi dört saat nöbetleşe, yolların ve yolcuların emniyeti için çalışır. Tren istasyona girince herkese bir canlık gelir, istasyonda canlılık başlar. Trenle birlikte onun da canı gider sanki… Şu anda istasyonda birazdan sönecek bir hareket bir canlılık var.
V Valizleriyle acele acele, sonradan oturacak yerlerini bulmak için, bir yandan elindeki biletle hem koşturup hem vagon numaralarına bakıp, gözleriyle binecekleri vagonu arayan, arada bir geride kalan çoluk çocuğun kendisini kaybetmemeleri için, yakından takip edip, etmemelerini kontrol eden aile reisleri, bir yandan valizleriyle trenden inmeye çalışan, yolculuğu bitenlerin, acele etmelerinin kargaşasına eklenen, bir de yolcu etmeye gelenlerin kalabalığı, istasyonu tam bir panayır yerine çevirmişti. Bütün bunlara ek olarak ellerindeki uzun saplı çekiçleriyle, kontrol için demir tekerleklere vurarak bütün treni baştan, başa kat edip, görevlerini yapan revizörlük işçileri; kararmış gres yağına bulaşmış yüzlerini tamamlayan, yıkanmaktan açılmış mavi renk üzerine, siyahın tonlarına boyanmış kep ve tulumları ile panayırdaki çadır tiyatrolarına müşteri toplayan cazgırları anımsatıyordu. İnen yolcuların çoğu kendilerini karşılamaya gelenlerle sarmaş dolaş olmuştu. Sıcak salep ve simit satıcıları aşağı doğru giderken, ekmek-peynir-üzüm satıcıları da yukarı doğru çıkıyordu. Trenin içinde kontrol memurlarına görünmeden dolaşan, köfte ekmek ya da pişmaniye satıcıları; birbirinin peşi sıra geçiyorlardı. Tren hareket ettikten sonra kollarına astıkları camekânlı ve cam kapaklı küçük sandıkları ile ve önüne gelene (özel iğneli) enjektörüyle hacıyağı püskürten, seyyar parfüm satıcıları da, (iki veya üç istasyon sonrasına gidiş-dönüş bilet alıp, bir sonraki trenle tekrar şehre dönen) trendeki son vagonda yerlerini almışlardı. Böylece kondüktörlerle karşılaşmadan, onların bir vagon arkasından giderek satışlarını yapıyorlardı.
Tren durduktan on dakika sonra istasyonda geçirmeye gelenler, seyyar satıcılar ve
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.