Dede Efendi - Öykü (Geçmiş zaman olur ki ...

Dede Efendi
70

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

“Bölük rahat! On dakika istirahat molası…”
“Sağ ol…” Bütün bölük bir ağızdan bağırdıktan sonra; denize düşen yılana sarılır misali: Bir elimizle cebimizden kahrolası sigara paketini çıkarırken, öbür elimizle de bir saattir güneş altında, pişen kellelere benzeyen başımızı havalandırmak için, keplerimizi çıkarıp; zaten birkaç tane olan, ağaç altlarını kapma telaşı içinde acele ediyorduk. Sigarayı şimdiye kadar ağzına koymayanlar bile: Nasıl olsa beleş diye asker sigarası tüttürüyorlardı. Onlar da içi boş ya da gevşek sarılı olduğundan iki veya üç nefes çekiminde bitiyordu. Ağaca yaslanıp, terini beyaz bir mendille sildikten sonra; sigarasından derin bir nefes çekip, dumanını burnundan üfledi. Ağaç altlarından fabrika bacası gibi dumanlar tütüyordu. Onun oturduğu ağaç altı da duman altı olmuştu ve dikkatli bakmayınca seçimi zor oluyordu. Askerde herkes birbirine benziyordu zaten… Baş traşları ve giydikleri elbisenin aynı olması, dikkatli bakmadıkça; ayırt etme güçlüğü çıkarıyordu. Gözleri yüksek dağlarda takılı kalmış, iki kaşı memnuniyetsizliğini ifade edercesine birbirine yaklaşmıştı. Sanki buraları tanıyor gibiydi. Ne eğitim yeri, ne yatakhaneler, ne yemekhaneler, ne alayın etrafındaki çitler, nöbetçiler, uzağındaki dağlar,
Ve ne de emir almak; onu hiç şaşırtmışa benzemiyordu. Emir tekrarı yaparken hiç birimizin sesi duyulmazken o ramazan davulu gibi patlıyordu. Tüfeği bir çocuğu sever gibi seviyor, bir çocuğun düşmesin diye elinden tutar gibi sıkı; ama incinirmiş gibi narin tutuyordu. Daha bir haftalık asker olduğumuz halde; geleli kaç gün, kaç saat, kaç dakika olduğunu ve ne kadar gün ve saat kaldığını, hesap edenlerle dalga geçer “Sizin askerliğiniz bitmez” derdi. Koğuşta bitişik ranzalarda yatmak, diğerlerine nazaran biraz olsun bana, samimi olabilme avantajı sağlamıştı ve ben de bu avantajdan sonuna kadar faydalanmaya kararlıydım.

Bir ay içinde oldukça samimiyeti ilerletmiştim. Aramızda sözle anlatılamayacak ciddi bir sıcaklık doğmuştu. O sormayınca ben konuşmuyordum. O da anlatmak istedikçe anlatıyordu. Birbirimizin sınırlarını örtülü bir saygıyla koruyorduk. Hiçbir şey için birbirimizi zorlamayacağımız anlaşılınca; birbirimize karşı duyduğumuz güven hissi arttıkça, aramızdaki mesafe de gittikçe yakınlaşmıştı. Akşamları ranzasında uzun oturup Sigarasından derin bir nefes çektikten sonra dumanı dışarı üflerken çıkardığı püf sesi sanki diyalogun başlaması için yaptığı bir çağrı gibiydi. Bölük çavuşlarının gözü onun üzerindeydi. Yaşına saygı duymala-rına karşın sanki bir yanlışını kolluyor gibiydiler. Onlar göstermeden, rahatlıkla her şeyi yapması çavuşlara karşı gizli bir üstünlük sağlamıştı bölükte. Sözle ifade edilmeyen ama gözlerden okunan bir üstünlük. Çavuşlar da bölüğe karşı bu gizli üstünlüğü yok etmek zorunda hissediyorlardı kendilerini. Devre kaybı olarak kimi üniversiteden kendisi ayrılmış, kimi devrin ara dönem hükümeti tarafından eğitimine son verdirilmiş yetmiş sekiz kişiydik.
O beş yaş kadar bizden büyüktü. Yastığını başucundaki duvara yaslayıp sırtını dayadıktan sonra; haki çoraplı ayaklarını kaldırıp, dizden bükülmüş olarak yatağın üzerine koydu. Göğüs cebinden çıkardığı sigarasını, sağ pantolon cebinden çıkardığı çakmağı çakarak yaktı. Dumanı üflerken başını da duvardaki yastığa dayamak için kendini duvara doğru geri çekti. Sessizliği:
Yağmurdan önceki havanın ağır sessizliğini anımsatıyordu. Gözleri, üflediği dumanın içine takılı, alçak sesle anlatmaya başladı:

Tamamını Oku