Öy kü - Araba Sevdası Şiiri - Dede Efendi

Dede Efendi
70

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Öy kü - Araba Sevdası

Karımla Üniversitede tanışmıştık. Aslında okulun en havalı kızlarındandı. Ben o sıralarda kız arkadaşı olmayan kendini derslerine vermiş, en
kısa yoldan okulu bitirmek mecburiyetindeydim. Orta halli, dört çocuklu bir memur
ailesinin üçüncü çocuğuydum. Ailemin ne özverilerle beni okuttuğunu biliyordum.
Bu nedenle kızlarla harcayacak bir liram bile olmadığından, eğlencelerden ister iste-
mez uzak duruyordum. Bir gece evden aldığım bir telefonda babamı kaybettiğimiz ve
metin olup; ona yakışır bir evlat olarak okulu bitirmemin onun ruhunu mutlu edeceği,
anlatan acı bir görüşme yaptım. Acım çok büyüktü, sanki içimden bir şeyler kopmuştu.
Sanki değil kopmuştu. Orhan Veli’nin dediği gibi tarifsiz kederler içindeydim. Bir süre yalnız kalmak için, okulun deniz tarafındaki bahçesine gittim. Oradaki boş bankların
birine oturup ağlamak istiyordum. Karanlığa gözüm alışınca yanımda ki bankta bir kızın için için ağladığını hissettim. İyi mi? Kötü mü? Tesadüfe bakın ki; o da babasını
o gün kaybetmiş. Birbirimizi teselli etmekle başlayan arkadaşlığımız, gel zaman git zaman büyük bir aşka dönüştü. Okul bitip ben askerden gelince evlendik.
Memlekette ki ekonomik kriz iş bulmamızı belli bir süre erteledi. Birimiz çalışıyor ikimize birden bakıyordu. Bulduğumuz işler de sürekli olmuyordu.
Ev eşyalarımızı tamamlayamamıştık ama bu bizi hiç üzmüyordu. Bütün ülke bu durumdaydı ve biz birbirimizi çok seviyorduk. Bir de kazandığımız paranın çoğu ev ki-
rası ile yol parsına gittiği için çorba ve makarnayla yaşar olmuştuk. Çocuk yapmayı aklımızdan bile geçirmiyorduk. Durumu bilen annelerimiz de torun isteriz diye tuttur-
muyorlardı. Kriz hafifleyince ikimiz de sürekli bir iş bulduk. İşyerlerimize evimizden sabah altıda çıkmak üzere, iki vasıta değiştirerek gidebiliyorduk. Para biriktirip araba almaya karar verdik. Yoksa aldığımız paraları ev sahibiyle, ulaşım vasıtalarına gidecekti. Bunun için fazla mesaiye kalıyorduk. Akşamları yorgun argın, aç biilaç
geç saatlerde evde oluyorduk. Yemekleri daha doğrusu makarna ve çorbayı beraber
yapıyorduk. Bulaşıkları beraber yıkayıp kuruluyorduk. Sabaha giyecek bir şeyi akşam-dan yıkıyor, sabahleyin biraz saç kurutma makinesiyle, kalanını ütüyle hallediyorduk.
Geç gelip erken gittiğimiz için uykumuz pahasına televizyon seyretmiyorduk. Nerdeyse
Dünyadan kopuk yaşıyorduk. Ne gelenimiz oluyordu ne de biz gidebiliyorduk. Bazen de kendimizi sorguluyorduk. Yaşam bu muydu? Evle iş arasında bir koşturmaca mı idi?
Bunun için mi okumuştuk? İnsanları diğer canlılardan ayıran neydi o zaman? İnsan kendisi için bir şeyler yapamayacak mıydı? İnsani zevklere sahip olamayacak mıydı?
İsyan ediyorduk bu hayata ama değiştirecek bir olanağımız olmadığı için orda bırakıyor duk.
Bu hızla beş sene çalıştıktan sonra elden düşme bir araba sahibi olduk. Kayın-biraderin tanıdığı bir oto komisyoncusu paramıza uygun, az benzin yakan tiplerden,
lüks olmayan şu aile arabalarından bir tane ayarladı. Vergisi, ruhsatı, komisyonu derken
elde avuçta bir şey kalmadı. Çocuklar gibi seviniyorduk, beş senelik emeğimizin karşılı-
ğını almıştık. Eve gelince birbirimize sarılıp önce şapur şupur öpüştük sonra katılırcasına gülmeye başladık, sinirlerimiz bozulmuştu. İki tahsilli memur yemiyor içmiyor ve beş senede elden düşme bir araba sahibi oluyor ve buna seviniyor. Bana kalırsa kendimize, acınacak halimize gülüyorduk. Bu araba için çocuk yapmayı bile ertelemiştik. Eş dost
hısım akraba hayırlı olsun telefonları ediyordu. Dairde ki hem benim hem hanımın arkadaşları bize gıpta ile bakıyorlardı. San ki biraz havamız artmıştı onlara karşı. Bu da
ne yalan söyleyeyim bizim de hoşumuza gidiyordu. Ayrıca bir saat daha fazla uyuya biliyorduk. Hem dolmuş kuyruklarından hem tıka basa gitmekten kurtulmuştuk. Mahalle
kasabında ve bakkalında da veresiye kredimiz artmıştı. Arabayla bazen deniz kenarına gidiyor balık tutanlara bakıyor, gözlerimizi ve ruhumuzu engin denizde dinlendiriyorduk.
Gün geçtikçe arabasız yaşayamayacağımızı anladık. İnsanoğlu rahata ne çabuk ve ne kolay alışabiliyor hayret. Şimdi sıfır arabanın bize yakışacağını düşünür olmuştuk. İkimizde bu beş sene içinde terfi etmiştik ve hem ücretimizde hem pozisyonumuzda artma olmuştu. Şimdi artık akşamları biraz televizyon seyredebiliyor ve akşam yemeklerinde sebze, salata bazen tavuk bile yiyebiliyorduk. Unuttuğumuz bir şey vardı. Çocuk. Aklımızdan çıkmıştı. Varsa yoksa yeni araba diyorduk. Ayda bir beraberce sinemaya gidiyor ve en büyük lüksümüzü yaşıyorduk. İşimizde de yükselmek için büyük bir hırs ve azimle çalışıyorduk. Para kadar belki ondan da fazla insanı mutlu eden şey
işinde başarılı olmak. Gerçi iş arkadaşların destekliyor gibi görünerek, başarısız olman için ellerinden geleni yaparlar ama bu bir mukavemet yarış, ipi dayanan göğüsler.
Annemin cenazesine nerdeyse sevindim desem yalan olmaz. O bu (kendi sözü) çileli dünyayı bize bırakıp giderken; biz de eş, dost, arkadaş ve hısım, akrabayı görmüş olduk. Bir birimizi ne çok özlemişiz burada belli oldu. Mezarlığa kadar, hatta mezarlıkta bile konuşarak hasret giderdik. Hoca ara sıra yüzümüze manalı bakmasa sesimizi kesme-yecektik. Anacığım toprağın bol olsun deyip ibrikle sulayıp brde hanımla beraber bir Fatiha okuduktan sonra, kaynanayla kayın biraderi arabaya atıp yallah eve. Kayın valide “başı sağ olsun evlat Allah geride kalanlara sağlık versin” Dedi. Ben de “Sen sağ ol anne” dedim. (ama geride sen varsın diye de düşündüm.) Karım başımı okşadı ve yanağımdan öptü. Bu da onun baş sağlığı dilemeseydi. Birden içimde büyük bir boşluk hissettim ve dayanılmaz bir yalnızlık duygusu kapladı ruhumu. Gözlerim dolu dolu olmuştu. Ağlamak geliyordu içimden ve hiçbir şey söyleyemeden kalktım. Yalnız kalma ihtiyacı içinde yatak odama girdim ve kapıyı kapattım, Kendimi elbiselerle yatağa atıp doya doya ağladım. Uyandığımda hava kararmıştı. İçeri gittim karım anlayışlı, sevecen bakışlarıyla beni karşıladı. Sofrayı hazırlamıştı ama misafirler kendi evlerine gitmişti.
Niçin gittiler diye sormak içimden gelmedi, bir müddet daha yalnız kalmaya ihtiyacım
vardı demek ki.
Günler koşturma içinde geçiyordu. Eski hayatımıza dönmüştük. Sabah yedide arabamıza atlıyor, karımı bıraktıktan sonra tam ters yöndeki işime gidiyordum. Akşamları
karım iş yerinde yarım saat kadar beni bekliyordu. Gece bekçileriyle de samimi olmuş-tum. Gerçi karım onların da amiri pozisyonundaydı ama ben insanlarla samimi ilişkiler
kurmayı çok severim. Ben de işyerimde müdür yardımcısı olmayı başarmıştım. İkimizde
işlerimizde yedinci seneyi dolduruyorduk ve bu yere gelebilmek için olanca gücümüz ve hırsımızla çalışmıştık. Bu sefer fabrikadan birisi arabaya alıcı oldu. Biriktirdiklerimizi de
üstüne koyunca son model arabalardan birini alabildik. Ha söylemeyi unuttum bu sene karım ehliyet aldı. Arabayı onun kullanmasını söyledim ama iş saatlerinde trafik yoğun olacağı için şimdilik hafta sonları veya geceleri kullanmayı yeğleyeceğini söyledi. Gelirimiz gittikçe artıyor ve buna paralel olarak bizim de mülkiyet hırsımız artıyordu.
Ne kadar çalışırsak çalışalım ev alacak parayı biriktiremeyeceğimiz için gözümüzü
lüks ve pahalı eşyalara çevirdik. Evvela perdelerle oturma odası takımlarını değiştirdik.
Altı ay sonra halıları, bir altı ay sonra büyük ekran televizyon aldık. Her altı ayda yeni bir
şeyler alıyorduk. Kristal avizeler, gümüş vazo takımları, şekerlikler, aplikler, ziynet eşyaları altın bilezikler, inci gerdanlıklar, pırlanta yüzükler. Ev alamasak da yirmi sene içinde küçük bir servet yapmıştık. Arabayı da değiştirdik. Son model klimalı çok lüks
Bir araba aldık. Karım ona çocuğu gibi bakıyordu ve onu çok seviyordu. Çocuk yap-madığımız için, belki de onu çocuğu yerine koyuyordu. Her gün yıkıyor, hava, benzin filtrelerini kontrol ediyor, yağına bakıyor, üşenmeden içini yıkıyor, koltukları siliyordu.
Karıma her ne kadar tıbbın ilerlediğini her yaşta anne olmanın, artık hayalden öte bir şey
olduğunu söylesem de, şiddetle itiraz ediyor, bu yaştan sonra hem iş hem çocuk yapama-yacağını söylüyordu.
Aslında herkesin bildiği gibi: Erkekler, kadınlardan daha fazla istekli olurlar çocuk için. Nasıl olsa bütün yükü kadınlar çekiyor, erkekler zahmeti bırakın zevk bile alıyor diye hiç değil. Yuvayı şenlendiren çocuk değil mi? Evlilikleri yıkılmaktan kurtaran çocuk değil mi? Gerçi bu durum bize has batıda böyle bir düşünce yok. Sevgisiz bir ortamda çocuk büyütmektense, devlet yaptığı ve uyguladığı kanunlarla çözüm getir-miş. Ben de çok istiyorum ama bu işin çıkmaza girmesinde benim de payım az değil. Bu
Yüzden her dediğine sen bilirsin hayatım demekten başka çıkar yolu yok. Ama aklım hep ona kayıyor. Hani diş çektirince, dil devamlı o boşluğa gider ya. Ta ki dil acımaya başlayıncaya kadar. Ben de arabayı değil hep çocuk düşünüyorum.
Bir gün aniden arabanın önüne küçük bir çocuk atladı. Hanımın frene basmasıyla direksiyonu sola kıvırması bir oldu. Çocuk kurtulmuştu ama hanım şok geçirdi. Neden sonra çocuğu kucağına alıp sevince ve ona bir şey olmadığını görünce kendine geldi. Çocuğu öyle sevip okşuyordu ki; annesi sanırdınız. O gün onun da içten içe istediğini ama bu arzuyu nedense bilinçaltına gömdüğünü hissettim. Günler eskisi
gibi işle ev ve araba arasında geçiyordu. Küçük bir değişiklik hariç. Artık kucağımız oyuncak veya çikolata dolu olarak, haftada bir gün kimsesiz çocukları ziyaret ediyorduk.
Günler böyle geçerken, bir sabah kalktık ki; arabamız çalınmış. Hemen tanıdıklar vasıta-sıyla emniyeti seferber ettik. Bir haftada bulunacağına kesin gözüyle bakılan arabamız-dan, bir ay geçmesine rağmen en ufak bir ipucu bile bulunamamıştı. Şirketlerimizin emrimize tahsis ettiği, şoförlerin kullandığı arabalarla gidip-geliyorduk. Karım çocuğunu
kaybetmiş bir ana kadar üzgündü. Arabanın yerini doldurmak için, kimsesiz çocuklara
yaptığımız ziyareti haftada ikiye çıkarttık, ama bu bile hanımı tam doyurmuyordu.

Müzik setindeki parçalar sanki bizi yirmi sene öncesine alıp götürüyor-du. Dördüncü kadehimizi de mutluluk ve aşk için kaldırdık. Başımız dönüyor ve birbiri-mize sarılı dans ediyorduk. Evlilik yıl dönümümüzü evde baş başa kutlamak gelmişti içimizden nedense, o güne kadar arkadaşlarla hep dışarıda kutlamıştık. Salonun loş ışıkları altında çakırkeyif dans ederken, ayaklarımız bizi yatak odasına sürüklemişti. Sabah uyandığımızda ikimiz de mutluyduk.
Dokuz ay kadar sonra idi. Çocuk doğum hastanesi koridorlarında, bir aşağı bir yukarı dolaşırken, heyecandan içim içimi yiyordu ve bir yandan da; arabamızı çalanları bulsam affettiğim gibi, üstüne ikramiye vermeyi bile düşünüyordum.

Dede Efendi
Kayıt Tarihi : 30.4.2010 19:11:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Dede Efendi