Bir ihtilal yılında doğdu.
Yoksullukla geçen çocukluk yıllarında düş kurmayı öğrendi.
Gençliğinde düşlerinin peşine düştü.
İlk öpüşün coşkusunu tattığında; çağlalık dönemi bitmiş, kart bademlik dönemi çoktan başlamıştı.
Yalancı baharlara aldandı.
Esrik bir ruhla sevimli bir palyaço gibi dolaştı şehrin en kalabalık caddelerinde. Kırmızı ışıkta geçti.
İnsanları sızlayan yerinden sevmeye çaba gösterdi.
Kendi rönasansını hayata geçirmeye karar verdiğinde;
yıllarını boynuna dolanan insafsız bir kemendin düğümünü çözmekle geçirdi.
Mezarını arayan ölüler arasında yaptığı uzun yolculuktan sıkılıp, fikir bahçesinin anahtarıyla açtığı, edebiyatın kapılarına adım attığından beri de; yazının ve şiirin kırgın yolcusu.
Bu yolculuk yaklaştıkça uzaklaşan, vardıkça uzayan bir mezraya.
Kirli sularını içti dünyanın.
Terse düştü, sakata geldi, ayarı kaçırdı, yolsuz, mutsuz, huzursuz hallere savruldu.
Aşka, insana ve devrime inandı; kaybetti.
Bir sazın telinde, bir çocuğun gözyaşlarında boğuldu.
Bir gülümsemeye, tatlı bir söze boynu bükük kaldı.
Nice insan yüreğini, hiç öpülmemiş çocuk mezarlarını dolaştı.
Misket oynayan çocukları öldürmek için, misket bombaları yapan aptal insanların, bu kadar akıllı bombalar yapabilmelerine şaştı kaldı.
Kırk yaşında; insan hakları bildirgesini okudu.
Kırk birinde; kuantum kuramını öğrendi.
Kırk ikisinde; boyundan büyük şiirler yazdı.
Şiirle geçirdiği saatler kısa, şiirden uzak geçirdiği dakikalar uzun geldi.
Şiir yazarken çektiği acılarla olgunlaştı.
Kırk üçünde; basitliğin gücünü keşfetti.
Kırk dördünde; geçmişinden pişmanlık duymamayı öğrendi, geçmişini bir 'öğretmen' olarak kabul etti.
Kırk beşinde; varlığının bir nokta bile etmediğini anladığı bu evrende kendi sorularına kendi cevaplarını verdi.
Henüz cevaplayamadığı tek bir soru var aklında; insan kendini yaksa ısınır mı?
'Kayıp Kent' isimli şiirini okuyan bir psikiyatr 'anti depresan' almasını önerdi.
Bir martı çığlığıyla denize düşürdüğü yüreğini balıklar yedi.
İşte o gün not defterine düşürdüğü dizeler şöyleydi;
“duygu denizinde bir balıkçıyım ben
kah lezzetli balıklar yakalarım
kah boş döner teknem
gözlerim kapalı olsa da bilirim renkleri
bir tuvale yamanmış dünyalar gibi
dalgaların dansını yaparken yüreğim
saman yolu olur, umuda, sevdaya şiirler yazarım
yeşerecek bir sarı zaman şehrinden”
Ve şimdi kırk altısında.
Çocukluğunda tarhana çorbası ile yapılan kahvaltıları özlüyor.
En büyük hayali; sallanan bir koltukta, denizin karşısında dalıp gideceği günler.
Zamanın ilerisinde bir yerde tüm düş gezginlerini, düş dünyasının konukları arasında görmek istiyor.
'Üç tane kırk altı' çıkaracağını söylüyor bu yaşamdan.
Heybedeki yükü ağır; içine süzüldüğü derin sulardan sudan sebeplerle çıkartılmanın öfkesini taşıyor, bir de adının ağırlığını.
Hâlâ türküler söylüyor eskilerden kalma.
Hâlâ yıldızları sayıyor yaz gecelerinde.
Hâlâ vaktinden önce açıyor yapraklarını.
Hepsinden önemlisi; hâlâ bir umudu yeşil.
h/ç
Hüseyin ÇeliktenKayıt Tarihi : 21.12.2007 04:01:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Düzene başkaldırmak çoğunluğa göre hastalıktır. Ama gerçeğe göre olması gerekendir.
Güzel ve içten bilgiler içeren çalışmanızı kutlarım.
TÜM YORUMLAR (1)