Öteki Boşluk Şiiri - Habibe Merih Atalay

Habibe Merih Atalay
496

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

Öteki Boşluk

..kim bu oteki boşluk denilen mefhum..

Ben de rüyam da kendimi gördüm.

Kalabalıktı.
Bir salon dolusu insanın arasından sıyrılıp
Sıyırıp önce yüzlerdeki hastalıklı maskları
Yöneldim sonrasında fuayesinden sahnesine
Halı kaplı, geniş paspaslar döşeli
O dik merdivenleri..
Merdivenleri
Merdi
Ven
Den
Çıktım ve de indim
İndim
İn-dim
Adım adım
Adımladım

İndirip peygamberane heybemdeki
İnsanlığın toplar damarlarını..
Silkinip heyt be!
"İnsan," dedim uyanır uyanmaz,
"Yaşamın her dokusunu.. lifini..
Sanat'a, Sanatına içkinleştirebilir mi? "

Sahneye nasıl çıktığımı iyi anımsıyorum,
Çünkü yeni..
Henüz uyandım,
Rüyasından.

Gözlüğümü takınıyorum hemen..
Defterimi aralayıp,
Sarılıyorum neşter kaleme..
Bu da düşümün bir parçası gibi..
Şimdi,
Şu anımsayışlarım..

"Her gece,
Hiç üşenmeden düşünmeden
Başucuma taşıdığım KDKK lar
(kitap defter kalem kutusu) üçlemesinin
Nedenleri varmış demek"
"Bir nedeni de buymuş demek" diyerek
"Uyanır uyanmaz not edebilmek için rüya görüntülerini"
-ama gözlerim açılmıyor öte yandan-
.. Kuru çapaklar kum kum,
Kapağın aralığından sızan başucu lambasının ışığı ile,
O kör ışık bile,
Kör edici barbarlığıyla el-ele
Ele geçirmiş verip veriştiriyor
Kızıllığın bu son vatan
Son batan kıvılcımları yansıyor
Gözlerime gözlerime
Saati göremiyorum
-yatağın karşısında kurulu digitürk saatini bile-
Okuyamıyorum
-ama saat-.. çok önemli..
Çok!

Hemen kalkıp yüzümü yıkamaya seğirtiyorum..
Ayaklarımın ucuna bile basmadan..
Güm güm!
Hah.
Komşu yine benden haberdar olacak..
Olsun varsın.

Tabii bu arada cep telofonunun da şarjı bitmiş-ti-
-dün geceden- fişe koymayı unutmuşum.
Bakıyorum..
Koca bir yağ damlası telefonun üzerinde..
Ooo! yok artık
-rüya uçtu uçacak-
Ben gelene dek!

"Önder!
Alabildin mi telefonunu? "

Önder, İzmir de.
Eski bir -ex- dosta dönüşen -aşk-
En son konuşmamızda,
Android telefonların çok kolay kirlenip
Yağlanacağından bahsetmiş,
Sevemeyeceğini söylemiş,
"Uğraşamam ben onlarla" diye
Posta koymuştu.

Lavaboya koşuyorum.
Bıraktım rüyayı filan,
Geçtim rüyasından..
Ama hala zihnimde parçaları
-başlığı da kör kör atmışım zaten-
Aslında çıkmaz aklımdan
-en az- bir yarım saat kadar hatırlarım.

Sıkıştığımı fark ediyorum yataktan çıkınca
Ama -yine de- dosdoğru mutfakta alıyorum soluğu
-kahve hazırlıyorum-
Bu sıkışıklığın arasına bir de
-kahve keyfi sıkıştırıyorum-
Fırlama aklımla.

Hala gelemeyecek gibiyim rüyama.

Kendimi gördüm ben de rüyamda..
Ah! Nihayet..
Sonunda!

En nihayet,
Son günlerde
'Seni rüyamda gördüm'
Diyenlerin adeti artınca,
Aralarına ben de eklenmek istedim her hal!

Kendimi gördüm rüyamda! Evet!

Oysa..
Y-Han la..
Kucak kucağa..
Sarmaş dolaş..
İki kaşık gibi..
Hani onun tabiriyle..
O?

O.. bir gazeteci..
Köşe yazarı..
Gelmiyor adı hemen aklıma...
(Hıncal) ..
-uyuduğumuzu düşünerek Y-Han'la-
Uykuya dalmıştım.

"Bir gün,
-o gün gelecek mi-"
Diye sormuştum uyur uyanık..
Dalarken.. "ama.. hayır..
Asıl istediğim.. ımmm... bu değil..
Hımm.. değil.." demiştim.

Asıl beklediğim, umut ettiğim
-benim de hala umutlarım var -mış-
Demek ki "bu değil" demiştim..
Yine arkasından "ama ne"..
Eklemiştim.

İşte, bu rüyada
Ortaya dökülen model davranış
Bunu çok açık betimliyor.

Sahneye çıkıyorum.
O uzun..
Upuzun salonun geniş gepgeniş
İnen patika merdivenlerinden
İnerek tıpış tıpış..
Çıkarak adım adım...

Sahneye çıkarken bir el..
Yarı karanlıkta..
Uzanıyor...
Tanrının eli gibi..
O büyük tabloda betimlenen..
O muhteşem gençliğimde hatırladığım
Belediye İş Hanı şimdi -Vakıf- diye bilinen
O çarşı içindeki
-o- parka giden -
O yolu ortasından ikiye ayırmış
Bir arık içinden sular akan
-sağlı sollu palmiyeler dizisi eşliğinde süslenmiş-
İlerleyen yolun başındaki
Artık -Dönerciler Çarşısı- olan
Karşı kaldırımın karşısındaki binanın köşesinde
Antalya'nın -henüz tek yüksek binası şehrimin-
O genç zamanlarımdan -yoksa-
Şimdi daha bir gencim ona kalırsa
-giderek gençleşiyorum-
En yaşlı halimle doğmuşum ben de
-o filmdeki adam gibi-
O Adam?
O Film?
Evet ismi lazım değil..

(Brad Pitt'in canlandırdığı
Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi filmindeki)

.. bunları -geçiyorum- ve geziniyorum..
Binanın tam köşesinde
-aslen- belleğimin duvarlarına boyanmış
O pano -işte- o resim
(Esaret Altındaki Prometheus -1976)
- işte o ressam -
(Orhan Taylan)

..hayır ismi lazım değil..

Bir Cd uzatıyor yarı loşlukta biri - kim?
Lazım değil kimliği - biri işte.

Cd elimde..
İniyorum o patika merdivenleri tıpış tıpış seke seke..
Görevli olduğunu anladığım,
Kocaman bir bilgisayar ekranının ardına sığışmış
Şişmanca adama veriyorum Cd'yi..
-elleri yumuk yumuk onu ayırt ediyorum-

Sahneye adım atamıyorum ama bir türlü
Rüyama giremeyişim gibi bu anlatımda
Her taraftan iplerle kapatılmış
-tellerden bir ağ gibi-
-bir çadır tiyatrosu-
Bağlanmış gibi sanki sahne..

"Ne bu siyah tellerle..
böylesine kuşatılmış bu ortam.."
.."bu sahneye nerden, nasıl çıkılır.."

Şovumu yapmamı bekleyenlerin bakışları karşısında
Kendimi bir şekilde sahneye atacak yolu arıyorum henüz..

Buraya kadar bile gelmiş olmak
Büyük bir emek ve cesaret.
Bundan sonrası en kolay adım.
-ken- bulamıyorum yolunu sahnenin.

İlk sıralardaki seyirci koltuklarının üzerinden
Aşırtırken kendimi..
"Ne çok tıkış tepiş doldurulmuş bu sahne ağzı.."
.. Puff! Bu eşyalar da neyin nesi..! "
Derken hah işte..
Seyircilerin de desteğiyle
-"İşte şuradan şuradan! "-
Bir ağızdan bağrışları
Yön gösterme çabaları eşliğinde
Gözüme çarpıyor nihayet sahne yolu da.

Sahnedeyim işte!
En sonunda!

Hıh -Rüyanda görürsün ancak-

Önümdeki kitleye ne sunacaksam artık..
Bir elimde de bir dosya taşıyorum..
Bir şeyler karalanmış üzerine muhakkak..
Bir şeyler okuyacağım demek.
Bir sunucu -erkek-
O da benle sahneye çıkıyor.
Sahne arkasında,
Beyaz perdede
Bir vizyon akıyor bu arada..
Dosyalar..
Çizimler..
Akış halinde.

Sahnedeyim..
Benim de alnımda ışık..
(Atatürk'ün..
"Sanatçı,
Toplumda uzun çalışma ve uğraşlardan sonra
Alnında ışığı ilk hisseden insandır."
Dediğini hatırlatan
Rüştü Asyalı gibi tıpkı)
Benim de ışık alnımda..

Ve sol yanımda..
Yok artık! dedirten bir Soba kurulu!

Yok artık!
Kocaman borularıyla filan kurulu hem de..
Soba ya.. Soba!
Bildiğimiz eski sobalardan bir Soba!

"Soba! " diyorum..
"Yok artık daha neler! "
"O kadar yani! "
"O denli demek! "

Sobanın üzerindeyse bazı afişlendirmeler var.
Ayırt edemeyeceğim..
Dikkatim iyice dağınık artık.
O kadar yol gelmişim, dağılır elbet!
Elimdeki dosyanın başlığını bile okumakta güçlük çekiyorum..

Bir kadın izleyici peydah oluyor sahne önüne kadar gelmiş..
Dikiliyor karşımda.. sahne ağzında.. soruyor
"Bu hangi gösteri şimdi? "

Ona da gösterimin başlığını okumaya çalışıyorum,
Bir yandan, bazı harfleri yazarken yuttuğumu fark ediyorum.
"Kim Bu Oteki Boşluk Denilen Mefhum? "
- Ö - harfinin noktaları konmamış mesela.
Zar zor okuyorum başlığı..
Ama.. o ne?

Uyanıyorum.
Saat sabahın 5'i.. ya da 5 buçuğu..
Gözlerim kum kum çapak çapak,
Açamıyorum..

Evet.
İnsan, yaşamının her dokusunu,
Her lifini Sanat'a içkinleştirebilir mi?
Sanatına!
Rüyalarını bile?
Dahi! ..

Sanat mı yaşamdır..
Yaşam mı sanat..
Yaşam Sanattır Sanatta Yaşam ama..
Her salisesi mi?
Her göz kırpışı mı?

Göz kapak deklanşörüne her basışımız
Her göz kırpışımız mı?

Her uyanış
Göz kameralarımızın devreye sokuluşu mu?
Her ömür
Bir roman kahramanlığı mı?

Her bir rüya..
Bir nevi..
Şahsına ait bir tür şiir mi?

Olabilir mi?

O zaman,
Sanat'ın bir üst dil oluşturması gerek 'kuralı' ne olacak?

O vakit!
Sanatı yaşamdan yaşamı Sanattan ayıran
O şeffaf görünmez ipeksi bant..
Parlaklığını..
Işıltısını..
Nerede ve nasıl hissettirecek?

Her şey Sanata içkinleştirilebilir mi?
Haa!
Ayırt edilemezse yaşam sanattan
Sanat yaşamdan, ne olur?
Ve ne oluruz?

Bu da ayrı bir mesele.

Bu ikisi arasındaki
Durma noktam olan
Bu defterler arasındaki
Yaşamdan başka bir yaşam
Arzu etmiyorum ben..

Ne gerçek yaşamı,
Ne gerçek Sanat denilen şeyi,

Ben..
Sadece..
Yaşamın yansıması olabilecek gibi olanla,
Sanat olabilecek gibiliğin aralığında duran
Bu -kıpıdaki- aralığı seviyorum.
Bu belli belirsizliği yani..
İşte..
Bunu seviyorum.

Dolayısıyla, kendimin
Yalnız Tanrı'sıyım.

O kendimin Yalnız Tanrısı
Kendimi en baştan yaratıyor..
Bu sayfalar arasında.

Bu nedenle,
Bu defterin her dokusu,
Her lifi sanata içkindir.

Ve burda bu kıpıda yaşayan ben de..
Sanatçılığa içkinim.

Defterler kapandığında..
Göz kapaklarımız kapandığında..
Açılmamacasına..
Sanatçı ve sanatı
-sanatı yaşama biçimi- de
Kapanmış olur.

Uyuyan gözlerimiz açıldığında..
Defterler açıldığında..
Her şey geçmiştir artık..
Geçip gitmiştir.

Ama geçmiş olmasa bugün olmaz.
Bugün olmasa yarın..
Gelecek..
Olmaz.

Gelecek için yine bugün geçmiş gözetim altında.
Geçmişin eksikleri bugün tamamlanıyor..
Dahası tamamlanmaya çalışılıyor..
Ve tamamlanacaklar.

Şimdiye gelecek açısından geçmiş olacak
Birer göz olarak bakacak olursak..
Geleceği nasıl planlıyorsak öyle bulacağız mıdır sorun..
Yoksa.. Bulabilecek miyiz.. midir?
Sorunumuz..

Nasıl bir Başkan benim Başkanım?
Nasıl bir Cumhurbaşkanı benim Cumhurbaşkanım?
Gelecekteki..

Bir fikri, bir ideali olanlardan mıyım?
Sanmıyorum.
Ben..
İzleyici olanlardanım.
Kenarından, köşesinden
İzlemeye bakmaya
Gördüklerine şaşmaya yorumlamaya..
Çabalamaya verilmiş
-tayin edilmiş- lerden.

Yoksa.. çoktan
İdealize ettiğim fikrimin
O ince gülünün -gülüşünün-
İçinde yer almam gerekirdi.

Şimdi neyin içindeyim?

Neyse,
İşte bu da bir gerçekleşmişlik öyleyse.

Ama fikir sahibi ben miyim?

Bilinçli ben değilim.
Bilinçsiz ben olabilirim.
Bilinçsiz benliğimle
Bilincimde olmaksızın
Bilinçli bir karar almış vermiş
Olabilir miyim?
Çaktırmadan!
Kendime!

İnsan,
Kendi bilincinden gizlice
-yine kendi bilincince-
Aldatılmış bir kuşatılmışlık içinde
Kararlar aldırtarak kendine
Etki edebilir mi?

Bilincimi gizliden gizliye mi yönetiyorum yoksa..
Ne?

Bilincimizi gizliden gizliye yönetiyoruz.
Evet.

Açıktan açığa yönetsek, yönetebilsek
Çok daha verimli olabilirdik belki
Ama demek ki bunda da var bir kerametli ketlenme.

Açıktan açığa hayat bu düşüncelerle örülüyor işte...

Kim Bu
Ötekimin Boşluğunda
Sayıklayan Mefhum, peki?

Habibe Merih Atalay
Kayıt Tarihi : 5.3.2014 12:36:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Önde eylem vardır arkasında teori.. önce yaşanır sonra hikayeleşir.. şiirleşir.. en sonunda sanatlaşır.. ‎ 05 ‎ Mart ‎ 2014 ‎ Çarşamba 11:05:39

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Muhlis Şutanrıkulu
    Muhlis Şutanrıkulu

    harika bir paylaşım kutluyorum kaleminizi tam puan ayrıca 8 mart dünya emekçi kadınlar gününüzü kutlar sayğılar sunarım

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Habibe Merih Atalay