Osmanlıca… Son zamanların bir başka gündemi… Şimdi de şu sıralar Osmanlıcanın zorunlu ders olarak okutulup okutulmayacağı konusuyla meşgul olmaya başladık. Bakalım bu tartışmanın sonu nereye varacak?
Tabi bu konu tartışılırken işin içine başka tartışmalar da giriyor ve konu kasıtlı olarak tamamen amacından saptırılıyor. Meselâ deniyor ki “Osmanlıca bir saray dilidir. Halkın konuştuğu dille bir alakası yoktur. Öğretip da ne olacak öğrenenler mezar taşı mı okuyacaklar. ” vs. vs.
Aslında tüm bu tartışmaların dışında başka bir şeyi konuşmakta yarar var gibi geliyor bana. Her şeyden önce bir tespit yapmak gerekiyor. Doğru bir tespit… Osmanlıca bir dil midir? Ya da böyle bir dil var mıdır? Öncelikle bu soruya bir cevap bulmak gerekiyor.
Daha küçük bir uç beyiyken adını Osmanlı İmparatorluğu’na vermiş olan Osman Bey hangi dili konuşuyordu acaba? Anasından konuşmayı öğrendiğinde hangi dili öğrenmişti? Ya da Osman Bey’in mensubu olduğu oba, boy, beylik hangi dille okuyup yazıyor ve konuşuyordu? Evet, bildiniz, Türkçe… Bu kadar basit… Türkçe…
Türkçe daha sonra nasıl Osmanlıcaya dönüştü, ya da dönüştü mü? Şimdi bu soruya bir cevap vermek lazım.
Osmanlı Devleti fetihlerle büyük bir imparatorluğa dönüşürken eşyanın tabiatı gereği çeşitli toplulukları de kendi potası içine dâhil ediyordu. Bu durum ister istemez imparatorluğu çok uluslu, çok dilli bir hale dönüştürüyordu. Ama bu demek değildi ki devletin dili de karman çorman, çok uluslu bir hale geliyordu.
Osmanlı’da çeşitli halklar kendi dilleriyle okuyup yazar ve konuşurdu ama devlet dili Osmanlı’nın ilk gününden son gününe kadar Türkçe’ydi. Alfabesi Arap alfabesi olan Türkçe…
Osmanlıca diye bir dil yoktur. Her ne kadar bünyesinde bulundurduğu toplumların ve ilişki içinde olduğu devletlerin dillerinden kendisine bir şeyler katmış olsa da, Osmanlıca denilen dilin gerçekte adı Türkçe’dir.
Cumhuriyeti kuranların adına harf devrimi dedikleri ucubeyle koskoca bir milleti bir gecede (konuşamaz değil) okuyamaz, yazamaz hale getirmiş olmasının altında yatan asıl sebep Türkçe’yi ortadan kaldırmaya değil, Türk insanının tarihiyle olan ilişkisini ortadan kaldırmaya yöneliktir.
Bu gün “Zorunlu hale getirilsin mi getirilmesin mi,” tartışması yapılan da aslında işin bu tarih yanıdır, dil yanı değil. Nasıl ki yüz yıl öncesinin İngilizcesiyle, Arapçasıyla, Fransızcasıyla bugünküler arasında bir değişim söz konuysa elli yıl, yüz yıl ve daha öncesinde konuşulan Türkçe ile bu günkü Türkçe arasında da o kadar bir değişim vardır. Yani eski - yeni ilişkisi…
Bir kere daha söylemek gerekirse eğer, Osmanlı devleti dil olarak Türkçe’yi kullanmıştır. Bu saptamaya hiç kimsenin itiraz etmesi söz konusu dahi olamaz.
Mademki Osmanlı’nın konuştuğu dil Türkçe’dir o zaman bu ismi değiştirip niçin ısrarla Osmanlıca demeye devam ediyoruz? İlla bir tanımlama gerekiyorsa “Eski Türkçe” demek niçin yeterli olmuyor?
Kaldı ki bu tabir bile yanlıştır. Dilin eskisi de yenisi de olmaz. Türkçe… En doğrusu bu… İlla bir ayırım yapılmak isteniyorsa buna en uygun olanı “Eski Yazıyla Türkçe” demek olur bence.
Niçin Osmanlıca? Osmanlıyı hatırlamak için mi? Ne gerek var? Osmanlıyı hatırlatmak için başka hiçbir şey kalmadı mı?
Dil, adı üzerinde insanların birbiriyle anlaşmak için kullandıkları bir araçtır; en önemli araç… Zamanla günün şartlarına göre yapısal bazda değil ama bazı kelimelerin ortadan kalkması, bazılarının katılması şeklinde bir takım değişikliklere uğrasa da temelde bir değişiklik göstermez. Konuşulmaya konuşulmaya ortadan kalkabilir belki ama dün ne idiyse eğer konuşuluyorsa bugün de odur.
O çok sözü edilen geçmişimizle ilgili tüm bağımızın kopartılması meselesi tamamen dilin kendisi dışında alfabeyle ilgili bir durumdur. Yani bir başka deyişle Alfabenin değişmesiyle sekteye uğratılmış olunan kopukluğun Türkçe’yle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.
İşte bu yüzden tartışma konusu olan şu zorunlu dersin adı yukarıda sıralanan gerekçelerden dolayı Osmanlıca değil de “Eski Yazıyla Türkçe” olmalıdır. Öte yandan bu ders zorunlu olarak okutulmalı mıdır? Bence Hayır… Çünkü Eski Yazıyla Türkçe’nin zorunlu bir ders olarak okutulması, amaçlanmış olunan hedefe varmayı sağlamaz, tam tersine engeller.
Zorunluluklar insanlara her zaman sıkıntı vermiştir. Kendisine pratikte hiçbir faydası olmayacağını düşündüğü bir şeyi insanın öğrenmesinin ne gereği vardır?
Evet, eski yazıyla Türkçe öğretilmelidir ama bunu isteyenlere, heveslilerine, bu konuda ilerlemeyi, uzmanlaşmayı tercih etmiş olanlara… Bu da ilk ve orta öğretimde değil Üniversitelerde olmalıdır ki Üniversitelerin Dil Tarih Coğrafya Fakülteleri zaten bu amaca yönelik öğrenci yetiştirmektedirler.
Eğer geçmişle bugün arasında yeniden bir bağ kurmak ve doğru bir tarih bilinci oluşturmak amacı güdülüyorsa (ki bu çok doğru bir düşüncedir.) O halde yapılacak şey ilk ve orta öğretimdeki tarih müfredatını topyekûn çöpe atıp gerçeklere dayanan yeni bir müfredat oluşturmaktır.
Sil baştan… Bu ülkede bunu yapabilecek kıratta namuslu tarihçiler vardır, o çok zengin arşivlere girip adam gibi bir araştırma yaparak gerçek bir tarih yazabilecek tarihçiler… Yenileri de yetişmektedir.
Buradaki sorun DTC Fakültelerinden mezun olan gençlerin istihdamı sorunudur ki Osmanlı arşivleri bir devlet politikası doğrultusunda bu yetişmiş gençler vasıtasıyla değerlendirilebilir.
Zaman mı? Bizde zamandan bol ne var. Hele bir başlansın sonu mutlaka gelir. Tabi doğru bir adımla…
Kayıt Tarihi : 20.10.2020 16:26:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!