Tımarhanenin en güzel kızıydı Asuman. Simsiyah gözleri galaksinin en güzel gezegeni gibiydi. Onu ilk doktorumun odasına yedinci krizimden sonraki terapime giderken görmüştüm. Hep gülümserdi. Terapi dönüşü yanıma yanaşıp gülerek; "Doktorların bizi iyileştirdiğine inanıyor musun?" diye sormuştu.
Ellerimde ve kollarımdaki kesikleri gösterdim bende. "Bu yaraları iyileştiriyorlar hakkını yememeli." Sonra da elimi kafama dayayıp; "Ama burayı iyileştireceklerine inanmıyorum." demiştim. Sırf Asumanı görmek için hergün kriz numaraları yapıp doktora tedaviye gidiyordum. Doktorum beni umutsuz vaka olarak görse de Asuman benim umudumdu. Bahçeye sigara içmeye çıkmıştım. Hiç unutmam günlerden salı. Saat üç civarı. Asuman gelip yanıma oturdu. Gülümsemesini yüzünden eksik etmezdi. "Buranın bir çıkışı yok mu?" diye sordu. "Var." dedim. "Var ama biraz oyunculuk istiyor buradan çıkmak. Akıllı ayağına yatarsan gidersin Asuman." Ama içimden "Gitme Asuman gitme. Çıkmak için akıllıymış gibi davranma. Ben seni bir kere görebilmek için delirmiş gibi davranırken sen gitme." dedim. "Geçen benim yan odamda yatan bir çocuk vardı. O çıktı ama biliyor musun? Verdikleri antideprasanları içip intihar etti. Çıkmanın bir yoluda ölmek galiba. Ben akıllanmayı beceremem. Ölmeyi becerebileceğime inanıyorum." deyip kalktı yanımdan. Ertesi sabah terapi için doktorun odasına giderken Asumanı gördüm. Bir sedyeye yatırmışlar gözleri mosmor. Ama hala gülüyor. Hemşireye baktım önce. Sonra Asumana... "Asuman öldü." dedi. "Gitme Asuman." dedim. "Gitme ben senin için delirirken sen böyle gitme." dedim. Doktorun odasına aldılar sonra beni. Gözyaşlarım yanaklarımdan ellerime damlıyordu. Ama akan yaş değil kandı sanki. Kafamı kaldırıp doktora baktım. "Doktor. Umutsuz vakanın bir umudu vardı. Onu da sedyede götürdüler. Akıllanmaya umudum yok. Ama ölmeye umudum var. Beni akıllandırma, beni öldür doktor." dedim. Zaten ne Asuman geldi. Ne ben akıllandım. Ne de ölebildim. Anladım ki benim ne umudum var nede cesaretim. Asuman gitti. Ben hala bu tımarhanenin duvarlarından medet umuyorum.
İlk intihar girişimimde tedavi olduğum bir doktor vardı. Adını tam hatırlamıyorum. Ona dair tek hatırladığım şey iri iri cam gibi olan eşek gözleriydi. Zaten gözlerinden başka beni tedavi edebilen hiçbir şey yoktu. Hayır aşık değildim ama nasıl diyeyim gözleri seni kurtaracağım der gibi bakıyordu. Bileklerime atılan sekiz dikişle odasında bir çay ikram etmişti bana. Ben titreyen ellerimle çayımı yudumlarken o önce bileklerime uzun uzun baktıktan sonra cam gibi gözlerini gözlerime dikip anlatmaya başlamıştı. "Sana burada saatlerce anlıyorum demeyeceğim." demişti. Ben gözlerinde kaybolmuş konuştuklarıyla zerre kadar ilgilenmiyordum.
Aklımda kalan tek muhabbetimiz ise şöyleydi. "İntihar etmek kötü bir duygu demi. Herkes sana deli gibi bakarken senin onların yüzünden bileklerini kestiğini kimse bilmedi. Herkes kurtarmak için yanında olmayı değilde hep bir adım uzaklaşmayı seçti. Sana gelip soran olmadı. Milletten duyduklarını neyse ona inanmaya gayret ettiler. En büyük hayalin ne diye sormadılar mesela. Kimsede karşına çıkıp sen intihar ettin ama o jileti eline biz tutuşturtuk demedi. Biz senle geçmişi değil geleceği konuşacağız, hayallerini konuşacağız." dedikten sonra yanıma gelip bileklerimdeki sargıyı açmıştı. Sana tek bir soru soracağım deyip sözlerine devam etmişti. "Daha ne kadar deneyeceksin?" Bileklerimdeki dikişleri gösterip "Sekiz." demiştim. Sonra elimde ki çay bardağını bırakıp çıkmıştım odasından. Sekizinci intihar denemem ise bu olaydan bir sene sonra tam onun odasının önünde gerçekleşmişti. Cebimde gezdirdiğim jileti boynuma vurup bacaklarım titreye titreye odasına girmiştim. "Doktor abla. Ben onun köprücük kemiklerinde ölmek istiyorum." demiştim.
Sonra.. Neyse işte. Hayal kurmak ölmektir zaten.
Gökyüzünün siyahtan maviye boyandığı saatlerde uyandı kadın. Güneşin ışığı içinin karanlığını aydınlatmaya yetmiyordu. Neydi onu bu kadar üzen, bu kadar karamsarlığa sürükleyen. Dün akşam sevgilisiyle yaşadığı o büyük tartışmaydı tek canını sıkan. Saçlarını kısa kestirdiği için kızmıştı kadına. Ama bilmediği şeyler vardı adamın. Bir kadın neden saçlarını keser bilmezdi. Acıdan keserdi kadınlar saçlarını. Sevgisizlikten keserdi ilgisizlikten keserdi. Neyin var diye sorması gerekirken kızmakla yetinmişti sadece. Ama kadın onu o kadar çok seviyordu ki adamın açtığı yaralara bile aşıktı. Yattığı yataktan doğrularak yatağın yanında bulunan masanın üzerindeki sürahiye uzandı. Bir bardak su doldurdu. Bir yandan suyunu içiyor bir yandan da kaldığı odayı süzüyordu. Kendi kadar dağılmıştı odası. "Kendini toparlamak bir oda toparlamak kadar kolay olsa keşke." dedi. Elindeki bardağı masaya bırakıp kalktı yataktan. Dağılmış saçları umurunda olmadan odasından dışarıya açılan balkona doğru ilerledi. Balkonun kapısını açınca dağınık olan saçı daha bir dağılmıştı. Kendi dağınıklığı ile yarışamıyordu hiç bir dağınıklık. Saçlarını elleriyle geriye atmaya çalıştı ama unutmuştu saçlarını kestiğini. Soğuk balkon demirlerine kollarını dayayıp kendi gibi ezilmiş paketinden bir sigara çıkarıp yaktı. Kafasını gökyüzüne kaldırıp sigarasını üfledi. "Kadınlar saçlarını sadece saç kırıklıkları için kesmeli kalp kırıklıkları yüzünden değil. Ve Bir kadın saçlarını kesecek kadar cesaretliyse, adamda bileklerini kesecek kadar cüretkar olmalı." dedi.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!