Allah’a inanıyorsan dua ederken ellerinin hangi şekilde olduğu önemli değildir,
Ve eğer seviyorsan nerede, ne şekilde, nasıl ve kaçıncı kez olduğunun önemli olmaması gibi,
Korkma!
Sev…
Tüm vazgeçmelerimi, tüm korkularımı,
bir arabalı vapurun tahta koltuklarında,
gecenin ışıkları içinde süzülen Yarımada’da,
başını omzuma yasladığın
ve uykuya daldığın o anda,
söyleyecek sözüm yoktu:
Her cemre düştüğünde üşüyorum ben.
Ve her nefes aldığımda içim acıyor artık,
İstanbul dendiğinde aklıma ilk sen geliyorsun o günden beri,
Uykuda gelen ecelsiz bir ölüm gibi tutunuyorum hayata,
Özlemime isyan katamam, küsersin bana…
Ölmek için ise; ölmek,
en mutlu anımda ölmek için;
senin mutluluklarını sakladım cebimde,
sensizce…
Ne zaman?
Diye soruyorsun ya bana;
Ayçiçekleri yüzünü güneşe çevirdiği,
Bıkmadan usanmadan, yanıp kavrulmaktan korkmadığı zaman…
Bırak insanlar sadece bedenini yaralasın,
gerçek sen ruhunda saklısın.
Takvim hep ömrünün kelebek gibi saatlere sıkıştığı o Ağustos’ta kalsın,
beni hep o zamandaki gibi hatırlasın…
İstanbul’un en sessiz sokağı burası,
Susturulmuş;
Tüm haykırışlar hapsedilmiş pencereler ardına,
İstanbul’un en derin sokağı burası,
Ucu bucağı görünmezcesine.
Belki 40,50 adımda tüm yalanlarını yüzüne vuran,
Vazgeçilemez olduğunu anladığımda hazirandı,
rüyalarıma temmuzda gelmeye başladın,
hiç konuşmadın benimle,
azat edilmeyi bekleyen bir saka kuşuyla; bir günlük ömrü olan bir kelebek gibiydi seninle rüyalarım, her an uyanacakmışçasına ürkek,
bir şeyler söyleyecekmişçesine umutlu,
ben en çok sesini özledim,
Hayata yeniden aşık olmak istiyorum,
kuşlara, böceklere, açan çiçeklere,
sabah ayazında ıslanmış ekinlerin arasında yürümek,
ciğerlerimi toprak kokusuyla doldurmak istiyorum.
Yeniden doğmak istiyorum,
Her şeyimi alsınlar...
Sadece ;
beni güneşin doğmasına yakın,
kokunu duyduğum zamana bıraksınlar.
Yine çıplak ayakla,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!