Bulurlarsa annelerinin gözyaşlarıyla
Henüz buruşmamış bir kağıdı.
Çiziyorlar, çiziyorlar
Eksik ne varsa bir fotoğrafta
Çizip tamamlıyorlar
Ortadoğu’nun çocukları.
Ellerinde bir bütün olamazsa da
Bir oyuncağın dağılan parçaları
Hayallerini de engellemez ya
Dışarıdan gelen ölüm marşları
Öyle ki;
Gündüz parçalanan ne varsa
Gece, düşlerinde onarmasını da biliyorlar
Ortadoğu’nun çocukları
Haritaların dikine çizilen sınırları
Kesip ayırıyor her önüne çıkanı
Haritaların dikine çizilen sınırları
Daha bitmeden bir savaş
Başlatıyorlar başka bir savaşı
‘’Anne ne zaman gelecek babam?
Anne ne zaman?
Anne..
Anne..
Anne korkma diyorsun ya bana
Peki büyükler,
Şimşeklerden neden bu kadar korkar anne?’’
Ve her bir soru
bulutsuz bir yağmuru yağdırır
Annelerin gözbebeklerinden
Ve çocukların dimağında oluşan,
anlamsız bir çelişki.
Oysa anneler yalan söylemezdi
Peki ya doğru neydi?
Doğru hep acı olandı
Doğruları büyüdükçe öğreniyor
Ortadoğu’nun çocukları.
Kırmızı,en bilinen.
Siyah,en yaşanılan.
ve
mavi,en özlenen renktir.
Hiç dönmeyecek bir babayı saymazsan.
Çünkü, en çok babalarını özler.
Çünkü en çok babaları için diretirler,
ölüme karşı
hüzünden bir yaşamı.
Ve renklere dair
belleklerinde duran o en masum yanılgı
Dünya’da ki bütün nehirlerin suyunu mor renginde sanırlar
Ortadoğu’nun çocukları
Kurak çöller eritmez
Ölümün buzdağlarını.
bahar gelir çiçekler
renk renk açılır ovalarda
Ve çocuksuz geçirir baharı
Sen gel burada, bir de bir çiçekten dinle
Zulmün yapraklarda dillenen o feryadını.
Çiçekler, bile ölü sayıyor çocuksuz bir baharı
Ve
Yıldızları,
gecenin teninde açan
beş köşeli papatyalar bilir.
Ortadoğu’nun çocukları.
Hele mevsim savaş mevsimiyse;
muhakkak
fallarına bakarlar onlar.
Ve her baktıklarında
ölümle başlayan fallarının
yine ölümle bittiğini görüyorlar.
Fallarında bile ölüyorlar, ölüyorlar
Ortadoğu’nu çocukları.
Ne söylersen söyle.
En muzip çocuklar bile
gülünç bulmaz artık
annelerinin karanlıkta anlattığı masalları.
Çünkü görüyorlar boğazında tıkanmış cesetlerin,
toprağın soluğunu nasıl da kıstığını
Oysa toprak hep bağrına alırdı
Bütün naaş-ı mahlukatı.
Burada kaybetti bu alışkanlığını.
Artık hangi masal anlatır çocuklara
Prensesin yoksul aşkını
Ki masallar yok artık
Şimdi toprağın üzerinde
Uzuvları eksik,
Yassız ölümler var
Masalların yerinde
Ve o yassız ölümler, zamanın ayağına
bir kere bulaştırmışsa gözyaşı ve kanını
zaman, artık ne kadar ebediyete uzatsa da
kendine atfedilmiş o ‘’ölümsüz’’ adını…
Yine de teninde hep saklı kalacak
bir rengi var acının,
ve adı: kırmızı.
Bu rengi hep bilecek
bilecek,
Ortadoğu’nun çocukları.
Karanlık,elbet karanlığı sevmez çocuklar
Karanlık burada korkunun
somurtkan bir üniforması…
Açın,açın ışıkları.
Işıklar yoksa
Annelerinin kucakları var
Korkuyor,çok korkuyor.
Ortadoğu’nun çocukları…
Fırat’tan Nil’e
Uçuyor ağızlarından duman saçan kuşlar
her biri kanatlarını çırpmayan bir
Dabbetü’l-arz kadar korkunç.
Ve her birinden
Göklerden atılan anlamsız bir hınç.
Olsun ama olsun.
Yine de umutlarını sakladıkları
bu mavi göğe,
kin beslemiyor,
besleyemiyor.
Ortadoğu’nun çocukları.
Bunca devasa hesap gelip,
muhitlerinde kesişiyorsa.
Anneleri istemeden olmuşsa
gözleri dolu dolu bir yalan ağacı.
Babaları hiç yaşlanmadan,
kaldıysa eski bir fotoğrafta.
Ey modern dünya!
Kahrolsun.
Ve alın sizin olsun
Size vaat edilen ne varsa.
Bırakın artık çocukları.
Toprak çok daha şefkatli duruyor.
Merhametini yitirmiş bir dünyadan.
Bırakın,
Belki, o en çok özledikleri maviliğin üzerinde.
Babalarıyla, buluşurlar bir gün.
Ortadoğu’nun çocukları…
(2017-Ercişli Emrah şiir ödülü 1.lik)
Mehmet GöksuKayıt Tarihi : 12.11.2017 23:46:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!