Takvim yalanlarının en güzeli ilk gün sanılan o ‘ilk’ sabahtır bana göre. Kaçınılmaz gece yarısı öpüşmeleri ve mecburi ‘geçen yıl hesaplaşmalarından’ sonra günahları unutmak ister gibi tüketilen içkilerin ağırlığıyla çöken bezginlikle evlerine kapanan insanların aksine, sabahın o bozulmamış saatlerinde hayata karışmayı severim. Yokuşlardan aşağı tıkır tıkır yuvarlanan ‘akşamdan kalma’ şişelere, dalgınların tersinden yakıp attığı sigara leşlerine, boş caddelerde vınlayan taksilere, kulağı zımbalı köpeklere, hayatın biraz daha eskidiğini hatırlatan kuru dallara, usulca aydınlanan süt mavisi gökyüzüne, yalpalayan sarhoşlara, parkta uyuyan evsizlere, rengârenk çöp yığınlarına, bazen kaldırım kenarında yatan tek bir ayakkabıya bile öyle bakakalırım. Bana zamanın eridiğini hatırlatan, o gürültülü geceden ziyade onun solgun izleridir nedense. O ilk sabah, hayat, abartılı makyajı akınca hakiki ifadesi beliren güzel bir kadın gibi görünür gözüme.
Bu yazıya böyle bir sabah yürüyüşünün sonrasında başladım. Şehrin tenha caddelerinde yürürken, içimde geçen hafta gittiğim bir dağ köyünden kalan puslu anlara ait resimler dolaşıyordu. İnsan zıtlıkların sırrından beslenerek hayatta kalabilen mucizevi bir varlık, dedim kendime...
Acayip bir kırılma anı...
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta