Senelerden beri, o kadar çok yalnız kaldım ki bu hale adeta alışır oldum. Hatta kuvvetli olduğumu -nankör hayata karşı yenik düşeceğimi anladığım zamanlar- yalnız kaldığım anlar da anladım.
Şuan da gurur diye nitelendirebileceğim bu his ilk zamanlar benim için bir avunma, tatmin olma yolu idi ancak bundan mütevelliyle yazmaya başlamam ise ayrı bir zevki beraberinde doğurdu.Yazdım yazdım ve gördüm ki yazmak beni rahatlatıyorsa gerisinden kime ne; idi.
Kimi zamanlar hiç daha önce görmediğim bir coğrafyada gezerken gurbetliğin verdiği acıya ağlamaktansa; bastırdığım macera sever yanımın, hayat bulmasına canı gönülden izin verdim. Kimi zamanda Yaradan’ın yansıması olan insanoğlunu caddede sokakta gördükçe onları sevmek, hayran olmak, anlamaya çalışmak, dinlemek suretiyle Allah’a daha da yakınlaşmanın verdiği huzuru hissettim. Öyle ya yaratılmışların en üstünü insan ve her insan ayrı bir gezegen keşfedilmeyi bekliyor gibiydi.
Kimi zamanlarda da yalnızlığımı şiirlerim ile kalabalık bir dünyaya dönüştürdüm ve çoğu zaman mekânı zamanı ve şatları lehime harcamanın ve kendime yontmanın zevkini yaşadım. Ancak “orkestra şefi” için yazacağım bir yazıda konuyu okuyucularımla işi dertleşmeye dökersem sanırım yanlış anlaşılırım. Her neyse; yaptıklarımın yazdıklarımın arkasındayım.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla