Afyonun en büyüğünü yuttuk
sana inanarak ey tanrı!
O da yetmedi yeni 'tanrılar'
yarattık insanlığımıza bakmadan...
Söyle ey tanrı!
Soytarılar mı gölgendi senin,
Eskittiğimiz bu günün son anlarında,
insanları gördüm
eski bir fotoğraf karesinde hep bana bakan
o tatlı tebessümlerle...
Sonra yazdım,
eski günlerin yazılmamışlığına inat!
Eski dostluklardan arda kalanlar vardı masanın üstünde.
Hayallerde kurulan o hep ulaşılmak istenen
ama bir türlü bizim olmayan, bizim ülkemiz...
Filistin'de kardeşlerimiz, çocuklarımız ve yoldaşlarımız vardı.
Yoldaşlar ki koca koca ölüm makinalarına
o küçücük elleriyle, sapanlarıyla kafa tutan, savaşan bizim kardeşlerimiz.
ilkokul yıllıarımda bana işçileri gösterirdin ya,
okumazsam onlardan biri olurum diye...
üzgünüm baba,
ben onlardan biri olmak için 'okuyorum'...
Yalnızlığın katmerli rıhtımında
gemiler geçiyordu Karadenizimden.
Birkaç 'tatlı' söz yetmiyordu bazen yaşayabilmek için...
Biçare yalnızlığıma
gel sen ey gözleri
deniz yarim,
Sahibini arayan dizeler dökülüyordu
bir beyaz kağıda.
Ve yoksunluk damarlarında dolaşan
bir beyaz güvercin...
Yaşamakla istiklal arasında seçim yaptık.
Söyle ey Usta! ..
Biz en çok hangisini hak ettik?
Günün henüz kirlenmemiş o ala şafaklarından birinde
torbasında bir lokma ekmek,
belinde dede yadigarı saatle yola koyulmuştu
yolların henüz çıkara çıkmadığı
o mağrur günlerinden bir gün...
Kağıdın kalemi olacağına söz vermişti,
Önce mısralar dizdik ardı ardına,
adına da şiir dedik...
Sonra içtik kaybolmak için bir şişe şarapta.
Ama yine de sevdik seni
ey hayat!
Peki bu çekilmezliğin niye?
İnsanlar vardı,
sabahın henüz erken ve sahipsiz saatlerinde.
O insanlar ki,
Musikiye benziyordu
biraz hüzünlü, biraz oynak ve biraz da insandılar...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!