Bir düşünün, insanlar kavgaya çekilmiş, kışkırtılmış ve çinnet derecesinde öfkelendirilmişler.
Etraflarında onları sakinleştirecek kimse olmadığı gibi, ellerinin altına da, silah koymuşlar. Bu kavga büyük ihtimalle yaralanma ve ya ölümle biter.
Hatta ellerinde silah olmasından cesaret alırlar, sataşmaktan da ileri giderler, haddi aşan öfkeyle, inanılmaz cinayetler işlerler.
Fakat silahlı olmasalar bu kavga yumruk kavgası olsa, büyük ihtimalle, ölüm ya da ciddi bir yaralanma olmaz.
İnsan bir yandan da, nefis/iblis ikilisi elinden, kavgaya yani günaha çekilir.
İşte insan, nefis ya da iblis tarafından günaha çekilirken, insanın etrafında, bir sakinleştirici bir uyarıcı olmaz ise, tam aksine, elinin altında onu bu kavganın içine iten bir fitne, bir eşya var ise, işte bu kavgada yaralanma, ya da ölümle bitebilir.
Hatta bu fitne ve ya günaha iten eşyanın varlığı, ne kadar uzun sürerse, günahın, sapıklığın boyutu da o denli inanılmaz boyutlara ulaşır.
Bu ölüm ve yaralanma, gözle görünen organlarda değil, önce kalp ve beyinde başlar. Görünen yüzü ise davranışlardır.
İnsanların görünen silahlı kavgası, ölüyü, yaralıyı ve ailelerini, birde yakın çevresini etkiler. Eğer küçük çaplı ise, yâni uluslar arası değil ise.
Tabi uluslar arası olsa bile, yine en çok zararı savaşan ülkeler görecektir. Her insan kavga yapmaz. Her ülke savaşa girmez.
Ancak dünyanın neresinde olursa olsun, kaç yaşında olursa olsun, cinsiyeti ne olursa olsun her insanı, kavgaya yani günaha çeken bir nefsi ve iblisi vardır.
Bu kavgayı ölümcül yapan silahın, fitnenin ve ya eşyanın dünyanın, bütün insanlarının elinin altında olduğunu düşünün.
Bir düşünün dünyanın her yerinde, tüm insanlığın elinin altında aynı silah, aynı fitne var. Bu insanların kaçı uyarıcıyı ikaz ediciyi dinler durumdadır ki.
Elbet ikaz edenler var ama o silahın tam tehlikesini ve onun kim olduğunu bilmeden, yalnızca koruma içgüdüsüyle yapılan ikaz.
Ya da kişinin kendi iradesi, vicdanıyla kendi kendine yapabildiği ikaz, daha ötesi henüz yeterince yok.
Bu silah yâni fitne, nefis ve iblisin kavgaya çektiği insanların neredeyse tamamında var.
Bu fitne gerçekleri olduğundan farklı gösteriyor. Bu fitne eşlerin arasını açıyor. Bu fitne siyasetçileri birbirine düşürüyor, sanatçıları birbirine düşürüyor, ülkeleri karıştırıyor, insanları yozlaştırıyor, hem de her an, her yerde.
Bu fitne, evimizde, işyerimizde hayatımızın tam ortasında ve bütün dünyada yalancı, hîlekâr; zihinleri, gönülleri, iyi ile kötüyü, hak ile bâtılı karıştıran, bir çok şeyi yaldızlayıp gerçek yüzünü gizleyen, bucak bucak her yeri dolaşan müfsid ve melûn bir varlık. Batılı allayıp/pullayıp, tüm insanlığı, özellikle Müslümanları kandırmaya ve delâlete sürüklemeye, nefisle ve iblisle olan mücâdelesini kaybettirmeye proğramlanmış.
O, aldatıcı ve inkârcı, dehşetli fitne dolaplarını döndüren bir varlık.
Fitnesinin en dehşetli tarafı, dinsizliğe dayalı bir sistem kurup insanları îmansız yaparak hem dünya, hem de ebedî hayatlarını mahvetmeye çalışması.
O, ateizme, ahlâksızlığa, yalana dayanan saltanatını tek başına değil, kendisine gönül veren komitesiyle, temsil ettiği kâfirane ve münafıkâne sistemiyle birlikte yürütüyor.
Yani onun gönüllü ordusu var. Bu ordu sayesinde, çoğu zaman onun harikalarından bahsedilir.
Bu fitnenin bir kefesinde kötülük, bir kefesinde iyilik var. Ancak kötülüğü allayıp/pullayıp iyi gösteriyor. İyiliği abartmıyor, allayıp/pullamıyor, bu nedenle onu gözden uzak tutmayı başarıyor.
Hatta bu fitne çeşitli uzantıları sayesinde şeytandan daha tehlikeli boyuta ulaştı.
Düşünün bu fitne, zaten nefis ve iblise karşı, nasıl savaşağını tam öğrenemeyen insan topluluklarını ne hale getirir.
Beyni ve kalbi yaralı, ölü, bir dünya dolusu insan düşünülürse, Firavunun fitnesi, iblisin fitnesi bu fitnenin yanında basit kalmaz mı?
Zaten şimdi insanlar, onun şerrinden dağ başlarına, ıssız yerlere kaçmak istiyorlar. İnsanların hayatını öyle bir kuşatmış, insanları öyle bunaltmış ki, artık ondan önceki hayata dönmeyi arzu edenler az değil.
Kim? Ya da neyden bahsediyorum anlaşıldı mı acaba, neyse ben yine söylüyorum, o televizyon, belki de (tele-süfyan)
(21. yüzyılın vazgeçilmez aletlerinden biri olan televizyonun tarihi, 75 yıl önce, İskoç mucit John Logie Baird 'in keşfiyle başladı. Baird, 21. yüzyılda insanları saatlerce karşısında oturtabilen televizyonun babasıydı.)
Televizyonun hayatımıza etkisi yalnız bizi ekran başında alıkoyması, vaktimizi çalması diye düşünülürse, bu çok iyimser bir tespit olur.
Üstelik şimdi bilgisayar gibi birçok kitle iletişim araçlarıyla daha hızlı amacına ulaşıyor. Ben televizyon hakkında basit bir istatistik bilgi buldum, onu da sizlerle paylaşayım.
'Televizyonun ömrümüze maliyetini hesapladınız mı?
Günde kaç saatiniz televizyon başında geçiyor?
Ortalama, belki de iyimser bir hesapla üç saat diyelim. İlk başta hiç ürkütücü gelmiyor. Ancak günler damlaya damlaya hafta olur, ay olur, yıl olur, sonunda bir ömür olur biter. Eğer, televizyonun günde üç saatten bir yılda yiyip bitirdiği zamanı hesaplarsak, 1095 saat eder. Bu gecesiyle gündüzüyle 45 gün demektir, televizyonun başında geçen 45 gün ve 45 gece eder.
Şimdi ikinci soru: Televizyon canavarının pençesinde can veren bu 1095 saat bize neler kazandırabilir?
Bu rakam bir öğrencinin bütün bir öğretim yılı boyunca ders gördüğü saatlerden daha da büyük bir yekündur. Demek ki, en azından kayıp bir öğretim yılı var, orta yerde.
1095 saat içerisinde bir yabancı dili iyi seviyede öğrenmek mümkündür. Bu demektir ki, televizyon her yıl bize bir yabancı dil kaybettiriyor.
Kitap okumayı tercih ederseniz, ağır bir okunuşla 25 bin sayfalık kitabı bu müddet içinde bitirmemiz mümkündür.'
Bence ahir zaman deccalini uzaklarda aramayın, zaten görünürde olanlar ve mevcut bilgileri bir araya getirirseniz sizde (Ahir Zaman Deccalinin) televizyon olduğunu düşünebilirsiniz. Hatta şu an onun bir uzantısında bu yazıyı okuyorsunuz, kanatimce… bu çok saçma mı geldi size?
Bir düşünün ondan daha etkili bir fitne daha var mı?
Sanki kitle iletişim aracı değil, kitle imha aracı gibi çalışmıyor mu?
İnsanları bir komutan gibi, dinsizliğe yöneltmiyor mu?
Artık insanlar, özellikle yeni nesil, evliliklerde bile din ayrımı yapmanın yobazlık olduğunu düşünüyor, bu televizyon fitnesinin, eseri değil mi?
Ayrıca o, yani televizyon (tele süfyan) çoktan köylerimizi, kasabalarımızı, şehirlerimizi, ülkemizi ve dünyamızı, yani insanlığı ele geçirmiş durumda.
Bu deccali kendi silahından başka öldürecek bir güç de yok!
Savunmasız çocuklarımızı, bizden önce eğitip, onları bize birer asi, düşman yapmasına, sapıklığa, delalete sürüklemesine artık engel olalım.
Aslında, dini ne olursa olsun hiçbir ana/baba, çocuğunun, hiçbir ülke, insanının, dinsizleşmesini istemez. Bu fitneden Yahudi de, Hırıstiyan da, Musevi de, en kötüsü Müslümanlar da müzdarip. Hepside yakayı bu dinsize kaptırmış, kurtulmaları da kolay olmayacak.
Bence nereden başlanması gerektiğini söyleyeyim.
Önce kâinatın sahibine en büyük nankörlüğümüzden vazgeçmeliyiz.
Yani Allah (c.c.) adını yüceltmeliyiz, çünkü siz onu yüceltirseniz, o da sizi yerde sürünür halde bırakmaz. Elbet onun her şeyden güzel ve üstün olduğunu elhamdulillah biliyoruz.
Ancak hayatımızdaki bütün allı pullu sevgi dolu yazıları kendimize ayırıyoruz.
Ela gözlüsü, kara gözlüsüne, mavi gözlüsüne yazılan destanlar, şiirler, şarkılar artık insanlara gına getirdi. Biraz da tüm güzelliklerin sahibine Yaradan'ına dönsün aklımız, gönlümüz, kalemimiz, tek gözlü canavar olan ekranlarımız.
Allah adını, daha sık duymaya, onu daha çok anmaya ihtiyacımız var. Ben şu an iblisin bağlı olmasından yararlanarak bu yazımı yazabiliyorum. İyi ki Mübarek Ramazan ayı var.
Yoksa işti, evdi, yemek, çamaşır, bulaşık, misafir derken bir bakarım her şey Allah’ı anmama engel olmuş. Fırsat elde iken söyleyeyim dedim.
Bu kanunsuzluğa çok kızıyorum, haşa, dine, imana, Allah'a küfredenler bu dünyada da cezasını çekmeli. Bu yasanın çıkması için ne gerekiyorsa yapılmalı. Hem de buna, Allah bir diyen kimse, dini mezhebi ne olursa olsun, karşı çıkmamalı, destek omalı.
Nefsimizi her şeyden üstün tutuyoruz, biri bize hakâret ve küfür ederse, hemen misilleme yapmaya, tazminat dâvâsına, yada kavgaya tutuşuruz.
Bize küfür edilmesi, kanunen bile yasaktır.
Fakat Allah küfretmek normaldir. Yalan mı, hiç Allaha küfrettiği için, saldırıya uğrayan, tazminat ödeyen, çevresi tarafından dışlanan birini gördünüz mü?
Neyse geleyim deccale: Bakın işte! Onun tek gözü var ve onun alnında yalnız Müslümanların gördüğü kâfir yazısı var, markası işte canım, bize göre kâfirce, kâfire göre de kâfirce gelmez ya!
Selam ve Saygılarımla...
BUNLARDA GOGLEDEN BULDUĞUM BAZI TARİFLER
Deccal, Arapça bir kelimedir, 'decl' kökünden gelir. Sözlüklerde verilen mânâya göre Deccal, 'yalancı, hîlekâr; zihinleri, gönülleri, iyi ile kötüyü, hak ile bâtılı karıştıran, bir şeyi yaldızlayıp gerçek yüzünü gizleyen, bucak bucak her yeri dolaşan müfsid ve mel'ûn bir kişidir.' Bir hadis-i şerifte, özellikle onun, 'yalancı, dalâlete sürükleyici'(6) özelliğine dikkat çekilmiştir.
Deccal, aldatıcı ve inkârcı, dehşetli fitne dolaplarını döndüren bir kimsedir. Fitnesinin en dehşetli tarafı, dinsizliğe dayalı bir sistem kurup insanları îmansız yaparak hem dünya, hem de ebedî hayatlarını mahvetmeye çalışmasıdır. O, ateizme, ahlâksızlığa, yalana dayanan saltanatını tek başına değil, kendisine gönül veren komitesiyle, temsil ettiği kâfirane ve münafıkâne sistemiyle birlikte yürütür. Bir hadis-i şerifte,
'Âhir zamanda bir adam çıkacak ve ona Süfyan denilecek'(8)
buyurulmaktadır. Mahiyeti ise, 'Sahih hadislerde bildirildiğine göre âhir zamanda gelecek ve ümmete karanlık günler yaşatacak, şeâir-i İslâmiyeyi tahribe çalışacak dehşetli ve münafık bir şahıstır.'(9)
Çoğu kere onun harikalıklarından bahsedilir. Bu arada komutanlığına da dikkat çekilir.(10) 'Hz. Adem'in yaratılışından itibaren kıyamete kadar geçen süre içerisinde Deccaldan daha büyük bir hadise (diğer bir rivayette daha büyük bir fitne) yoktur.'(1)
buyurmakla da, onun tahribatının dehşet ve büyüklüğünü nazara vermiştir. Başka bir hadis-i şeriflerinde ise onun şerrinin şeytandan daha etkili olduğunu bildirirler.(2) Sadece Resûl-i Ekremin (a.s.m.) değil, istisnasız bütün peygamberlerin ümmetlerini ondan sakındırması,(3) Firavunların, Nemrudların fitnesinin onun fitnesi yanında küçük kalacağına dikkatleri çekmek içindir.
Deccalın şerri öylesine büyüktür ki, Peygamberimizin (asm) bildirdiğine göre o çıktığında, korkudan, onun şerrinden kurtulmak için insanlar dağlara kaçma zorunda kalacaklardır.(4)
Leyla GülsürenKayıt Tarihi : 28.7.2013 17:10:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (6)