Onlar Böyle Yaşarlar Şiiri - Yavuz Yiğit

Yavuz Yiğit
2

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Onlar Böyle Yaşarlar

ONLAR HİÇ YAŞAMADILAR

Çobanlar vardı yayla başlarında
Önlerinde sürüleri bellerinde azıkları
Yolmu dayanırdı onlara
Her çeşmede ıslık çalarlardı
Her olugu oyuk agaçtı çeşmelerinin
Biri içer onu içmezdi koyunlarının
He deyip dayanırlardı keçi yoluna
Türküler söylerlerdi eşlik ederdi dağlar onlara yankılarıyla
Hele birde öğle vakti oldumu dokunma gitsin keyflerine
Uzanıp uyurlardı heybetli bir ağacın gölgesine
Ya yarım saat ya bir saat
Ve yaslı tuz taşlarına serilince azıklar
birde koyun yogurdu çıkınca torbadan
ve yumruklarınca bir baş soğan
közde kızarmış saç ekmeğiyle çörek otlu peynir ekmek arası yapıldı mı
bir ekmekten koparıp birde yogurda bandınmı
ne yorgunluk kalırdı gülüm ne de bezginlik
ONLAR BÖYLE YAŞARLARDI.

ve birde en küçüğü vardı en cılızı en tüysüzü en hafifi çobanların
o küçücük yaşında görmedi okul mektep
bıçagı kalemiydi onun hep adının baş harfini kazırdı ağaçlara
birtek 'M' yazardı başka harf bilmezdi
ve birde yürek yapardı çevresine bu harfin birde ok bölerdi yüreğini
ve bir gece yarısı galiba saat bir buçuk
bir ateş yakmışta yaylaya kurdu kuşu ürkütmek için
sızıvermiş yanına deli dolu uyumuş küçüğüm ne çakal sesi duymuş ne kurt oluması
sürüsüne saldırınca canavar parçalanmış yüreği
eli silah tutmaz eli silah tutmaz neylesin
bir kurumuş dal buluşta meydan okumuş kurda çakala aklı sıra
ayağında on diş yarası yüreğinde on pençe
cigeri yaktığı ateşte kızarmış
parmak kadar çocugu parmak kadar tabutta toprak bağrına almış gülüm torak bağrına almış...

yine çobanlar var yayla başlarında yine önlerinde sürüleri bellerinde azıkları
yine yol dayanmıyor onlara
ama yedikleri tatsız ıslıkları zevksiz artık
biri böylesine öldüya gülüm
onlarcası üzgün
onlarcası aglamaklı
onlarcası bahtsız

dağ yelinin bile tadı yok
tuş taşları örümcek bağlamış kullanılmamaktan
onlar yorgun değil onlar bezgin değil
ama onlar bahtsız gülüm onlar bahtsız
ve gülüm onlar böyle yaşarlar hala

gunde onbeş saat çalışırdı ahmet emmi onbeş saat kazma kürek sallardı sallardı da
oflamazdı bir kez olsun küfretmezdi kaderine
halinden yakınmaz dı ağlamazdı
esirdi onbeş saat didinirdi onbeş saat köleydi onbeş saat
on somun kazanıp bir somun yiyordu da doyuyordu ahmet emmi
türküsü duyulurdu çeltik ovalarından su sesiyle kuş sesiyle duyulurdu köyünden
aç değildi oğlu mustafa açıkta değildi karısı emine
ve bir ev dikmişti yamacın kıyısına tek katlı toprak bir ev
MUSTAFA'MIN diyordu bu mustafamın bu ev
cocukken kasabaya inmiş ahmet emmi
kalmış kasabada bir iki yıl teyzesinin yanında
gel zaman git zaman bundan belki kırk yıl önce
gevrek simit yedim diyor şehir ekmeği yedim
oysa bilmiyor mu ahmet emmi
gevrek simidin unuda onun tarlasından şehir ekmeğinin unuda
bilmesine biliyor ya umur işte özlem işte sevda bu bir başka değişle
ve bir de diyor ki oyun oynadım cami avluların da
ve birde ipek basma çaldım seyyar satıcıdan kız kardeşime
sonra yakalandım da seyyar satıcıya utandım yerin dibine girdim
kır saçlı yaşlı adam okşadıda başımı öptü alnımdan verdi elime ipekliyi gönderdi
ikinci aşkıymış karısı emine ilk göz ağrısınıda anlattı
bir elekçi kızıydı diyor kömür gözlü kara bir kız
yakmıştı yüreğimi
kızı istemeye gönderdim de babamı
at istedi bizden diyor çingene pezevengi tarla istedi
ve daha çok şey anlatıyor ahmet emmi
çok yaşamış çok geçirmiş bi adam
öküzün yediği bugdayı dışkısından toplayıp öküze yedirmiş

yine çalışacak ahmet emmi günde onbeş saat
onbeş saat kazma kürek sallayacak yine
yine yıkık onbeş saat yine didik didik onbeş saat köle yine onbeş saat
on somun kazanacak günde birini bölüp yiyecek iki ögünde
bir yarım somunda mustafanın bir yarısıda yirmi yıllık karısı emine teyzenindi

ve bir sürü ahmet emmiler yaşar bu toprakta
kaç mustafanın kaç alinin kaç hüseyinin kanıyla sulandı bu topraklar biliyor musun
kaç ahmet emminin kaç emine teyzenin gözyaşları sel oldu bu topraklarda biliyor musun
belki ben biliyorum belki sende biliyorsun
ama bilmez ki ağalarım paşalarım beylerim
üç bayram önce alınan bayramlığı
üçkez giydiler aliler hüseyinler bayramdan bayrama
sonra sırtlarında kırk yama ayakları çıplak
kaç bayramı beklediler öylece
koyun kırkan makaslarla kesildi saçları merdiven merdiven

siz agalar beyler
altınızda cadillacla gezerken
siz agalar beyler
beyaz gömleği öğleden önce yeşilini öğleden sonra giyerken
siz hanımlar hanfendiler
günde iki kilo eti üstelik kemiksiz eti
yanınızda sizden olma gibi duran süslü püslü itinize yedirirken
siz evinizde milyon milyon briç partileri kurup
jigolo oynatırken
tanımadınız bile ahmet emmileri emine teyzeleri
gülüp geçtiniz

sizinde öleniniz oldu olmadı değil
sizde ölene ağladınız ağlamadınız değil
ama sizin ölen mustafanız ya eroinden gitti ya esrardan
ya da masum bir kıza tacavüz ederken
apansız baskın yedi bir gece devriyesinden siz bunlara ağladınız
sizde böyle yaşarsınız

ve birde yazamadıklarım
gün ağarmadan belediye çöplerinde akşamdan kalma ekmekleri toplayan
kalkan pazar yerinde iki çürük domates için köşe bucak saklanan insanlarım var
insan insan olmaktan çıkıyor görünce onları
seni böyle yapanın anasını avradını.....
seni aç bırakanın kızını kısragını.....
ve seni doyurmayanın yedi cet sülalesini

Biz sogan ekmek yiyip yaşıyoruz
siz pirzola yiyip cadillac a binip yaşıyorsunuz
ya onlar

ONLARSA HİÇ AMA HİÇ YAŞAMADILAR....

YAVUZ YİĞİT....

Yavuz Yiğit
Kayıt Tarihi : 14.1.2010 00:32:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Yavuz Yiğit