Onlar Şiiri - Hasan Güven

Hasan Güven
31

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Onlar

dikildiler karşımıza
vee sağlam durdular kale gibi
okşadılar sırtımızı
çok,çoook sevdiler bizleri

bana türksün dediler
sana kürt
ona rum.
alevi dediler kimimize
kimimize
sünni,
müridsin
aşiretsin,dediler
bizleri kul ettiler
köle ettiler de
bir türlü
sen bireysin,
sen insansın demediler

Hasan Güven
Kayıt Tarihi : 5.10.2008 01:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Mahmut Nazik
    Mahmut Nazik

    SEN BENİM SEVDAMA YAR OLAMAZSIN

    Biz adımızı
    Doğadan
    Dağlardan
    Kuşlardan çiçeklerden
    Denizlerden, nehirlerden
    Bir nice yiğitlerden aldık

    Biz sevdamızı
    Hocanın gülüşünden
    Karacaoğlan’ın sevişinden
    Mevlana’nın “….Gel! ”, deyişinden
    Bir nice bilge kişiden öğrendik

    Biz Sevdamızı
    Baharın gelişinden
    Çiçeklerin açışından
    Dağlara gün vuruşundan
    Yıldızların göz kırpışından öğrendik

    Biz kavgamızı
    Dağlar gibi direnip
    Dimdik durmamızı
    Pir Sultan’ın
    Dadaloğlu’nun
    Kör oğlunun
    Ulu ağaçlar gibi
    Ayakta ölüşünden
    Kurtuluş Savaşı’ndan öğrendik


    Biz sevdamızı
    Kavgamızı
    Biz davamızı
    Ataların sözünden
    Ozanların sazından
    Nehirlerin gözünden
    Anamızın ak sütünden
    Bektaşi’den
    Yunus'tan
    Bedrettin’den öğrendik

    Git aslanım git işine
    Gölge etme gülüşüme
    Kâbus olma düşüme
    Sen bizim,
    Ne dalımıza nar
    Ne dağımıza kar
    Ne de derdimize umar olamazsın

    Git aslanım git işine
    Bela olma başıma
    Sen bizim
    Yüreğimizde har
    Hasretimize diyar
    Sevdamıza yar olamazsın

    Mahmut NAZİK 08.12.2010 MERSİN

    Cevap Yaz
  • Orhan DEMİRTAŞ
    Orhan DEMİRTAŞ

    çok güzel bir toplumsal şiir...anlam dolu...tebrikler...

    Cevap Yaz
  • İsmet Koyuncu
    İsmet Koyuncu

    sevgili şair adam gibi şiirinizi ve sizi yürekten kutlarım herkes taraf oldu ama insan olamadı insan olabilmenin güzelliği hırs ve menfaatlere yenildi çalıp çırpmak bölmek birbirine düşürülmek o kadar sıradan bir duruma getirildiki bakkaldan bir paket sıgara almakla eşdeğer oldu saygılarımla 10 puan

    Cevap Yaz
  • Mahmut Nazik
    Mahmut Nazik

    Onlar ki
    Hani devrimlerin, kurtuluşların;
    Kâşiflerin, buluşların;
    Hani Bedrettinlerin;
    Köroğlu, Dadaloğlu,
    Hani Kemallerin, Kılıçaslanların;
    Hani Nazımların, Celalettin’i Rumilerin;
    Yani gazi, şehit;
    Yani zahitlerin oğlu, kızı torunu.
    Onlar ki
    İlenen, dilenen,
    Ucuzundan yiyip, giyinen.
    Çalan, çırpan, yalanan.
    Hani şu iş iş diye
    Kuyruklarda kıvranan;

    Şu Allahın dümbüğü,
    Şu adamın sümsüğü;
    Şu yanında yalanan.
    Sarhoş, sarhoş sallanan;
    Şu geçmişinin kölesi,
    Şu bitmeyen çilesi,
    Şu baş belası, fukara sümüğü.


    Şu hanım,
    Şu koca,
    Şu işkenceci,
    Şu şişman,
    Şu kendine düşman,
    Şu kürsüdeki hoca.

    Onlar ki hani
    Şu yazın yanıp, pişen;
    Kışın tir tir üşüyen,
    Hani şu lotoda hayalleri suya düşen,
    Ramazan çadırlarına,
    Ekmek arabalarına üşüşen.
    Hani var ya
    nefesi kokan
    Şu perme perişan,
    Şu yoksulluğu paçasından akan.

    Hani şu kasım kasım kasılan,
    Şu özünü, yüzünü,
    Kinini; maskelerle,
    Maskaralarla gizleyen;
    Bataklık camızı;
    Şu bedeni kaskatı kesilen,
    Sevgi kabızı.

    Hani şu gevezeliğiyle özünü saklayan.
    Günahlarını satıp aklayan.

    Hani şu var ya
    Yaşamı ıskalayan,
    Gülüşleriyle hayvanlığını maskeleyen.

    Şu ahlak budalası,
    Şu şefinin yalakası var ya;

    Hani şu gudumsuz koca fil,
    Şu sorumluluktan kaçan gafil.

    Şu yarı ölü,
    Şu meyhane gülü,
    Zengin avazıyla ürüyen.
    Tükenmiş de dölü,
    Hani şu it gibi sefaletini sürüyen;

    Aha şuradaki şehvet düşkünü,
    Ağzından salya akan;
    Hani şu kitapları, kütüphaneleri yakan;
    Vurup yavrusunu ceylanın,
    Sanki kendisi değilmişçesine
    Kös kös bakan.

    Bin dereden bin su getiren.
    Şu toprağı, havayı, suyu;
    Sevgisini, mutluluğunu yiyip bitiren,
    Hitler’in, Muslini’nin madamı, yol arkadaşı;
    Stalin’in adamı yoldaşı.

    Aha, şu Şeytan’ın kabı kacağı,
    Şu çocuk oyuncağı, kabak oyacağı;
    Şu yiyip, sıçan,
    Şu korkularından kaçan,
    Şu kükreyen korkak sıçan.

    Aha şu apolet,
    Şu postal,
    Şu kaban;
    Aha şu kaçanı kovalayan.
    Şu yalancı çoban;
    Şu başına belalar açan.

    Şu kaburgasız, yüreksiz;
    Şu naçar, şu naçiz;
    Şu dünyadan habersiz.
    Baştan sona bir kitabı okumaktan aciz,

    Şu kaftan, şu fistan;
    Yangından mal kaçıran,
    Şu selden kütük kapan,
    Şu kara sapan.

    Şu duygu taciri,
    Şu namus, din,
    Mekke’nin tüccarı,
    Hani şu yalanın en acarı

    Hani şu bıyığını buran;
    Eşini kıyık kıyık kıyan.
    Şu dallama, şu fırlama;
    Şu nefesi şarap,
    Osuruğu sarımsak kokan.

    Hani fıçı, şu bidon,
    Şu aptal sarışın;
    Yarısı silikon,
    Şu yer elması, boyu bir arşın.

    Şu beyaz giyen kış günü! ;
    Şu iktidarsız, şehvet düşkünü;
    Şu şaşkın, ‘god nikht, mersi’,
    Şu adam tersi.

    Hani var ya şu
    Düzenbaz, hokkabaz, kumarbaz;
    Ukala pis küfürbaz.
    Şu olduğu yerde dönen beygir;
    Şu güzeli yardan, yiğidi serden eden aygır;
    Şu her şeyi geçiren kevgir.

    Hani şu şehrin cini, cambazı;
    Hani ‘Dağ adamı, hasta eden sağ adamı’.
    Şu köylü kurnazı,
    Belki de şu afyon kazı

    Hani şu torba,
    Şu başı çorba,
    Düz yolda şaşan,
    Politik veba.
    Var ya şu fırıldak,
    Konuşan lak lak,
    Süt köpüğü, pekmez kefi,
    Hani şu parti şefi.

    Yani şu ülkemin
    Hımbılları, tembelleri;
    Entelleri, dantelleri;
    Yağız atları,
    Uyuz itleri;

    Burjuvazları, kalemşorları;
    Şu lafazan demagog,
    Şu karnından konuşan vantrolog.
    Hani şu hortumcu, şu götüren;
    Şu tüm güzellikleri yiyip bitiren;
    Hani ekranlarda,
    Meydanlarda ağzından ötüren;
    Konuşan her hususta,
    Ters yüz etmekte büyük usta.

    Onlar ki
    Bu toprağın hainleri, lâinleri,
    Yüzsüzleri, arsızları;
    Gece hırsızları;

    Şu hırlayan,
    Şu zırlayan,
    Şu yırtık dondan fırlayan;
    Cehaletini biçimiyle saklayan.
    Şu çöpleri yoklayan
    Hani şu hayalini saklayan,
    Şu gölgede kalan,
    Güneşten korkan,
    Şu sağa sola sıçrayan, kuyruklu yalan.
    Şu patronuna iman eden.
    Şu sürü,
    Şu yumurta çürüğü;
    Karanlıkta göz eden;
    Şu aklı bilimi kahreden.

    Onlar atölyede, hızarda;
    Çarşıda, pazarda;
    Olar her yerde.
    Şu yanında oturan,
    Şu pijamasıyla evine ekmek götüren,
    Şu hem nalına hem mıhına vuran;
    Hani kılıktan kılığa giren,
    Hani ağzından ötüren;

    Hani şu yaşamı piç eden,
    Şu doğalı suç eden,
    Şu geviş getiren,
    Var ya şu sevgiyi iç eden.

    Şu oylum oylum oyulan;
    Şu sürüm sürüm sürünen;
    Şu şerefsizliği, namussuzluğu,
    Sefaleti arkasından görünen.

    Şu fasık, şu münafık;
    Şu çarpık, şu sapık;
    Şu hokkabaz, şu kumarbaz,
    Şuradaki vurdumduymaz.
    Şu duyduğunu anlamaz,
    Anladığını söylemez.
    Hani şu zır deli,
    Budala modeli var ya.

    İşte onlar:
    Önce açlıkla tanıştı;
    Her yanıyla yoksullaştı.
    Bir zaman masallarla uyutuldu;
    Hayallerle, hülyalarla avutuldu.
    Aklı karşıtı.
    Sonra verileni, var olanı yalayıp yuttu.
    Daha sonra imanını, inancını attı.
    Bir zaman sonra tüm değerlerini unuttu.
    Ve bir zaman geldi,
    Tüm damarlarını kuruttu.

    Hani şu dizi şaşkını;
    Hayallerle, hülyalarla kirleten,
    Tertemiz aşkını.


    Yani yoksullaştı;
    Yani çölleşti;
    Yani kullaştı, köleleşti.

    Yani ruhunu,
    Özünü, özgürlüğünü sattı;
    Özgünlüğünü kaybetti.
    Sonra kendi hapsini,
    Kendi tabutunu yaptı.

    Şu yanında duran,
    Şu karşında otura,
    Şu kasıntı,
    Şu ukala,
    Şu silik,
    Şu sülük,
    Şu yanındaki salak var ya hani:
    En sonunda
    Kendi putunu, peygamberini;
    Kendi iblisini yarattı.


    Bunlar değil mi ki bir zaman,
    ’’İmdaat’’ Diye bağıran.
    Bunlar değil mi ki kurtarıcısını
    Kendi bataklığında boğan.

    Bunlar değil mi ki
    Kimini yeren,
    Kimini zehirleyen,
    Yerinden yurdundan eden.
    Allah’ın oğlunu bile
    Çarmıha geren.

    Bunlar değil mi ki
    Kan ile doyan,
    Gören gözleri oyan,
    Yoldaşını yolda koyan,
    Başını giyotinlerde koparan.
    Bunlar değil mi ki
    Öz kardeşine kıyan,
    Canını aldığı ölüyü soyan.

    Hani şu fıçı,
    Şu inatçı keçi,
    Şu beyni ceviz içi var ya.
    Hani şu çanak, şu dönek;
    Şu kepçe, şu yalak var ya.

    Bunlar ki
    Yalakalıkları
    yardakçılıkları
    Şaklabanlıkları
    Şakşakçılıklarıyla
    Meleği dinden imandan
    Peygamberi baştan çıkaran.
    Bunlar değil mi ki
    Kitabı kendince, tersinden okuyan;

    Ölüyü dirilten İsa’yı,
    Nehiri ters yürüten Musa’yı,
    Yarını önceden gören Yusuf’u düşün.
    Muhammed’i, Ali’yi,
    Galile’yi, Aristo’yu düşün.
    Pir Sultana yapılan zulümü,
    Mevlana’ya atılan çamuru,
    İsa’ya reva görülen ölümü düşün.

    Bakma şimdi
    Afyon kazı gibi kabardıklarına.
    Bataklık henüz yeni gelmiş bele;
    Çıkınca boyunlarına,
    Nasıl da feryat edecekler ’İmdat’ diye.
    Bir de sen o zaman gör hele.

    Bilirim acıyacaksın hallerine.
    Sana tavsiyem,
    Ve sakın ola sakın ha,
    Direk elini verme.

    Ne timsah gözyaşlarına bak,
    Ne sırtlan gülüşlerine inan;
    Asla bunların ipiyle kuyuya inme.
    Böylelerine baban,
    Rahminden düştüğün anan olsa güvenme.
    Ve sakın ola sakın ha,
    Asla sırtını dönme.

    Ama gün gelir,
    Devran döner;
    Belki bunlar adam olur.
    Belki yüreklerindeki sevgi can bulur.
    Ve özlerin den bir hayat doğar.

    Hani korkularıyla yüzleşen;
    Hani çiçekler gibi gülüşen;
    Kendi işinde gücünde,
    Amasız ve koşulsuz seven;
    Kasılmadan sevişen;

    Hani bir karınca;
    Hani ömrünün yetmeyeceğini,
    Topladığını yiyemeyeceğini bile bile
    Arı gibi çalışan;
    Ormanda fidan,
    Rahimde cenin gibi gelişen;

    Gün olur,
    Devran döner;
    Fırtınalar durulur,
    Ruhlar sükûn bulur.
    Gün olur, riyalar yok olur.
    Ve başını taşlara vurur,
    Hasedinden çatlar da şeytan.
    Gün olur Nehar olur.

    İşte o zaman bir tanem işte, o zaman;
    İnsanın özüne,
    İnsanın özgürlüğüne uygun bir düzen kurulur.
    İşte o zaman,
    Yürekte çiçek açar;
    Bambaşka bir bahar olur.

    Bir başka sever,
    Zincirini kıran insan.
    Belki yüz sene,
    Belki ağaca su yürüyünce.
    Belki de şu yamaçlar çiçeğe durunca.
    Belki de gün dağlara vurunca.
    Kim bilir?
    Belki bu gece,
    Belki de daha önce.
    Bu yürek
    Kendini sevdasını bulunca.
    Yani bu birey,
    Bu beyin özgür olunca.

    İşte,
    Yaşa da gör o zaman;
    Nasıl da döner dünya,
    Nasıl da başağa durur
    Bu kıraç,
    Bu kurak tarla.
    Gör o zaman,
    Nasıl bağdaş kurup,
    Yüreğe oturur sevda,
    Rengiyle, tadıyla bambaşka.
    Sen yaşa da gör o zaman;
    İnsan insanı koşulsuz sevince,
    Nasılda durur bu yürek aşka.

    Düşünmek,
    Bir yolunu bulmak gerek.
    Ama nasıl,
    Ama nice?
    Kim kazanır,
    Kim kaybeder bir düşün,
    İnsan insanı sevince?
    Mahmut NAZİK 25.11.2007
    MERSİN

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (4)

Hasan Güven