dikildiler karşımıza
vee sağlam durdular kale gibi
okşadılar sırtımızı
çok,çoook sevdiler bizleri
bana türksün dediler
sana kürt
ona rum.
alevi dediler kimimize
kimimize
sünni,
müridsin
aşiretsin,dediler
bizleri kul ettiler
köle ettiler de
bir türlü
sen bireysin,
sen insansın demediler
Kayıt Tarihi : 5.10.2008 01:01:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Biz adımızı
Doğadan
Dağlardan
Kuşlardan çiçeklerden
Denizlerden, nehirlerden
Bir nice yiğitlerden aldık
Biz sevdamızı
Hocanın gülüşünden
Karacaoğlan’ın sevişinden
Mevlana’nın “….Gel! ”, deyişinden
Bir nice bilge kişiden öğrendik
Biz Sevdamızı
Baharın gelişinden
Çiçeklerin açışından
Dağlara gün vuruşundan
Yıldızların göz kırpışından öğrendik
Biz kavgamızı
Dağlar gibi direnip
Dimdik durmamızı
Pir Sultan’ın
Dadaloğlu’nun
Kör oğlunun
Ulu ağaçlar gibi
Ayakta ölüşünden
Kurtuluş Savaşı’ndan öğrendik
Biz sevdamızı
Kavgamızı
Biz davamızı
Ataların sözünden
Ozanların sazından
Nehirlerin gözünden
Anamızın ak sütünden
Bektaşi’den
Yunus'tan
Bedrettin’den öğrendik
Git aslanım git işine
Gölge etme gülüşüme
Kâbus olma düşüme
Sen bizim,
Ne dalımıza nar
Ne dağımıza kar
Ne de derdimize umar olamazsın
Git aslanım git işine
Bela olma başıma
Sen bizim
Yüreğimizde har
Hasretimize diyar
Sevdamıza yar olamazsın
Mahmut NAZİK 08.12.2010 MERSİN
Hani devrimlerin, kurtuluşların;
Kâşiflerin, buluşların;
Hani Bedrettinlerin;
Köroğlu, Dadaloğlu,
Hani Kemallerin, Kılıçaslanların;
Hani Nazımların, Celalettin’i Rumilerin;
Yani gazi, şehit;
Yani zahitlerin oğlu, kızı torunu.
Onlar ki
İlenen, dilenen,
Ucuzundan yiyip, giyinen.
Çalan, çırpan, yalanan.
Hani şu iş iş diye
Kuyruklarda kıvranan;
Şu Allahın dümbüğü,
Şu adamın sümsüğü;
Şu yanında yalanan.
Sarhoş, sarhoş sallanan;
Şu geçmişinin kölesi,
Şu bitmeyen çilesi,
Şu baş belası, fukara sümüğü.
Şu hanım,
Şu koca,
Şu işkenceci,
Şu şişman,
Şu kendine düşman,
Şu kürsüdeki hoca.
Onlar ki hani
Şu yazın yanıp, pişen;
Kışın tir tir üşüyen,
Hani şu lotoda hayalleri suya düşen,
Ramazan çadırlarına,
Ekmek arabalarına üşüşen.
Hani var ya
nefesi kokan
Şu perme perişan,
Şu yoksulluğu paçasından akan.
Hani şu kasım kasım kasılan,
Şu özünü, yüzünü,
Kinini; maskelerle,
Maskaralarla gizleyen;
Bataklık camızı;
Şu bedeni kaskatı kesilen,
Sevgi kabızı.
Hani şu gevezeliğiyle özünü saklayan.
Günahlarını satıp aklayan.
Hani şu var ya
Yaşamı ıskalayan,
Gülüşleriyle hayvanlığını maskeleyen.
Şu ahlak budalası,
Şu şefinin yalakası var ya;
Hani şu gudumsuz koca fil,
Şu sorumluluktan kaçan gafil.
Şu yarı ölü,
Şu meyhane gülü,
Zengin avazıyla ürüyen.
Tükenmiş de dölü,
Hani şu it gibi sefaletini sürüyen;
Aha şuradaki şehvet düşkünü,
Ağzından salya akan;
Hani şu kitapları, kütüphaneleri yakan;
Vurup yavrusunu ceylanın,
Sanki kendisi değilmişçesine
Kös kös bakan.
Bin dereden bin su getiren.
Şu toprağı, havayı, suyu;
Sevgisini, mutluluğunu yiyip bitiren,
Hitler’in, Muslini’nin madamı, yol arkadaşı;
Stalin’in adamı yoldaşı.
Aha, şu Şeytan’ın kabı kacağı,
Şu çocuk oyuncağı, kabak oyacağı;
Şu yiyip, sıçan,
Şu korkularından kaçan,
Şu kükreyen korkak sıçan.
Aha şu apolet,
Şu postal,
Şu kaban;
Aha şu kaçanı kovalayan.
Şu yalancı çoban;
Şu başına belalar açan.
Şu kaburgasız, yüreksiz;
Şu naçar, şu naçiz;
Şu dünyadan habersiz.
Baştan sona bir kitabı okumaktan aciz,
Şu kaftan, şu fistan;
Yangından mal kaçıran,
Şu selden kütük kapan,
Şu kara sapan.
Şu duygu taciri,
Şu namus, din,
Mekke’nin tüccarı,
Hani şu yalanın en acarı
Hani şu bıyığını buran;
Eşini kıyık kıyık kıyan.
Şu dallama, şu fırlama;
Şu nefesi şarap,
Osuruğu sarımsak kokan.
Hani fıçı, şu bidon,
Şu aptal sarışın;
Yarısı silikon,
Şu yer elması, boyu bir arşın.
Şu beyaz giyen kış günü! ;
Şu iktidarsız, şehvet düşkünü;
Şu şaşkın, ‘god nikht, mersi’,
Şu adam tersi.
Hani var ya şu
Düzenbaz, hokkabaz, kumarbaz;
Ukala pis küfürbaz.
Şu olduğu yerde dönen beygir;
Şu güzeli yardan, yiğidi serden eden aygır;
Şu her şeyi geçiren kevgir.
Hani şu şehrin cini, cambazı;
Hani ‘Dağ adamı, hasta eden sağ adamı’.
Şu köylü kurnazı,
Belki de şu afyon kazı
Hani şu torba,
Şu başı çorba,
Düz yolda şaşan,
Politik veba.
Var ya şu fırıldak,
Konuşan lak lak,
Süt köpüğü, pekmez kefi,
Hani şu parti şefi.
Yani şu ülkemin
Hımbılları, tembelleri;
Entelleri, dantelleri;
Yağız atları,
Uyuz itleri;
Burjuvazları, kalemşorları;
Şu lafazan demagog,
Şu karnından konuşan vantrolog.
Hani şu hortumcu, şu götüren;
Şu tüm güzellikleri yiyip bitiren;
Hani ekranlarda,
Meydanlarda ağzından ötüren;
Konuşan her hususta,
Ters yüz etmekte büyük usta.
Onlar ki
Bu toprağın hainleri, lâinleri,
Yüzsüzleri, arsızları;
Gece hırsızları;
Şu hırlayan,
Şu zırlayan,
Şu yırtık dondan fırlayan;
Cehaletini biçimiyle saklayan.
Şu çöpleri yoklayan
Hani şu hayalini saklayan,
Şu gölgede kalan,
Güneşten korkan,
Şu sağa sola sıçrayan, kuyruklu yalan.
Şu patronuna iman eden.
Şu sürü,
Şu yumurta çürüğü;
Karanlıkta göz eden;
Şu aklı bilimi kahreden.
Onlar atölyede, hızarda;
Çarşıda, pazarda;
Olar her yerde.
Şu yanında oturan,
Şu pijamasıyla evine ekmek götüren,
Şu hem nalına hem mıhına vuran;
Hani kılıktan kılığa giren,
Hani ağzından ötüren;
Hani şu yaşamı piç eden,
Şu doğalı suç eden,
Şu geviş getiren,
Var ya şu sevgiyi iç eden.
Şu oylum oylum oyulan;
Şu sürüm sürüm sürünen;
Şu şerefsizliği, namussuzluğu,
Sefaleti arkasından görünen.
Şu fasık, şu münafık;
Şu çarpık, şu sapık;
Şu hokkabaz, şu kumarbaz,
Şuradaki vurdumduymaz.
Şu duyduğunu anlamaz,
Anladığını söylemez.
Hani şu zır deli,
Budala modeli var ya.
İşte onlar:
Önce açlıkla tanıştı;
Her yanıyla yoksullaştı.
Bir zaman masallarla uyutuldu;
Hayallerle, hülyalarla avutuldu.
Aklı karşıtı.
Sonra verileni, var olanı yalayıp yuttu.
Daha sonra imanını, inancını attı.
Bir zaman sonra tüm değerlerini unuttu.
Ve bir zaman geldi,
Tüm damarlarını kuruttu.
Hani şu dizi şaşkını;
Hayallerle, hülyalarla kirleten,
Tertemiz aşkını.
Yani yoksullaştı;
Yani çölleşti;
Yani kullaştı, köleleşti.
Yani ruhunu,
Özünü, özgürlüğünü sattı;
Özgünlüğünü kaybetti.
Sonra kendi hapsini,
Kendi tabutunu yaptı.
Şu yanında duran,
Şu karşında otura,
Şu kasıntı,
Şu ukala,
Şu silik,
Şu sülük,
Şu yanındaki salak var ya hani:
En sonunda
Kendi putunu, peygamberini;
Kendi iblisini yarattı.
Bunlar değil mi ki bir zaman,
’’İmdaat’’ Diye bağıran.
Bunlar değil mi ki kurtarıcısını
Kendi bataklığında boğan.
Bunlar değil mi ki
Kimini yeren,
Kimini zehirleyen,
Yerinden yurdundan eden.
Allah’ın oğlunu bile
Çarmıha geren.
Bunlar değil mi ki
Kan ile doyan,
Gören gözleri oyan,
Yoldaşını yolda koyan,
Başını giyotinlerde koparan.
Bunlar değil mi ki
Öz kardeşine kıyan,
Canını aldığı ölüyü soyan.
Hani şu fıçı,
Şu inatçı keçi,
Şu beyni ceviz içi var ya.
Hani şu çanak, şu dönek;
Şu kepçe, şu yalak var ya.
Bunlar ki
Yalakalıkları
yardakçılıkları
Şaklabanlıkları
Şakşakçılıklarıyla
Meleği dinden imandan
Peygamberi baştan çıkaran.
Bunlar değil mi ki
Kitabı kendince, tersinden okuyan;
Ölüyü dirilten İsa’yı,
Nehiri ters yürüten Musa’yı,
Yarını önceden gören Yusuf’u düşün.
Muhammed’i, Ali’yi,
Galile’yi, Aristo’yu düşün.
Pir Sultana yapılan zulümü,
Mevlana’ya atılan çamuru,
İsa’ya reva görülen ölümü düşün.
Bakma şimdi
Afyon kazı gibi kabardıklarına.
Bataklık henüz yeni gelmiş bele;
Çıkınca boyunlarına,
Nasıl da feryat edecekler ’İmdat’ diye.
Bir de sen o zaman gör hele.
Bilirim acıyacaksın hallerine.
Sana tavsiyem,
Ve sakın ola sakın ha,
Direk elini verme.
Ne timsah gözyaşlarına bak,
Ne sırtlan gülüşlerine inan;
Asla bunların ipiyle kuyuya inme.
Böylelerine baban,
Rahminden düştüğün anan olsa güvenme.
Ve sakın ola sakın ha,
Asla sırtını dönme.
Ama gün gelir,
Devran döner;
Belki bunlar adam olur.
Belki yüreklerindeki sevgi can bulur.
Ve özlerin den bir hayat doğar.
Hani korkularıyla yüzleşen;
Hani çiçekler gibi gülüşen;
Kendi işinde gücünde,
Amasız ve koşulsuz seven;
Kasılmadan sevişen;
Hani bir karınca;
Hani ömrünün yetmeyeceğini,
Topladığını yiyemeyeceğini bile bile
Arı gibi çalışan;
Ormanda fidan,
Rahimde cenin gibi gelişen;
Gün olur,
Devran döner;
Fırtınalar durulur,
Ruhlar sükûn bulur.
Gün olur, riyalar yok olur.
Ve başını taşlara vurur,
Hasedinden çatlar da şeytan.
Gün olur Nehar olur.
İşte o zaman bir tanem işte, o zaman;
İnsanın özüne,
İnsanın özgürlüğüne uygun bir düzen kurulur.
İşte o zaman,
Yürekte çiçek açar;
Bambaşka bir bahar olur.
Bir başka sever,
Zincirini kıran insan.
Belki yüz sene,
Belki ağaca su yürüyünce.
Belki de şu yamaçlar çiçeğe durunca.
Belki de gün dağlara vurunca.
Kim bilir?
Belki bu gece,
Belki de daha önce.
Bu yürek
Kendini sevdasını bulunca.
Yani bu birey,
Bu beyin özgür olunca.
İşte,
Yaşa da gör o zaman;
Nasıl da döner dünya,
Nasıl da başağa durur
Bu kıraç,
Bu kurak tarla.
Gör o zaman,
Nasıl bağdaş kurup,
Yüreğe oturur sevda,
Rengiyle, tadıyla bambaşka.
Sen yaşa da gör o zaman;
İnsan insanı koşulsuz sevince,
Nasılda durur bu yürek aşka.
Düşünmek,
Bir yolunu bulmak gerek.
Ama nasıl,
Ama nice?
Kim kazanır,
Kim kaybeder bir düşün,
İnsan insanı sevince?
Mahmut NAZİK 25.11.2007
MERSİN
TÜM YORUMLAR (4)