TOPLUMSAL OLAYLARI ANALİZDE HAREKET METODLARIMIZ
Toplumsal hadiselerin mutlak ana etmeni insandır. Toplumsal olayları tahlil ettiğimizde siyasal, hukuksal, ekonomik ve stratejik unsurlar hadiselerin ana etmeni olarak gözükse de tüm bunların oluşturan yine insandır.
Biz insanlar toplumsal olayları tahlilde çoğu zaman etkisinde kaldığımız sistemlerin gözlüğüyle analizler yapmışızdır. Örneğin kapitalist toplumda yaşıyorsak toplumsal hadiselerin temel etkeni olan insan yerine ekonomiyi ve parayı koyuyoruz. Analiz yaparken ilahi eksenli bakıyorsak, insanı insan yapan değerlerle tahlil oraya koyuyoruz. Hadiseleri tahlilde Rabbi yok sayan yapıdaysak Rabbani öğretilerin insanlara afyon etkisi yaptığı kanısına varıyor, yaptığımız tahlillerde insanı insan yapan etmenleri değil de hayvan ve daha aşağı indirgeyen dürtülerle değerlendiriyoruz.
Âlemlerin Rabbi’nin belirlediği İslam mefkûresinde toplumsal hadiselerin temel belirleyicisi olarak insanı kabul eder. Dolayısıyla İslamiyet insanlara toplumsal yaşamları vaaz ederken, bu ilkelere mütehammil insan fıtratlı yetiştirmeyi hedefler. Allah, hukuksal nizamları koymazdan evvel, felsefi ekollerin yılarca içerisinde bocalandığı ve insanların düşünce dünyasında karakaşa yaratan tüm soruları zamansal süreçle mukayyet olamayacak derunilikte kökünden halleder. Tüm bunlardan sonra, fethedilen kalp ve ruha kendi iklimini yerleştirir.
KADİR GECESİ veya SEKSEN ÜÇ SENE DÖRT AY
Hiç şüphe yok ki biz O’nu (Kur’an’ı) KADİR GECESİ’nde indirdik. KADİR GECESİ’nin ne olduğunu biliyor musun sen? KADİR GECESİ bin(lerce) aydan çok daha hayırlıdır… (Kadir, 1-3)
Istılahi manalarda Kadir; ölçülü olmak, tedbir almak, herşeyi planlamak, hükmetmek, taksim etmek manalarınıa gelmektedir. Alllah’ın bir sıfatı olarak ise Kadir; en güçlü, kuvvetli, herşeyi kusursuzca yapan, hiçbir şekilde aciz olmayan olarak tercüme edilmiştir. (Dini Kavramlar, DİB.)
Bu Surede herşeyden önce dikkatlerimizi üzerine toplayan KADİR GECESİ’sine vurgu yapılmaktadır. Alemlerin Rabbi Allah, ilk ayette dikkatlari bu noktaya topluyor, hemen akabindeki ayette de bu dikkat çektiği hususla ilgili ibretli soruyu soruyor ve cevabını düşündüğümüzün çok ötesinde farklı şekilde hemen sunuyor.
MÜSLÜMAN NASIL OLMALI VEYA UHUVVET
“Allah’ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılın, dağılıp ayrılığa düşmeyin. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirlerinize düşmanlar idiniz. O kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve sizler O’nun nimet ve inayetiyle kardeşler oldunuz. Yine siz tam ateş çukurunun kıyısındayken oradan sizleri kurtardı. Ümit olunur ki hidayete erersiniz diye…” (Âl-i İmran, 103) Burada, Allah ile kulları arasında bir bağın olduğunu, insanları Allah’a ulaştıran bir vesile olduğunu hatırlatıyor. Müminler bu ipe hep birlikte sarılır yani dine, Resulullah’a ve Kur’an’a uyarsa kesinlikle Allah’a ulaşacak ve kurtuluşa o zaman erecektirler.
Ayette Allah’ın ipine hep birden sarılmayı emrediyor. Müslümanların, Allah’ın ipine ayrı gruplar şeklinde değil beraberce sarılmayı emrediyor. Hem bir ipe sarılın, hem de beraber sımsıkı sarılın. Yani Allah yolunda beraber ilerleyin, beraber düşünün birbirinizle yardımlaşarak hareket edin. Birbirinizin elinden tutarak hak yolda ilerleyin, aynı hedef doğrultusunda beraber yürüyün. Farklı yollar takip etmeyin. Ayet şiddetle tefrikaya düşmekten de nehyediyor. Hak yolda gidenlerin arasına fitne ve tefrika sokan çok olur, Müslümanları bölüp onları parçalamak isteyen ve onların kardeşlik bağlarını bozmak çabasında olan düşmanlar devamlı olacaktır. Kur’an, bizlere düşmanı da tanıtıyor; biri dini, Kur’an’ı yok etmek isteyen, Müslümanların hak yolda gitmelerini engelleyen, Müslümanların birliğini bozup onları tefrikaya düşürerek sömürmek isteyen kâfir, müşrik, münafık ve emperyalistlerdir. Diğeri ise bizimle aynı dine inanan, aynı kitabı kabul eden, aynı kıbleye yönelen ve aynı peygamberin ümmeti olduğunu söyleyen ama bizimle anlaşamayan arada tefrika olan kimseler.
Birinci gruba yani düşmana karşı; savaş ve cihat öngörmüştür. Düşmanı yok edene kadar mücadele edilmesi gerektiğini beyan etmiştir. Kur’an’da cihat hakkında geçen ayetlerin hepsi bu düşmana yöneliktir. Kâfir, müşrik ve münafıklara karşı savaş ve onların yok olup, yeryüzüne Allah’ın dini hâkim olana kadar savaşı öngörüyor, ama ikinci gruba karşı mücadele ise çok farklıdır. Allah, çok değişik bir metot ve yol göstermiştir. Müslüman kardeşlerimizle aradaki kini, düşmanlığı, kırgınlığı yok etmeye emrediyor: “Ve iyilikle kötülük bir değildir. Aranızdaki düşmanlığı (kötülüğü) en güzel bir muameleyle defedin, bir bakarsın ki aranızdaki düşmanlık olan kişi, sanki senin en yakın bir dostun olmuştur.” (Fussilet, 34) Görüldüğü gibi Allah, aranızdaki kini, düşmanlığı, kırgınlığı yok etmeye çalışın buyuruyor. Elbette bu zor bir iştir herkesin yapabileceği bir çaba değildir. Kur’an, bunu: “Bu huy, sabredenlerden başkasına verilmez ve akıldan, tedbirden büyük hisseye sahip olmayanlara bu nasip olmaz. Ve eğer şeytan seni vesveseye düşürür de bu huydan vazgeçirmeye kalkışırsa hemen sığın Allah’a; şüphe yok ki O her şeyi duyar ve bilir.” (Fussilet, 35–36) şeklinde ifade ediyor. Müminler bu şekilde kardeşliği engelleyen pürüzleri ve zorlukları yok edecekler ve böylece Allah’ın ipine sımsıkı sarılmış olacaklardır.
İslam’da kardeşlik denince elbette ilk akla gelen Ensar ve Muhacir kardeşliğidir. Bu kardeşlik bilinmeden, anlaşılmadan gerçek kardeşliği kavramamız zor olacaktır. O bakımdan bu kardeşliğin gerçekleşmesini sağlayan mayanın ne olduğunu iyi öğrenmemiz gerekmektedir. O sahabelerin hayatlarını iyi idrak etmemiz gerekiyor.
Muhacirlerden Abdurrahman bin Avf, ensardan Sa'd bin Rebi ile kardeşleştirilmişti. Sa'd b. Rebi kardeşi A.bin Avf'a; “Kardeşim! İste evim, yarisi senin, işte mülküm, yarısı senin, iste eşlerim, birisini boşayıp seninle nikâhlayayım.” diyerek fedakârlığın en uç örneğini ortaya koyuyordu. Ancak Abdurrahman bin Avf, hazırcılığı iyi görmüyor ve Sa’d bin Rebi'ye, “Sağ ol Kardeşim, sen bana çarşının yolunu göster, bu bana yeter.” karşılığını veriyordu, çalışıyor ve çok kısa zamanda Medine’nin zenginleri arasına katılıyordu. (Buhari, VI/342) .
NEVRUZ ve DİRİLİŞ
Tabiat kuş uykusundan uyanmaya başlıyor. Her canlıda diriliş hâkim oluyor. Güneş ısı ve ışığını tüm dünyaya (iki yarım küreye) eşit olarak yayıyor. Güneş, Koç burcuna giriyor. Doğaya karşı ısı ve ışıktaki eşitlikler insanı dahi hayrete sevk ediyor. Hayretin güzel sarhoşluğuna kapılan insanlar bu günleri bayram neşvesi içerinde kutlamaktadırlar. Günümüzde olmasa da daha önceki dönemlerde bu günlerde kadın, erkek, genç, yaşlı, zengin fakir hiç ayrım olmaksızın aynı mekânlarda toplanırlardı. Herkes kendi ateşiyle, yakılacak o büyük ateşe alev katarlardı. Ateşin temizleyici gücüne inançlarından olsa gerek, hep birlikte yaktıkları bu ateşe işledikleri günahlarını atar ve tertemiz olma yolunda büyük gayret sarf ederlerdi. Dargınlar barışır/barıştırılır ve zenginler mallarından infakta bulunarak fakirliği ortadan kaldırırlardı. Fakirliğin doğurduğu ahlaki yozlaşmayı da kaldırmış olurlardı. Daha sonra ise herkesin birlikte aldığı büyük kazan yine herkesin bir ucundan tutmasıyla yanan ateşin üzerine konurdu. Kazanın içerisine herkes toplayıp getirdiği doğanın en değerli nesnelerini koyarak “sümölök” adında bir macun elde ederlerdi. Bu macunun faydasına gönülden inanmaları nedeniyle kazanda hiç sümölök bırakılmayacak şekilde yenilip bitirilirdi.
Tabiatın merkez öğeleri olan su, ateş, toprak ve tüm canlı-cansızlar tabiatın yaratıcısı tarafından eşit kılındığı inancı felsefesiyle herkes kendi lisanı halleri ile cins-makam ayrımı gözetilmeksizin ilahi güce dua ederlerdi. Aynı dua ve yakarışın bu günde olması ise herkesin kendi günahlarından arınmada yine eşitliğe inancındandır.
HİCRİ YILBAŞI VE HİCRET
Birçok topluluk inandıkları değerleri yıllar boyu yaşamak ve yaşatmak için, bir takım prensipler gütmüşlerdir. Bu prensiplerin başında, kimilerini en değer verdikleri hayvanı, en sevdikleri cisimleri, en sevdikleri insanı ve kimileri de yaşadıkları en önemli olaylar milat olarak kabul edilmiştir. Tarihlerinin başlangıcı olarak kabul ettikleri bu milat, yıllar boyu kabul edilen toplumlarca yaşatılmaya çalışılmıştır/çalışılmaktadır.
Hıristiyanlaşan topluluk, inandıkları dinin liderleri olarak kabul ettiklerinin doğumunu milat kabul etmiş ve bunu dünyanın çoğu ülkelerine de milat olarak kabul ettirmeyi başarmışlardır. Allah katında en mükemmel tek ve son din olarak kabul edilen İslamiyet dinine inanlar, milat olarak, Âlemler’ e rahmet olarak gönderilen Peygamberin, Mekke’den Medine’ye hicretini kabul etmişlerdir.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!