Kutsal üç'ten iki tane, ve hatırsız şanslı altı'ya bir üç tane ekleme, koç'a şanslı gelir dokuz sayısı gene.
I. 3,5 KİLOLUK, DAMIZLIK, YANAKLARI BALONCUK TİLKİ UYKUSU
NE KADAR ŞANSI VARDI TİLKİ
OLMAK İÇİN BU TİLKİNİN BİLE.
KÜMESE DALMAZDI AMA HER GECE
DE UYKUSU GELİRDİ DÜZENLİ ŞEKİLDE.
BÖYLECE, ACAYİP, UYURDU TİLKİ;
BURNU UZARDI UYKUDA PİNOKYO GİBİ.
RÜYALARINDA GÖRÜRDÜ BUNU:
TİLKİ OLMAYA ÇABUKLAŞTIRILAN TİLKİ;
UYANINCA GÖZÜ BİR ŞEYİ GÖRMEZDİ.
AMA UYANINCA DA ZATEN,
GÖZÜ GÖRMEZDİ.
II. BALI ŞEKERSİZ KAHVEYLE EYLEYEN GÜNÜ GÜN EDEN HIRSIZI
- KİM OO? KİM VAR ORDA..
- HIRSIZ!
- HA HA...
- EŞYALARINIZI ALMAYA GELDİM AMA SENİ BIRAKICAM
- (NEDEN, SEN ADAM ÖLDÜRMEZ MİSİN... ALLAH ALLAH
- HAYIR, KAPKAÇÇIYIM.
- EEE?
- ÇANTA KAPIP, ÇANTAYLA KAÇARIM.
DEĞİL SEVMEDİĞİMDEN SENİ ALMADIM...
-MEDYUMUMSU.....
-HAYIR HIRSIZIM. ADI ÜSTÜNDE, HIR-SIZ.
HAYAT ÇALARIM,
BU DÜNYADAN YAŞAM AŞIRMAK)
DOĞAÇLAMA DİYALOĞUMSU
III. VAR MI DÖRT YOL OMUZLARI'NDA BİR NEVİ BİR UĞURBÖCEĞİ? ?
*uğur böceleri
ama uğur böceklerine el sallatmak lazım, sevgililer için.
sevgililer kendi sevgilerini hep kendileri yontmalı ve azim göstermeli. uğur böceği de gerektiği zaman olaya müdahele edeblmek için gülümseyerek kenarda oturup çayını yudumlarken,rahat, beklemeli
*dört yol omuzları
dört yol ağzındayım.
belki bilmiyorum
ne vardı ya da ne yoktu
ama karanlığın içinde
o bir şey kesindi.
ona doğru gittim
ve kendi kararlarımla
gücünü hissettiğim
omuzlarımın
uzattığı ellerime
asılı yine.. seyreden parmaklarımla
kavradım şüphesiz onu.
ve şimdi işte dört yol ağzındayım.
buraya ulaşamazdım, eğer bunu yapmasaydım.
buradan kalkamazdım bunlar başıma gelmese.
demek ki kalkacağım, doğrulacağım ve
oraya doğru şüphesiz yine gideceğim.
*bilekten akla
Evet, şüphesiz bilinen ki, yoktur
bu omuzlarda bir tür uç uç böceği.
IV. ZARDOZ TEPELERİ
Zardoz tepelerinde insan öldürüyorlar.
Cellat kaldırdıktan sonra bıçağı, sesini duyuyor masum mahkumlar.
Kafalarında siyah bohça, kapalıdır gözleri.
Ses duyarlar.
Algılarlar korkudan.
Çarmıh önceden kurulmuştur.
Hep, önceden kurulmuştur, bilinmeyen bir zamandan.
Oralarda kurda, kuşa sunulurlar.
V. GAYBN AKORD NEON
… And, maybe even i are getting more sincere with you, with you!
(Velki daha bile samimileşiyoruz beniz, seninle, seninle! ...)
Sistemde irtifa kaybediyor; hatta sistem alçalıyor, onun kendisi.
Ama bundan farklı olan bir şeyler var ve o devamlı yükseliyor!
Çünkü onun kendisi de orada duruyor, titreşerek duruyor.
-
Herkes cam kubbelerin altında yaşar normalde;
güvenlidir böyle, uzaydaki bir masmavi inci tanesi üzerinde:
Orası güvenlidir ve azmi yoktur,
çevrenin dış yüzeyine ulaşmak için -
Clémentine'in küresini tırmanacak kadar.
Ki oraya ulaşınca, bilse ya da bilmese,
yalnız kalacak, pür duru, huzur, bir yalınlık.
Saf, arı, arındırılmışlık, kirle gelir.
Çamura yattıkça o, ışık kendi şiddetini arttırır,
mağaradan hortlayan canlı tutmak için insan ırkını.
Evet mağara duvarları raks bilmez, ses vermez;
suda buz erimez ya da zengin züğürde kıl kurdu denemez:
nadir bir örnek, su aşağıda ergir, buz aşağıda süzülmez:
Bir kereye mahsus Zardoz Vortex'inde
uğultusu tırmalayanın kulakları sağır edercesine; sükunun çevik, iş bölümcü, yaratıcı olmayan ama zeki
.. arısını, güzel çiçek özü öbeğine doğru uçurduğu.
Kendince sunulması beklenmelidir, sanatsal karışımları yine kendince olanın.
Yoksa bireyselciliğin böyle toplumla farklılaşırken aynılaştığı bir noktada,
O yok mu ki orada...
Kişi önce yemek yer, sonra en ağırın
hafif olanlarıyla çok sayı'ların kiloların, şekillendirir:
Hamdır Atam Türkiye, doğru demişsin, hammadde;
heykeltıraşın elinden çıkma, yontacak kendisini mükemmel ölçütlere...
Zor şeydir sevmek birbirini, göze alınası;
kavga etmeden duramadı dünya,
sevmek için kucaklaşan 'budalalar sürüsü kültür cambazları' cephede. -
cımbızla sandılar çektiklerini
- ya da zekanın bozkırda at koşturduğu bir kör cehalet ki bir bilinç,
suçlu mu suçlu;
o,
bebek canı takdis ederse, öyle ya uğurlar ola böyle kutsanmaya (!)
UFO'lar gibi işte, Yüce Atatürk gerçeğin devrimleri
ya da devinimleri Rönesans'ın.
Gerçekle rüyanın örtüştüğü aşk benzeri bu biçim gezegende.
Sevgi en yüksekte; istisnai, aşk ezdi geçti …
Olanlar geldi ve durumlar değişti.
Ötesi berisi yok, hepsi bu
…Ama olanlar geldi -
varlık tozu, onlar; ışıldayan tozu
- olanlar.
(Kim onlar?
Ortaya çıksınlar!)
ve olanlar,
onlar;
16May’05
VI. 16 MAYIS 2005
Farkındalığın ağrı pınarları:
Onların merkez içinden şavk,Cennet eşiğinde zonk zonk;
Gördüğü umarsız şahitliğin, olmadığı belirsiz ölü bir gelin.
Zamanda uçan, ihanet ona; zamana aldattmak, bu kendine.
Öp, koymalı baş köşeye, Hatırlanmak için çabalamış En mücadeleci aptallığı.
Ne için uğraşa ki insan?
Bir yudum sevgi herkese Olsun en güzel saf ihsan;
Kurşunlar gelirken, sere; İçine bakmayı uygulasa.
Niye at koşturan iken oldu Votka uçkunu, Kırgız …
Sen, ilgi mi görmediğinden.
Uğraşıp biz dursak da, ona bavulculardan daha uzak
Olduğumuzdan mı, ister sevgi, Aşk; dokunuş, belki sarsmak
Ve kanepeye oturtmak; Kendini ifade, affetirmek.
Futbol oynayanların önünde, Savaş için bir takım kuşanmış;
Surların kavuştuğu kalede, Nefret ve gurur yersiz adına.
Diğer takımsa gökte şu anda, Ama zaten çimde, uzak kalmaz
Hiç, debelenmek istediğinden, Tokatlar yedi bir de, us şaşmaz.
Ve dans ediyor yine kırmızı kalp, Ne ki, demişler adına aşk, sevgi.
Halbuki azimdir var ediveren ışığı; Akıtan pıhtı kanı, utandıran yüreği.
Utanınca Kıpkırmızı, tamamen arı.
Böyle de aramak lazım gelir Kaybettiklerimizde körpe varlığı.
Kavga değil, ölümüne uzlaşı.
Katışıksız gülleler, vücuda inerler; Gördüğün ama hissetmediğin;
Ruha nüfuz etmişler dönüşürler Katışıksız, gülleleri iflas ettirirler:
Gülle değildir üzerine düşenler; Yapraklardır ayrılıklar, yalanlar;
Saçtan dökülen,beden, lülelerdir Ama balyozdur ağaçtan dökülenler.
VII. ARKADYAN DÜŞLER
Bacaklarım yok ama kollarım, onlar da ok
Bir yay gördüm, tuttum onu, içbükey
Dünyanın merkezine, kucağına Shagma’nın,
Alışveriş yok, alan belli, satan belli.
Alışveriş yok, alan belli ve satan.
Spartacus, Bob ve Rebecca insan.
İnsan değil, diğer bacaktan yoksun bazı yaratıklar
Alışveriş yok, alan satıyor ve satıyor alan.
Nazca, bir uçak pisti gibi;
Var her yerde, büyük mü büyük bir alan.
Etraf, bucak, karış karış, ama yok talan.
Büyük edinimler ele geçirecek yol varan!
-
kelimeler.
Nazca ve Arcadia
VIII. SEBEP OLUNMAYA KALKINMAK
Sebep olmak önemlidir bir şeye, ayrılığa sebep olmaksa kötü.
Hıçkırışı gibi anlayamayanın, ama ağlayamayanın, serilip
Dökülen, yas tutamayanın. Fırsat mı yoktur, karışık mıdır
kafası, yürek öyle üzgündür Ve ayrılığa sebep olmaksa
en kötüsüdür hatta olmuşların. Fakat bir suç mudur, hata mıdır.
Ağlayamayan ağlayamıyorsa? Belki suç değildir hatadan az.
Ama yine de hata en masumdur; hatalıdır sevgili, şeklen iğreti.
Sebep olmak önemlidir bir şeye, düzeltip hatırlatmak, koşmak;
kalkınmaksa daha önemli!
Bütün mesele bu, kalkınmak, tutuşturulmaya ve dönmek
Hemen, ordan gecikmeden -Söndürüldüğünden, suyla
- Sallantısız ve mütemadiyen.
VIIII. GERÇEK
Ruh dansı tüllere bürülü, zerrecikten ışıltılı;
Parıldıyor sahici, kor gibi ve pür coşkulu
Kulaklarımız uğultulu, dertler bir vızıltı;
zorlama yürek ama sevince durmuyor.
Sanat bir hangame, insan gider gerçeğe;
aklı olan arar, bulur, beynimiz var …
kürek kemiklerimizdeki görünmeyenler
kanat, götürürler, kaldırırlar zan altını.
uğraşı gerektiren zanaat, beklemek;
ektiğini biçmekse biçeceğini ekmek.
Ne var ki benimsemek bunu, duruyu;
keşfetmek, güzelin altındaki daha güzeli
Bunu ve hep yapmak, vazgeçmeksizin;
avuç içinde yükseltmek katıksızı, iyiyi.
Zor olabilir olabilecek şeye yön vermek,
katılmışından çok, katranın una hamura.
Kolaydır olduğu için zor, hafızadır erek;
Ellerin tutuşundan, zamanı, bükerek.
Şekillenmemiş şeylere insanlar elleyecek,
Aldıkları güçle kendi öz arzularından:
Bir isteme tutuşma yön verir, sarı alev
Su ile güçlenir, kül geriye kalır, bir dev
Doğrulur, gaibe göçer, tecrübe edinir
Ve orada canı sıkılınca tekrar geri gelir.
Gördüklerini anlata dursun eşe dosta,
O gördüğü zifiri ateş daha yoğundur.
Yeryüzünde bu sefer suya yönelir,
Yönelttiği su, barındırılan fişeklerdir.
Ve böylece kucaklar büyük o mutluluğu;
Görmüş olduğu, kaybettiği, sonra aradığı
Ve yine bulduğu mutluluğu, bedensel
yaşarken kalkınan böyle özde bulduğunu;
Daha büyüğüyle bulduğunu, ‘seyircisi merak’
bir dar tiyatroda onun çıkarsız savunduğu
ki bitmese de merak, yerini devreder;
olması gerekir çünkü merak güçlenmiştir.
Merak iyi şeydir, hayallerse daha güzel;
Rüyalar olunca öznel, meraklar gerçek.
Öznellikse değil dışarıyı dışarılamak,
Onu içine almaktır, bir şeyi korumak.
Bunu yoğun yapar erkek ve savaşır,
Yapmayınca bunu sevmiştir ve kadın susar
Hepten, yaşlandığını sanmaz,
İhtiyarladım der ve başlar suçlamaya.
Sessizlik ve savaş bir arada yaşanır
Bu ortamda, tuhaftır bu ve anlarsın
Yaz geldi yine, kış geldiğinde.
Etraf tertiplenmeli.
Daha sonra düşünürsün;
Anladığını, bilmişsin.
X. İKİ BİN BEŞ'TE BİR 'MAYIS ERKEN SABAHI'
Coşkulu bir Eurovision coşkusu aydınlattı gibi geceyi,
ilerleyen gece getirdi erken sabahı.
Olanca loş salona sızan ışık;
televizyonun sesi, çalışır, susmaz;
içeri odaysa kuş sesli ve apaydınlık.
i.
Kuş sesleri geliyor dışarıdan.
Şehrin ışıklarından.
Baharda sabah sessiz,
içimde tuhaf bir huzur.
Bir şeyler ötüyor.
Ötüşüyorlar
cırcır, cır cır …
kıkır kıkır …
(Bir çöp kamyonu,
demin derindi sesi.
Hayır güçlü değil, uzaklardan …
Şimdiyse yakında sesi.)
Sonra da küçük kuş sesleri,
Onlar da fark ediliyor:
Cik cik cik,
şıp şıp …
Sanki su sesi.
Önceki duyulan sesler,
karga ya da ağustos böcekleri
ama daha Ağustos gelmedi ki,
(Bunlar) Karga olmalı -
diğer su sesi ise baharın küçük kuşları olmalı
- penceremin önüne tüneyen;
korkulukları’nı arayıp
bulamamış kargalar
bunlar olmalı
*
İlk kez
böyle duruldu bu sene
sanki,
bir Mayıs sabahı:
Sanki, ya rahatlayan
kanatlar,
yorgunluk rehavetleri
ya da çok daha iyi
bazı gelişmeler
yolda
ii.
Ara sıra gittiğim salonda
Amerikan basketbolunu
tartışan üç kişi,
Ama nerdeyse
‘üç beş kişiydi..’ denilebilesi:
Ne oluyor,
neler bitiyor …
Biri var,
duba gibi; gülüp yorum yapıyor
Amerikan basketbolcuları üzerine.
(Belli, hiperaktiflikten yerinde duramayan;
yemeye vermiş kendini, yemiş ha babam.
Koşamamaktan değil, içini zor zapdediyor;
Gitse nereye gidecek?
Dünya küçük, o dolaşmak için fazla hızlı;
koşsa bitirecek hemen dünyayı.)
Sanki alakasızlıklar
var havada.
Demek gerçekten
bu sabah huzurlu.
(ama) kabaracaklar
daha kudurmadı; uğultulu
az iç rahatlığı’ndan
veya pür bir ferahlıktan,
belki de yararlı.
22 Mayıs Pzr 07:05/ 10/ 17/ 19
/22 /38, 08:44
XI. ‘OLMAK’ MUCİZESİ
Olasılıkların pay ve paydası, sizler mi soktunuz bebeği oraya?
Bak doğdu, beklemişti, ağladı gelirken, soluklanacak ve güldü bak!
Nefes almak bir kalemde, hakettiğin o en güzel ölçüde!
Doğa yaşatır bizi, sevilmek ister herkes, tabiat sürdürür çiçekleri!
Büyük mucizelerden biriyken bir gelinlik yakalamak;
umudun devamını mı gördün, masal sanırken rüyaları, sen sürdürürken?
Evet, kendi elinle sürdürürken, hiç gerçekleşmez sanır mı insan?
Büyük mucizelere gebedir hayat, istenen bir de çalışırken
ve buna getirilen kanaat, en güzel törpüdür o, bilen.
Uğraştığı şey adına kendini bilinçli sergileyen, bak sen bir de rahat.
Kolay mı geldi rahat, kolay mı? suçlamak kolayken rahatı.
Bir varoluş senfonisi bu, bitmesi beklenmezse bitmeyecek.
Dilenen olur, istenen; yoksa kişi sokakta dilenen olur.
Ne kadar da benzeşiyor değil mi kelimeler, aynadaki akis.
Ayırmak lazım, birini diğerinden; aynayı tanırsın yoksa,
Tanımazsın kendini; yoksa bu dünyada önceliği doğuma
verdim sanırken geçen bir süreç yerine, bakar anlarsın
geçen anı da yitirdiğini, yeltenirsin birkaç yorum yapmaya;
kar etmediğini görünce de, suçlamaz mısın her şeyi?
Fakat suç bu değildir, suçladığından çok bir zamanlama
hatasıdır kendine senin oynadığın, belki de kendini bile
oyuncu sanmadığın, yoksa yok mu böyle şeyler, dil yalan mı söyler?
Yoksa tamamen pür müsün, kir katılmayan, neşesiz misin?
keder sahibi misin yoksa? Ama bu sendeki sessizlik
değilse nedir gamın içindeki süre giden çökelti oradan
buraya fırlatıp atan, içine mi gömdüğün? çözelti, buhar gibi değilse.
Kaç ten eskitir Yakın Çağ’ı yaşayan günlük söylevlerinde?
Büyük Nutuk yalancısıdır onun, günce tutar, tek günlük yaşamaz.
Esas sensin kibrin elinden çeken, o halde kenara koy uğurböceğini
ve bir düşün, buhar dönüyor ama sedasız, halbuki maddenin halleri var.
Doğaya sakın karşı gelme, gördüklerini ise eğreti sanma;
insan boynu eğildiğinde, ifşa olur sevinçle kalkar ayağa şaha! !
Bir özür dilersin, hiçbir şey kaybetmezsin, sökük dikersin.
Merak eder ama sormazken bir bakarsın gebe kalmışsın:
(Yoksa buna ağlar mısın? “İnadı kötü olan şeye sergile! ” diyenler vardı sana.
Aslında bir kişiydi ya.) Fazlaca komik olmaz mı mengene parmaklar sahibine.
Sonra aramaya başlarsan ve hep, bir de baktın doğurmuşsun.
Ebedi sevinç işte o anlarda gelir ve bu hiç de bir çöreklenme değildir.
Pişmanlıklar mı var yoksa, evet bilirim pişmansındır, hem de en çok.
Neden, çünkü en güzel şeyin pişman olmamak olduğunu bilirsin.
Ama demez birisi, ‘O vakit sen sevmiyorsun da kendini’:
Küçüklük bunu demekse ki öyle, bir hareket, görülesi, hepten,
daima, yine: ‘en çoğu’ndan temelli; ‘en azından’ demekten, çok zor.
Bir kere batır kendini, sonra çıkman senin kolay, bu biraz öznel.
Bak gelicek yarınlar, bu gece bir çaba olacak, tepki merak:
Beklediği aslında beklemediğidir, soğuk hava seven bir akrebin;
akrep çıkan kovuktan, sokmaya gelecek, başarmaksızın gülecek;
ve lavabo yaş artıkları ve buzdolabı açlığı ve öncesi ve sonrası; égel! ”
XII. HIZDA DURMAK
a.
Halter kaldırmak gibidir sıkı bir koşu yapmak.
Ama görmeden nakarat sallaması gibidir boksörün, şiir yazmak.
Kan ter içinde, ringde, terlemeyene karşı,
Hızlı yada maraton, ama hızlanarak yavaştan –
Tadını vere vere ve sindire sindire havaya.
Damarlarında esen rüzgar, damlalarıdır feveran kan.
Kaldırdıkça kalkan, kalktıkça coşan.
b.
Zardoz tepelerindesin, ne bir avuç su var ne de kan. sadece taş
Ve devamlı koşarsın bu ortamda. Dağın sonu gelir, göğe çıkılır,
Gök biter, yeni gökler yaratılır. Aşk bundan aşktır.
Yaratır, bir de yoktan yaratır.
Bir patika bulursun görünmeyen bir şey altında ve üstünde
Ve her bir yakasında. Tümlersin. Ve dere, nehir olur.
Sonra anlarsın, zaten nehir zamandır.
Zaman akar ama buna rağmen onu akıtırsın
Ve bu zaman da zaman senden kaçar.
Ve kaçan artar; devinim kazandıkça uzaklaşan,
Zaman gene hız kazanır, ve yine seni kendinin içine katar.
Dönmedolabın içinde oradan
buraya savrulan bumerang olmak belki de budur.
Ama bumerang, sıra dışısal, aşkta hep dönüp kendine vurur.
ve yeniden zaman senden uzaklaşır.
Rüyalar gerçek olmaya hız kesmez,
gerçek aşk asla “tamam” demez.
Bir tanem sen benim meleğim olsan sana kanat takamazdım ki,
Seni doğuranlar sana takmamış onu.
Sen beni üzdükçe aklın karışır, bilmezsin yaptığın şeyleri;
Düşüncelerinle duygularım kapışır, hislerinle akıl yürütüşüm.
Evet, zamanın ilelemediği noktadır bu.
Aslen bildiğin bir şeyi doğrulamamaktır soru.
Ne yapsan da kaçamazsın.
Çünkü yadsıyamazsın.
Evet aşk dediler adına para da bastılar.
Kalpazanlar. Sıfır kuruş olsa, geçmez hiçbir yerde;
Evet bir güzel aşk yaptılar:
Evet, ne yapsan da kaçamazsın,
Çünkü yadsıyamazsın.
ilk şekil
25.05.’05
Kayıt Tarihi : 27.5.2005 07:52:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Akın Akça](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/05/27/on-iki-leme-on-ikilem-e.jpg)
Anlamın içinden anlamı kavramak çok zor insanlar her şeyin kolayına kaçmışken...Sevgilerimle Akın..
TÜM YORUMLAR (2)