Yılların ardındaki kovalamacalar bunlar, bir sen varlığı, bir ben gölgesi, hasretin sahipsizliğinde vurgun yemiş yürekle, içime düştü hasretin, ruhumdan düşmüyor varlığın, yılların ardında kalan sahipsizliğimle diş biliyorum geçmişime, unutmaya dahil, unutulmaya dair ne varsa hepsini hapsettim içime ki hâlâ çıkmıyorsun içimden... Gece kovalanmaları bunlar yalnızlığın hırıltılı sesiyle, kimsesizliğe kapı açmak için son dövünmeler bunlar, güneşin ışıklarında erimek için son bekleyişler bunlar, ay tutukluğu bu sabaha uzayan zamanlar ve sensiz bir akşamın yokluğunda dağılmalar bunlar...
Adını dahil ettik kayıplıklar beldelerime, adını dahil ettim yürek vurgunlarıma, adın dahil oldu son nefesimdeki adına, kimsesizliğimin hesabını sana yazarken kalem kırılması bunlar...
Bu son şans, bu son şans sallanışları, bu son şansın arda kalacakları, unutmakla, düşlemek arasındaki köprüdeyim sesin alt şelale sesi duyumsuz, doyumsuz. Ben sensiz de yaşamak için doğdum belki de sevgili, belki de sensiz ağlamak için doğdum sevgili ama omuzlarıma hasret düştü gayrı derman bitti sevgili...
Derman bitti sevgili, satın alabileceğim hiçbir şey yok artık bu evrende...
Sevgili... Yaşadıklarımın ve de yaptıklarımın tekrarı ise yaptıklarımla doyuma ulaşamamış bir yüreğin arayışları olarak görmek gerek, ki tekrarını yapmaktan da hiç bıkmam yeter ki yapacağım buna değsin...
Duvarın arkasındaki hayallerdi aslında duvarı atlayıp gerçeğe dönüşmesi için bekleyen...
Sen her şeye hayır dedikçe, vazgeçilmiş umutların toplandığı yer oluyordu duvarın arkası...
Ama bir gün bir demet ışık kırılganlıkları ile ulaşacaktır hedefteki gerçeğe ulaşmak...
İçine içine sindiriyordu “sen benim gerçeğimsin” derken arlı düşünceleri, arlı davranışları, arlı el tutuşmalarına uzanıyordu içindeki tüm arzular...
“Sen benim gerçeğimsin” uzak bir ihtimalde kalsan bile “uzakları yakın eylemek” ata sözlerindendi, ki artık davranışları buna göre seçiyordu...
Duvarlar ve de umutlar, duvar duvar yılgılar, duvar duvar korkular ve duvarlar boyunca sıralanmış bekleyişler... Hepsi yarınlar, hepsinin ardındaki bekleyiş hep yarınlar, sevmeye dahil, sevdaya dair umutlar ve de sevdanın içinde kalabilmeye dahil bekleyişler...
Yalnızlık beni düşürür be sevgili düşürür...
Yalnızlık beni düşürür, kaybolurum batakta o bataklık da, senin yokluğun ise...
Kimsin sen nesin ve de nerelisin demek de istemem ama bir kurşun olup işledin içime... Tüketme beni sevgili, yoruldum gayrı...
Bir ilkbahar, bir yaz, bir sonbahar, sonra kış, ayaz mevsimi, kırık güneş zamanları ve bir hasret başlar geceden sabaha, mevsimden mevsime ki her kış ben üzülürüm, çünkü her kış sen üşürsün... Ve ben her kış seni daha çok severim ve ben her kış daha çok acı yaşarım, kar yağar kış dediğinde, ayaz olur omuzlarda, yapraklar donar, denizin rengi bir başka olur, mezarlıklar bir başka kokar ve ben her kışta hep soğuk mezar kokusu duyarım ciğerimde...
Buruktur, kırcaldır, ayazı içine saklar ve ben her kış bir başka şekilde ölürüm, bir türlü bitmez ölümler, bir türlü sen gelmezsin, bir türlü ben istemem senin gelmeni, ikilem bu acının üstüne acı atmak ve ben hiçbir kış gömemem seni gayrı onu da bilirim...
Ne bitmez tükenmez yaraymış bu her kanayışında öpsem de geçmez kanaması, her kanayışında bir evvelden fazla sevsem de tükenmez kış sevmeleri ve ben seni her Pazar bir mezarlık dönüşünde bin kez daha fazla severim ve ben bin kez daha fazla ağlarım, galiba hazan yağmurları çarpar yüzüme soğuk ve hınçlı... Ve ben her kış seni tekrar gömüşümde tekrar öperim donmuş buz kesitlerinde ve de her kış bir kez daha korkarım son kışların ayazı deyip seni hatırlamamaktan...
Gelecek bizi huzursuz edecekti...
Sen kazanmışlığınla övünç duyarken, ben kaybetmişliğimin ezikliği ile yaşayacaktım...
Her şey bir oldubitti ile gelişirken, çarpışan ruhlarımızın aynı anda devrilişleriydi belki de bizim sessiz kalışımız...
Hayatın bir bağı vardı, bir türlü çözemediğimiz ve zorlanıyorduk çıkmazların içinde kıvrandıkça...
Kaybetmiştim, hepsi dolu bir kaptaki su gibi gerçekti ve ben kaybederken kazanan oldukça sen, yılların ezikliğinin hıncını çıkarırcasına, basıyordun böğrüme topuklarını...
Yeni bir gün yeni bir sabah, kahır zincirlerini koparıp atacağım an zamanları belki de, bir tek söze bağladığım hayatımın kopma zamanları belki de...
Belki de azat derler adına oysa yeni bir boşluktur attığım adım, sensiz nefeslere koştuğum ilk adım, sensizlikten korktuğum zamanları düşündüm, geleceğe attığım korkulu anlar geldi aklıma, heyhat, ne gereksizmiş oysa şimdiki yaşama göre...
Zamanı kolluyorum sensizlikteki huzura bakıyorum kırık dökük bir arda kalan senden başka bir şey yok, onlara da meydan okuyorum hesapsızca, boş ver gerisini, sensizlik de bir yaşam derken... Her şeyin bir değeri vardı ruhta seninkine bakıyorum da riya kaplamış ihanetin ardında kalanlarla...
Cehennem kapısı bir sabah, yer gök hava yangın yeri. Geçmişin tüm zamanlarına acı atılmış, kapıları kapalı bir yaşam, unutulmuş ne kadar acı varsa üşüşmüş bir anlık zaman. Kayıplıklara yemin edilmiş aranmayasıya. Her şeyin ardına bir kahredici siluet sızmış, baksan gözlerin yanar, bakmasan yüreğin.
Akşamdan kalma bir rüya yapışmış göz diplerine. Kâbus saçılıyor ortaya, yemin yemin üstüne hatırlamamaya dahil. Geçmişe bir köprü kurulmuş hiddete dahil. Sabır zonklandırıyor beyni geleceğe eyvallah. Unutulacak ne kadar isim varsa hepsi kol kola bir kâbus ve ben tutsaklıkla küsmüş yaşama eyvallah... Unutulacak ne kadar sevda varsa hepsi kol kola ona da eyvallah...
Adımlamadığım kaç arka sokak, kaç kuytuluk kalmıştı, kaç gölgeliğe sığınmamıştım bu can telaşıyla,
kaç pergel açılımı bu çemberin içinde dolanışım, kaç hayat savruluşu bu, sevdim demenin ardına yapışan sevda, tüm kuytulukları ezberlemem şart mıydı, tüm sıkıntıları sırtlamam şart mıydı, hangi aşka dair kurallardı beni sarsan, savuran, kimlerin ateşinden atladık ki bedenimiz tutuştu, yangın yerindeki közler miydi yüreğimize dağlamak için yapışan ve sen, sevdim derken yüreğimin sarsılacağını bilmez miydin, bu kulvarlarda beni sahipsiz bir başla bırakan, darmadağın bir ruha mahkum edeceğini bilmez miydin? Aslında kolaydı aşk, aslında dağılmamak gerekti aşkta...
Aslında çok sevmenin bedeli olmazdı aşkta, aslında sahipsiz kalınmazdı darmadağın olarak aşkta, işte sana anlatamadığım buydu riya olmaz aşkta derken... Yalan da olmazdı, sever gibi de yaşanamazdı aşkla, hepsi dosdoğru aşka sahip olunmalıydı, işte sana anlatamadığım aşkta var olmak o kadar da kolay değildi... Aslında sadakattı bu sorgulamaların kökünde kalan, sadakat tam da aşkın merkeziydi aslında... Kendine iyi bak demek de o kadar kolay mıydı, yasak şehirlerin kuytuluklarında dolaşırken kendine iyi bakmak ne kadar olurdu, hadi boş ver hayat kaybedenler için de bazen yaşanacak gibi olur...
Şizofren bir yaşamın ardında kalan sevda, darmadağın bir yaşama terk etmişti kendini ve biz sadece oyun bitti maestro bile diyemedik, artık bitip bitmediği şüpheli bir aşkın kahramanları olmakla da bambaşka bir övünçmüş, belki de ben de sevdim derken yanıldığımın tek şahidi belki de bu kırık dökük aşk galiba...
Hayat ve ben ve yanımda sen hayali, kolkola girmiş ilk adımı atıyoruz, ilk adım önü bir girdap, bir dehliz, sokakların aksak yolcuları, tek başa içindeki çocukla âleme isyan eden bir benlik, aslında korkuları kendinden büyük, aslında kaçışları, korktuğundan değil, artık önemsenecek bir şeylerin kalmayışından, başa dönmek isteyişimden ta ki en başa, en hür zamanlara, en çilesiz, en korkusuz, en temiz adımların bastığı, izler bırakmakla, geleceğe dönmek istemek, belki de geçmiş kadar temiz ve saf, duru...
Olmuyor, bir türlü her adım atış geleceğe teklikle geçmişteki her bir adıma bukağılıyor yürek vuruşlarını...
Tüm değerlerin yitikliği bir eski yaşam acılarından saf ve duru yeni yaşamdı istediğim, ama olmuyordu, suskunluğun boğuyordu geçmişi benimle ve bu suskunluk, ta ki gidişlerin ardında kalan kulvarlarda kayboluşlardı beni boğmak isteyen...
Artık hiç bir nefes geçmişten ayrı atmıyordu...
Umutlar vardı yüreğimin ecesine ait...
Korkusuzca çıkıyordum karşısına ve bana camın büyülü birleştiricisinden el sallayınca, yeni yeni umutlar uçuşuyordu içimden...
Yalnız doğmuştum, yalnız yaşayıp, yalnızlıkla severken, bir bütün kalabalık olmuştum sevgide...
Şimdilerde bu kalabalıklarda boğuluyorum...
Ben bu yazı, bu kışı da sensiz eskittim, bilmiyorum başka kışlar gelecek mi sensiz omuzlarımı dondurarak?
Ne olursa olsun insan kalabalıklarında da ölüme gidiyor, yalnızlıkla gidiş bir başka olsa gerek...
Gözlerinin izi kaldı kararmış gözlerimde, artık çizginin son teğetindeyim, bir bakışa kurban olduğum yıllar
çok uzaklarda kaldı, sadece düş zincirleri sarılmış bedenime derken zorluyorum hayatı...
Ben sende zorlandıkça sen keyfini sürüyordun intikamının...
Sessizliğindedir gecenin yosun kokuları, sessizliğindedir gecenin yosun kokuları arasındaki sen sesi...
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 5.3.2012 13:43:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
'TANIM'IN 'TANIM' BULMASIDIR YAZMAK KİMİ ZAMANLARDA...SENİ DE TANIMLAR,DÜNYAYI DA...TEŞEKKÜRLER EFENDİM...BÜLENT AYDINEL
Son deminde hisler.. Kırıldı, kırılacak... Zaten yalnızlığa fit olmuş zaman... Ya duyulucak o ses, ya susacak kıyıya vuran bunca dalgalar...'
Bana geçendi karalamalarım Mustafa Bey... Tebriklerimle, Değerli Dostum...
Her şey bir oldubitti ile gelişirken, çarpışan ruhlarımızın aynı anda devrilişleriydi belki de bizim sessiz kalışımız...
Söyleyemediğimiz, söylemek isteyipte beceremediğimiz çok sözün tercümanı olmuş bu güzel yazınız.Tebrikler Mustafa Bey.
TÜM YORUMLAR (8)