ÖMER GÜMELİ
(Kendi Kaleminden)
Dünya, 1970 kışına merhaba dediğinde, anacığımın sancısı 14 Aralık’ta kendi dünyasına
beni müjdelemişti. Yolculuğum Anadolu topraklarında, yokluk içinde başladı. Köylüydüm;
fakirlik ve mahcupluk yıllarımdı. İlk mektepten sonra “Parasız yatılısın!” dediklerinde; kentim
Denizli'deki izbe bir okul pansiyonuna taşındım. Henüz çocuktum. Bir kız kardeşimle birlikte
iki kardeştik. Karındaşım benden bir yaş küçüktü.
Esnaf bir baba ile ırgat bir ana tarafından, Gerzele Parasız Yatılı Ortaokulu'na 13 yaşımda
iken uğurlandım. Ortaokulu zar zor bitirip köyüme dönmüştüm. Anamın kucağında, taze
kırkında bir oğul çocuk, “İşte! Üçüncü ve sonuncu kardeşindir.” dediklerinde, Hatice'den
sonra Mustafa ile üç kardeş olmuştuk.
Beceremedim yani gurbeti, ana sinesi gibi kokmayan büyük pansiyonda yaşamayı
beceremedim. Reddettim parasız yatılıyı da... Lise'nin tek seçenekli edebiyat bölümünü,
ilçem Honaz’da ancak bitirebildim. Daha yüksekokullar; yüksektiler işte, ki ben kısaydım
zaten, o zamanki aklımla ilerisini istememiştim. Şimdi pişmanım desem neyime. Asker oldum
96’da, ilk uzun yolculuğumun kavşağı Edirne’de iki yıl misafir edildim. İş ve zanaatkârlığım
uzun upuzun bir yol. Buraya sığdıramam. İşçi ve emekçi olduğum bilinsin kâfidir. 1998'de
Gurbet Hanımefendi ile evlendim. 2018'den bu tarafa Marmaris’te yaşıyorum. Bir dünyalık
azıcık, tek kızım, yavrum var; Hacettepe’den mezun. Yeminli tercümandır kendisi.
Amatör ruhla, şiir, ve ara ara kısa hikâyeler yazıyorum. ‘Masa’, ve ‘Üstüm Başım Tozum
Dumanım' isimleriyle yayımlanmış iki şiir kitabım var. Roman yazarı da olmak istiyorum ama
zamanı var. Üçüncü şiir kitabımı, önümüzdeki yıllarda ‘Su Dediydim Su' adı ile çıkarmayı
umud ediyorum. Kendimce gerekçeler edindiğim iki ana direnç noktam var. Şunlar: Birincisi,
sanatkârı çirkinleştirip yarış atına çevirdiği ve üretilen eserlerinse özgünlüğünden dolayı
yarıştırılamayacağı gerçeğiyle, ödül işine kıyısından köşesinden dahi bulaşmıyorum. İkincisi
ise iç açılarını çok iyi bildiğimden, edebiyat dergilerine şiir göndermeyerek editör terörüne
boyun eğmiyor, biat etmiyorum. Serbest nazım yazarıyım. Kalıplar ile yazmayı sevmiyorum.
Şiir konusunda alacağım çok yol, atacağım çok kulaç var. O sebepten şiir tekniklerini sürekli
irdeler; şairleri okumaktan da geri kalmam. Şiir mecrasının sonu olmadığı bilinci ile,
eleştirilme ve eleştirmeyi yapıcı şekliyle kucaklamaktan çekinmem, kaldı ki ilerleyebilmek için
öyle de olunmalı düşüncesini güderim. Neden şiir? Nasıl başladı? Bunun cevabı yok.
Seviyorum, demekle yetinebilirim. Sevgi ile kısaca işte: Ben, Ömer Gümeli.
Eserleri
MASA
ÜSTÜM BAŞIM TOZUM DUMANIM
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Ben de Aydın Nazilli kökenliyim. Hemşeri sayılırız. Birbirimizin şiirlerin okur ve yorumlarsak iyi olur. Dost selamlar.