Gözlerimi kısıp bir sahil meltemine dalardım
İstikbalin perdesini sıkı sıkıya kapardım
Nerde kaldı gelecek, nerdesin ey geçmiş?
Nerde kaldı isyanlarım, nerde serzeniş?
Bu bendeki ne küstahlık!
Elimde bir gül, benzi atık,
Gülizar’ın kapısı ardına kadar açık;
Sızlanır dururum davetkâr gözlerle
Bir tohum düşmeyedursun topraklarıma, filizlenecek,
Penceremde alay ıslıkları öttüren fırtınanın, apak bir sis bulutu altında
kapkara umutlar doğuruşuna şahitlik ederken vicdanımla,
kapıyı çalmadan çıkagelen ayçasın, kara umutların ve ak bulutların ardından doğuşunu müjdeleyerek.
Müjden mukaddestir, heyecanın akıl almaz.
Git diyemem, gönlüm misafirperverdir,
kal diyemem, bakışların kalbime sığmaz.
Boğuk bir şehrin en az ben kadar ihtiyar bir caddesinde, yüzünü arşa açan bir kahvehane saatiydi seni bulduğum ve yitirdiğim an. Nefes alış verişimin hızlanışını kentin soğuk bakışlarıyla bağdaştırıyordum ama aslında ben de farkındaydım bedenimin işgaline hazırlanışının ve savunmasızlığımın.
Gözlerinde hep aynı gülümseme vardı, yalnızca beni görünce belirdiğini sandığım. Sonsuz güzel bir rüyaymışçasına soluksuz izliyordum yüzünün kıvrımlarını, sanki unuttuğum bir şey vardı, ya bir eksik ya bir fazla...
Ben teslim olmak için hazırlarken cümlelerimi, her ne kadar evvelce hazırlanmış olsalar da, kararlı duruşumla susuyor ve senin dudaklarının arasından süzülüp beni devirecek, kurallı ya da kuralsız, cümleni bekliyordum.
Acı kahveden bir yudum alıp bütün hazırlığını yapmıştın. Ses tellerini harekete geçirecek nefese dahi bedellenmişken vazgeçtin birden ve fütursuzca cümleler savurmaya başladın masanın üstüne. İçimdeki yabani titreme bir an yerini ateşe bıraktı, acı kahveni getiren garson kızın tırnak cilası gibi simsiyah bir perde iniverdi o an gözlerimin önüne. Mantıktan gelen ani bir kararla işgaline direnmeye başladı bedenim.
Sanki gözlerimin önüne düşen o katran karası perde felaketin değil, hakikatin habercisiydi. Küçük fakat samimi kentimizin kadınlarının savurduğu birkaç bühtan, benzemeyecekti bu yüzleri üşüyen insanların taklitlerle yoğrulmuş arkadaşlıklarına. Daha ne kadar sıcakkanlı kalabilirdin, daha kaç soluğunu benim için harcardın?
‘’Direniş sona erdi.’’ dedim kendi kendime, isyanını bastırmıştım fikrimce.
Bir ıslıktır tutturdum
Ritmini nabzıma uydurdum
Yaprak kımıldamaz bir baharda
Ceketimi fırtınaya kaptırdım
Sarı saçlı bir kız idi vuruldum
Gözlerinde hep aynı gülümseme vardı, yalnızca beni görünce belirdiğini sandığım. Sonsuz güzel bir rüyaymışçasına soluksuz izliyordum yüzünün kıvrımlarını, sanki unuttuğum bir şey vardı, ya bir eksik ya bir fazla...
Ben teslim olmak için hazırlarken cümlelerimi, her ne kadar evvelce hazırlanmış olsalar da, kararlı duruşumla susuyor ve senin dudaklarının arasından süzülüp beni devirecek, kurallı ya da kuralsız, cümleni bekliyordum.
Acı kahveden bir yudum alıp bütün hazırlığını yapmıştın, ses tellerini harekete geçirecek nefese dahi bedellenmişken vazgeçtin birden ve fütursuzca cümleler savurmaya başladın masanın üstüne, içimdeki yabani titreme bir an yerini ateşe bıraktı, acı kahveni getiren garson kızın tırnak cilası gibi simsiyah bir perde iniverdi o an gözlerimin önüne, mantıktan gelen ani bir kararla işgaline direnmeye başladı bedenim.
Sanki gözlerimin önüne düşen o katran karası perde felaketin değil, hakikatin habercisiydi. Küçük fakat samimi kentimizin kadınlarının savurduğu birkaç bühtan, benzemeyecekti bu yüzleri üşüyen insanların taklitlerle yoğrulmuş arkadaşlıklarına. Daha ne kadar sıcakkanlı kalabilirdin, daha kaç soluğunu benim için harcardın?
‘’Direniş sona erdi.’’ dedim kendi kendime, isyanını bastırmıştım fikrimce.
Pencereden süzülüp masaya sokulurken güneş, gözlerine takıldım, umutsuzluğa giden yolda hafif küçülmüştüler, dokunsam ıslanacaktılar ve hala inanılmaz güzeldiler. Varoluşum ne kadar gerçekse, ‘seni seviyorum’ da o kadar gerçekçi duruyordu dilimde. O kentin en soğuk yüzlü insanı bile anlayabilirdi yüreğimizden geçenleri, saçtığımız renkleri.
Ki Arif’in gönlünde olmasa canan,
Ne besten kalır ne gururun.
Bilesin, bu defa etmem sırrım aşikâr,
Görmeden avucumda inciden gözyaşların...
Dayanamaz bakarım o muazzam kıvrımlarına,
Boyuna bosuna pervane olduğum dilber.
Bir de yemyeşil bakışı var ki, işte o öldürür,
Gülüşüne kahrolduğum mercan gözlü cevher…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!