Hayret ki sabaha; akşamı bekler oldu...
Zindan misali gecelerim; sabaha maşuk oldu...
Akılsa bir zerrede kürre-i bulur oldu...
Ol kürre-ki derde deva, devanınsa hekimi oldu...
…
İnleyipte ahh eden gönül kuşum yoruldu...
Feryadı ki arzdan arşa kadar muhabbetle doldurdu...
Lahza lahza her demde gönlüm aşikâr oldu...
Aklımsa yana yana güllere meftun oldu...
Nedim çöllerinde yanan ahu zar oldu...
...
El anlamaz divanenin halinden,
Abdala hasret gönül sevdaya duçar oldu...
…
Meğerki sevda imiş gönle düşen güzel yaş...
Ol yaşla Rahman’dan her dem arzular bir aş...
Canda can bulmak ise cananın tüm rüyası...
Buldum ki bir yâri yaren olmuş aşı ve hülyası...
…
İsim, isim; harf, harf; nefes, nefes asudeyim...
Mevsimsiz geçen ömre nispet ben her mevsim seninleyim...
…
Ey Sevgili!
İlk bakışlarına mı Âmine (r.a.) vurulmuştu?
Yoksa o vurgun bakış mı Kisra’yı vurmuştu...
İlk sesinle mi âlemle beraber Âmine (r.a.) da coşmuştu...
Yoksa o coşkuyla mı Semave vadisi boğulmuştu...
…
Ey Can!
İlk nefesinle mi Âmine (r.a.) ve Rahmanın melekleri kavrulmuştu...
Yoksa onların bekleyişiyle tüm kâinat mı kor olmuştu…
Sevda nezdinde açan güneş leyl sokaklarını nura boğmuştu da;
Sadece o sokaklar değil kâinat aşkına gark olmuştu...
Ve bir geceki; müjdesi kâinatı dolduran; yer ve göğü “Muhammed”,
”Nur-u Ahmet” diye haykırtan...
Yitik düşleri yeşerten, hayat nazarını müjdelerle dolduran,
Gariplerin sevdasını sevdiren an olmuştu zaman...
…
Ey müjdeler müjdesi!
Âmine (r.a.) dan sonra; Halime Hatunda âşık olmuştu sana...
Ne var ki zamanı dolunca; sevdasının anne kucağına verilişini izlemişti...
Gönlü sende kalmıştı, sevdası yarım kalmıştı…
…
İki develi kervan bir hüzün yoluna revan olmuştu da…
Önde Sen ve Âmine(r.a.) arkada ise Ümmi Eymen,
Mekke’nin yetim yüzü, Medine’ye bayram olmuştu,
Her bir adım da Halime Hatuna hicran olmuştu...
…
Ya Ebva ey sevgili...
Yitik düşümün merkezi... Öksüzün ve yetimin tek tesellisi...
Âmine (r.a.) ın son pırıltılı gülümsemesi... Ve emanet edilişinin habercisi...
“Muhammedim” sevdanın perçini...
Geri dönüş yolun gurbet şimdi...
…
Önce kazançların; babacığın, anneciğin, dedeciğin
Ve sonra kayıpların sevgili Ebu Talibin...
Ve ilk sevdalı destekçin; zevcen Hz. Hatice'nin teklifiyle bir sevda yolculuğu başladı...
Önce gözlerin gibi kara bir ızdırap...
Ve sonra yüzündeki nübüvvet kadar nurlu bir ferahlık...
Sabırla yenen meyvenin dudaklarında bıraktığı izlere bak...
Hıra’nın üzerindeki tüm bulutlar sana âşık...
…
Oku...
Oku Ya Resul...
Oku ki karanlık içinde ızdıraba gark olup kendini unutmuş bizlerin gönülleri aydınlansın...
Sen oku ki Rabbin bizleri ansın...
O anmazsa anamayız; anamayan dillerimiz utansın...
Sen okudukça âlem: her dem uykudan uyansın...
Evlerimiz mescidi nebevi olsun ve her dem kandiller yansın…
…
Allah Resulü yolda, yer gök coşkuda...
Taşlarda bir başka selam... Bir başka yumuşaklık...
Her adımda bir sevda iniltisi her adımda ferahlık…
Kuru ağaçlar yeşerdi; hepsi sana gölge her biri sana âşık...
…
Gönüllerimiz o yollar; hayalimiz ağaçlar…
Ve her kum zerresini kıskanan sevdamızla:
Selam sana Ey Resul bizim gönlümüzden de geç...
…
Ve sesin...
Sen konuşunca kulaklarını tıkayanlara inat…
Her bir yana dağılıyor yüzyıllardır artarak...
Kulaklarını tıkadığını zannedenler bilmiyorlar ki senin sesin ezelden beri içlerinde yer eder…
O Nefes ki adeta ölülerin ab-ı hayatı...
…
O bakış ki...
Sahabelerin yüzlerini kaldırıp ta sende tutuklu kalmaya korktuğu bakışların...
Deliler onunla akıllandı... Akıllıysa divane olarak kala kaldı...
…
Ve ellerin...
Dökülen gözyaşlarınla ıslanmış ellerinle ümmetin sırtında her daim olan ellerin...
Atılan taşlara kucak açan...
Acıkınca elindekini hibe edip; karnına taşları bağlayan...
Gözyaşları içinde ağlayan yetimlerin başını okşayıp...
Yalnızların sevdalısı nurani muhabbet ellerin…
…
Ya gülüşün...
Öyle bir gülüş ki “Sen karanlığın içinde doğan Aysın” sözünü yürekten söyleten bir gülüş...
Bir anı için ashabın uğrunda başını verdiren gülüş...
Her bir tebessümle güneşi utandıran nurlu bir gülüş…
...
Ve ayakların...
Her bir adımından memnun kâinat...
Bir adım daha diye yalvarıyor adeta...
Bir adımla miraç, bir adımınla felah, bir adımınla sevda,
Bir adımınla Uhud, bir adımınla binlerce umut...
Adımların şayet kesilse yeryüzünden…
Yeryüzü ölür sana olan hasretinden…
…
Ve ashabın...
Gökteki yıldızlar gibi her dem ışıl ışıl...
Fehim onlarda, basiret onlarda, kardeşlik onlarda, sevda onlarda, merhamet onlarda...
Her biri ayrı kâinat, her biri ayrı maşuka...
…
Ve ailen...
İlk zevcen Hz. Hatice’n, ağabeylerimiz Hasan ve Hüseyin’in...
Gözünün içinde yeşeren bir düş Hz. Hatice...
“Sensiz bu dünyayı neyleyim... Ben ancak seninle benim...”
Deyip te sana en çabuk kavuşan sevgilin Fatma’n(r.a.) ...
…
Ve gidişin...
Günün geceye varışı gibi...
Senin için bir kavuşma müjdesi...
Bizler için yangının başlangıç mevsimi...
Ve bitmeyen özlemin... Ve tükenmeyen hasretin...
Ve arzulu beklenişin...
…
Ruhlar yorgun şimdilerde...
Her sokak bir Mekke, her evse Medine...
O gün diri diri toprağa gömülen kızlardı...
Şimdilerde Rahmana inandıkları için zulmedilenler...
O gün kuruyan göl Save idi...
Bugün çoraklaşan senden bir haber gönüller...
...
O gün gökler yıldızlıydı; Mekke karanlıktan uzaktı...
Bugün göklerin tek ışığı ashabın...
Tek bir yıldız dahi kalmadı…
O gün yıkılan putlardı...
Bugün yıkılan hayaller...
O gün taşan Semave idi...
Bu gün taşan Filistinli gençler...
O gün silahlar oklardı... Bugün taşlar ve sözler...
O gün yıkılan saray Kisra idi...
Bugün yıkılan Kâbe’ler...
…
Ben gün geceye vardıktan çok sonra doğdum...
Hiç aydınlığını tadamadım güzel gözlerinin...
Hiç elini tutup koşamadım Mekke sokaklarında...
Düşüp yaralanınca ağlayamadım kucağında...
Neccar oğullarının kızlarının arasına karışıp okşatamadım başımdan…
Selamlayamadım da Medine’ye vardığında…
…
Dünya girdabında salınıyor nazlı nazlı ömrüm...
Gel diyerek artan çığlıklara eşlik ediyor nefesim...
Her nefeste bir hasret, her nefeste bir gurbet...
Bitmek tükenmek bilmeyen bir rehavet…
Sevda öyküleri okudum, sevda türküleri dinledim...
Aşk; hasret ve yanmaktır diye öğrendim...
Ama yangının bu kadar şiddetli,
Ateşin bu kadar acılı olduğunu seni sevdikten sonra öğrendim...
...
Bir şiir yazmak için çıktım bir meydana ki;
Meydan da gül goncası katmerleşip saçılmış...
Erler kalıp döktürmüş adına sevgilinin...
Her dilde ayrı ayrı bahar olup açılmış…
…
Yazar ki anlamış sevda aslen ölümdür...
Aşkın ateşiyle yanan ölümlü bir ömürdür...
Güzel ölümse; sevgili ile beraber ölümsüzlüktür...
Ölümsüzlükse; vuslatı arzulayan gönüldür...
Şimdi davete icabeti öğütleyen Canan’a davet var!
Gel ey Yar!
Gel de ümmetinin yüzünü güldür!
Gel ki
Bekleyenlerin hepsi ayrı bir gül’dür...
Kayıt Tarihi : 30.3.2014 22:01:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Hatice Kübra İpek](https://www.antoloji.com/i/siir/2014/03/30/olumsuz-sevda-10.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!