Ölümsüz Aşk Şiiri - Elif Ayan

Elif Ayan
26

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Ölümsüz Aşk

Bir telefonla başlayan aşk Şara’yı yollara düşürmüştü. Gidiyordu… Nereye, ne için, kim için gidiyordu? Bunu oda bilmiyordu. Yüreğinin götürdüğü yerin efsanevi bir aşkın yaşandığı yer olacağını nerden bilecekti.
Hiç uyumamıştı otobüste, bitkindi ama heyecanlı. Uykusuzdu gözlerini kapatmamak için tutuyordu kendini. Güzel bir Doğu Anadolu şehrine ayak basmıştı. Ve o sese yaklaştığının farkındaydı. Dolmuşun hareket saati gelinceye kadar bakındı etrafına… Yabancıydı bu yere… Suskundu ve yorgun…
Tiz bir ses yükseldi…
“Hozat yolcuları kalmasın…”
Bir anda irkildi Şara… Ve oturdu bulduğu ilk boş koltuğa. Hareket ettiklerinde önce dolmuşun içindekileri süzdü. İnsanları dinliyordu. Çantasından defterini çıkarıp yazmaya başladı. Yazdı yazdı… Kafasını kaldırdığında büyük bir su birikintisi gördü, balıkçı tekneleri, kuş çığlıkları… Şaşkındı, burası Keban Barajı olmalıydı. Feribot kalkmak üzereydi. Karşıya geçilecek ve yola devam edilecekti. Dolmuş feribotun üzerindeydi. İnsanların tuhaf bakışlarından rahatsız olmuştu, hava soğuktu. Doğayla baş başa kalmak onu rahatlatacak, bu havayı teneffüs etmek belki uykusunu açacaktı. Çıktı dışarıya, köpük köpük dalgalara doğru salladı uzun hırçın saçlarını. Kıyıya yaklaşmıştı feribot, hareket saati gelmişti. Huzurluydu, sessizce oturdu koltuğuna, başını cama yasladı, gözlerini kapattı, derin bir uykuya daldı.
Uyandığında hava kararmıştı. Camdan dışarı baktı. Yollar çamur, etraf kar kütleleriyle doluydu.”Benim bu soğuk, bu çirkin yerde ne işim var? ”dedi kendi kendine. Yine aynı tiz ses yükseldi:
“son durak Hozat…”
Dolmuştan garip bir edayla indi. Bavulunu aldı ve beklemeye koyuldu. Adının Devran olduğu birisi gelecekti. Onu çağıran sesi bekliyordu. Bütün vücudu titriyordu. Sıkıyordu kendini, gergin bir bekleyişteydi. Meraklı gözlerin hapsinde üşüyordu.
Devran:
”Şara” diye seslendi.
Günlerdir duyduğu en güzel sesdi. Başını kaldırdı, baktı. Hareket değerini yitirmişti o an… Uzun uzun bakıştılar ve sarıldılar uyanışını aşkın.
Ocak sonu Şubat başlangıcıydı aşklarının ilk filizlenen anları… Küçük ve sevimsiz yer onlar için cennet olmuştu. Sevdalarını kuşlara, böceklere, ağaçlara, dağ yamaçlarındaki karlara anlattılar. Yanık bir çift yürek vardı artık Hozat’ta herkesin ibretle baktığı… Gündüzler geceleri, geceler gündüzleri kovaladı. Artık gitmeliydi Şara. Ayrılık anı… O hiç gelmesini istemedikleri zaman gelip çatmıştı. Sonsuz bir sevdaya kapıldıklarının farkında olmadan sarıldılar sımsıkı. Ayrıldılar… Günler, aylar geçti. Her geçen an, onları daha çok coşturuyor, yüreklerindeki sevda büyüdükçe büyüyordu.
Bir süre sonra Şara hastalandı. Yapılan araştırmalar sonucu beyninde bir tümör olduğu anlaşıldı. Yıkıldı Şara… Devran geldi aklına, nasıl söyleyecekti ona… Sonra anne, baba ve kardeşleri nasıl öğrenecekti.
Ağladı günlerce… Kahretti, isyan etti Tanrı’ya… Yapılacak bir şey yoktu. Beynindeki tümör, ya onunla birlikte büyüyecek, onunla birlikte toprağa girecek ya da bu hastalığı yenecekti. Tedavi başlamıştı. Devran duyduğunda dili tutuldu, bir süre konuşamadı. Sonra soğukkanlılığını korumak zorunda olduğunu düşündü. Derin bir nefes aldı ve bunu birlikte atlatacaklarını söyledi. Şara unuttu hastalığını karanlık geceler onu korkutuyordu, içine kapanıyor kimseyle görüşmüyordu, ağlıyordu. Neye ağlıyordu, neden ağlıyordu bunu kim bilebilirdi ondan başka…
Şara unuttu hastalığını, karanlık, aydınlığın doruğunda bir yerdeydi. Mutluydu Devran’la ama hırçındı… Zaman… O yüreğini kanatan zaman geçiyordu. Ani bir kararla terk etti yaşadığı büyük, karanlık, soğuk şehri. Ona acı çektirenlere isyanıydı bu terk ediş.
Devran’ın yanına uzandı yüreği. Artık ölene kadar birlikteydi iki sevgili… Hiç ayrılmayacaklarına yemin ettiler. Devran düşünüyor ve hep dua ediyordu. Şara gözlerinin önünde eriyordu. Saçlarını uzun uzun kokluyordu. Birbirlerine söz vermişlerdi, yapacakları şeyler vardı. Bir süre sonra yola koyuldular.
Bomboş bir metropol şehrini kuşattıklarında, teslim alacakları kimseyi bulamayacaklarını bilmeksizin yürüdüler. Ellerinde silahları, yüreklerinde zafer kazanmışçasına mutluluk çığlıkları yükseliyordu. Kentin karanlık sokaklarından çıkmış Kızılay meydanına doğru yürüyorlardı. Sessizdi şehir ve hiçbir ışık yoktu etrafta. Gecenin bu saatinde meydanı aydınlatan ışıklar neden yanmıyordu? Herkes ölüm uykusuna mı yatmıştı? Birbirlerine baktılar. Gözleri yıldız yıldız parlıyordu Şara’nın. Meydanı aydınlatmaya yetmese de aklını, yüreğini ve adımlarını aydınlatmaya yetiyordu Devran’ın… Hava soğuktu, buz kesmişti şehir. El ele yürüyorlardı boşlukta. Acılarına acı ekleyen, köhnemiş fikirleriyle şehri ele geçirdiğini sanan üç beş kravatlı, burjuva tipli çirkin insanların hayatlarına son vermek için gelmişlerdi şehre…
Karanlık maskelerin kesilmesine, yılanların derilerinin yüzülmesine kadar birçok plan yapılmıştı. Sessizliğin ortasında düşünecek zamanları yoktu. Boşlukta iki yalnız yıldız gibiydiler. Karanlık sokakta yavaş yavaş ilerleyen iki ışıktı görünen.
Şara ansızın durdu:”Gözlerime bak” dedi.
Devran suskundu. Sessizliği bozan kalbinin hızlanan atışlarıydı. Yavaşça kaldırdı başını ve Ruhdaşım dediği kadına baktı.
“Seni seviyorum Devran. Mahşerde seni yine seveceğim. Ve unutma sana sesleneceğim.”Dedi Şara…
İncecik vücudu bir tüy hafifliğinde indi kaldırım taşlarına… Bir kâğıt aklığına çizilen ince bir çizgi gibiydi…
Devran’ın gözbebekleri büyüdükçe büyüdü. Seslendi Şara’ya ses yoktu. Anladı Ruhdaşı, sevdiği kadın artık dönmeyecekti. Sesini duyamayacaktı, göremeyecekti kurşun sıkan gözlerini. Kime haykıracaktı, kimse yoktu ki etrafta. Kollarının arasına aldı Şara’yı incitmeden yavaşça kaldırdı. Bir tüy gibi hafif ve yumuşacıktı bedeni. Yürüdü… Karanlık sokakta kaybolup gitti iki sevgili…
Devran Şara’nın kulağına yavaşca şunları fısıldadı.”Döneceğim sevgilim. Bir gün bu şehre dönüp senin canını yakanların canlarını yakacağım. Söz veriyorum sana rahat uyu Ruhdaşım, Sevgilim, Kadınım…”
Şara’nın mezarının aşklarının ilk filizlenen yeri Hozat olacağını biliyordu Devran. Küçük derenin kenarındaki söğüt ağacının altında şimdi onun mezarı.
Devran yok. Gören olmamış o günden sonra. Senede 2 gün bir ışık belirirmiş söğüt altında, şafak sökene kadar ışıl ışıl olurmuş dere. Kimse yaklaşamazmış. Ve bir mor menekşe açarmış mezarın üzerinde 2 gün… Açar ve kaybolurmuş.

“İŞTE BÖYLE KIZIM. BU EFSANEYİ KİME ANLATSAM AĞLADILAR HEP… ŞİMDİ SENİN GÖZLERİNE BAKIYORUM VE BEN AĞLIYORUM. ŞAŞKINIM YAVRUM, GÖRÜYORMUSUN BİR GÖZÜM AĞLIYOR, DİĞERİ SENİN GÖZLERİNE TUTUKLU KALIYOR? KİMSİN SEN? HADİ ANLAT KIZIM? ”DEDİ AZRA DEDE…
“SUSTUM… CEVAP VEREMEDİM. ANLATAMADIM İÇİMDE KOR KOR YANAN ATEŞİN SEBEBİNİ. ORACIKTA ÖLMEK VARDI ORACIKTA… AZRA DEDENİN GÖZLERİNDE…

E.A.16.12.2003
22:28
ANKARA

Elif Ayan
Kayıt Tarihi : 12.11.2009 14:19:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Salim Erben
    Salim Erben

    baştan sona okudum her helimesinden haz aldım güzel türkceyle işlenmiş motifler arasında kendimi buldum yüreğine saglık kutlarım
    salim erben

    Cevap Yaz
  • Hasan Kaplan
    Hasan Kaplan

    çok güzel

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Elif Ayan