Biz ki; zaman zaman bu dünyadan bunalmış iki gezgin gibi her gün yeniden çıkarız labirentlerimizden
Sessiz göz yaşlarımızla ormanları besler, gönlümüzü verdiğimiz nilüferleri sermaye yaparız şiirlerimize
Elmalarımızı çalar büyücüler, bir kuğunun kanatlarına tutunarak çocukların gülüştüğü kentler ararız
Ölüm, yaşanmamış kırmızı bir temmuzdur, külümüzü savurmaya hazır bir eylül dolanır başımızda.
Hayatımızın yuvarlak taşında gerdan kırar, göbek atarız utangaç gülümseyişlerle. Sokaklarda ceylan sürüleri, pusularda çakal gölgeleri ile milyon senedir döner bu dünya. Dal dal, gürül gürül, mevsim mevsim büyüyüşlerimizin ve kayboluşlarımızın umarsızlığında çalınır yaşamın garip tamtamları. Tırnağı her yerinden kırılmış, binlerce kadeh şuursuzca gırtlaklardan dökülmüş ve ar çivisi sökülmüştür bu hayatın.
Fısıltı ormanlarında kayıp bir hazinenin formüllerini birbirine ekleyerek bulmaktır yüreğini, seni anlamak. Tapınak yazıtlarının gölgesinde coşkulu halaylara durmaktır seni sevmek. Çocuk bakışlarının, bilge duruşlarının parklarında doyasıya yorulmaktır sevincine ortak olmak. Her kaybedişin hüznünde gülmektir varlığının sarmaşıklarına tutunarak bedenini kucaklamak. Seni sevmek, yeryüzünün atlasında varsıl kelimelere can vermektir bir tanem.
Tek unutmak için acılarımı
Baksana; kırdılar kapılarımı
Yağmalandı kalbim, ömrüm, herselim
Kursuna dizdiler anılarımı
Yenik duştum bu savaşta neyleyim