'6 ayrı kısa hikayeyle 17 Ağustosta yaşamlarını yitirenlere'
Kasabanın çıkışındaki bayırın sonunda
toprak yolu ortadan ikiye bölen,
denize nazır
dev gövdeli asırlık ceviz ağacıydı.
Az mı oynamıştı çocuklar
içine girip mağarayı andıran kovuğunda,
liseli aşıkların alçak dallarına çıkıp
denizi ama daha çok birbirlerini
kaçamak bakışlarla
seyretmesini dikizledi yıllardır.
Ama sonu gelmişti artık bu ebedi mutluluğun
dallarından ceviz koparan çocuklardan
duydu acı haberi
yarın törenle kökünden kesilecekti.
Belediye başkanının karşısına dikilip
direnmek istedi
ve çaresizliğini
iki oy uğruna yolu genişletme projesinin
aslında doğayı yok etme projesine
nasıl dönüştüğünü
halka haykırarak anlatmak istedi
ama yazık ki ne O ne de Başkan
insan değildi...
Eski siyasetçilerdendi babası,
müteahhitliği bırakıp
rüşvetle kopardığı usulsüz ihalelerden sonra
köşeyi dönmüş ve
orta ölçekli bir fabrikanın
sahibi oluvermişti birden,
fazla maliyetli olmasın diye
sigortasız işçileri yok pahasına
ve ölümüne çalıştırıyordu.
Adeta sarayı andıran villasının bahçesini
salına salına geçerek
yatak odasına uyumaya giderken
saat epey geç olmuştu,
viskiyi yine çok kaçırdığı için
kapıdan önce göbeği
sonra da ütülü bol ve siyah pantolonuna
taktığı kırmızı askıları geçti.
Yatağa yattığında o sarhoş kafayla
bankadaki dolarlarını düşündü önce
sonra da yarın öğlenki toplantıda
çıkaracağı elli işçiyi atma mazeretlerini...
Bazılarına göre azılı katildi,
en büyük suikastlerde bile
onun parmağı vardı,
vatanı kurtaran kahramandı bazılarına göre ise,
gönüllerin ve yüreklerin efendisi.
Ama bıkmıştı ikide bir kimlik ve ülke değiştirmekten
bu son işiydi artık
iyi para ve kıramayacağı
yüksek mevkilerden adamlar vardı arada,
üstelik kendisi de nefret ediyordu
bu hokkabaz siyasetçiden.
Otel odasında yatağına yatıp
gözlerini tavana dikti,
uyku tutmuyordu bir türlü
hep o ölümün şaşkınlığı yüzünde beliren yazara
doğru yönelttiği makinelinin
şarjörünü üstüne boşaltırken
yazarın elini sıkıca tutan uzun saçlı küçük kızın
masum yüz ifadesi geliyordu aklına...
Platonik aşkıydı ortaokuldan beri,
ama biliyordu sanki mavi gözlü kız
gizliden kendisine ilgi duyduğunu.
Ancak o zamanda platonik denemezdi bu ilişkiye!
Bir türlü aşkını ilan edemedi O’na
yakışıklı ama utangaç delikanlı.
Her karşılaşmalarında
gözleri gözlerine kilitlenerek yüzü kızarır,
ılık ve uğultulu kan pompalayan kalbi atmaz olurdu sanki.
Yıllar ve yollar geçti sonra aradan
bir çok mavi gözlü kadınla beraber oldu
yüzü kızarmıyordu artık
ta ki O’nu
yeni işe başladığı şirkette görene kadar.
Bir hışımla sorgusuzca kaçtığı bürodan
bekar evine nefes nefese geldiğinde
hava kararıvermişti birden.
O’na ve mavi gözlerine yazdığı
ama asla gönderemediği şiirleri çıkardı
toz içerisindeki eskimiş kutulardan.
Ve karar verdi
üç duble rakı, iki bardak bira
ve izmaritlerine kadar içtiği sigaralardan sonra;
Sabah olunca ilk işi
O’nu yıllar geçse de ne kadar çok sevdiğini
doya doya mavi gözlerinin içine bakarak
hiç kaçırmadan ve bir solukta
söylemek olacaktı...
İnsan karısını aldatmaktan zevk alır mı hiç?
Bu alıyordu.
Yalnızca parası için evlenmişti O’nunla
ve evliliklerinin üçüncü yılında
adam hala meteliksizdi
kumarda kaybettiği
son model spor arabadan sonra
akıllı karısı tüm malları
kendi üzerine yapmıştı.
Oysa deliler gibi aşıktı bizim çapkına
kıskanç ve zeki karısı,
üstelik lüks yaşama da alışmıştı adam
afla sekiz yılda biten üniversitede çektiği
onca sefalet dolu geçen senelerden sonra.
Kaçamakları bir anlaşılsa
hayatının sonu demekti
ama bu duygunun verdiği heyecan da
ayrı bir yaşama zevki veriyordu adama!
Bu zamana kadar hiç yakalanmamıştı
ta ki gecenin ikisinde yazlıklarının kapısı
Avrupa gezisinden erken dönen
karısı tarafından
aniden açılana kadar...
Havlayan köpek ısırmaz derler ya
bu laf tam biçilmiş kaftandı O’nun için,
tahta çitlerle çevrili bahçelerin arasından
sakince evime giderken
birden karşıma havlamadan dikilir
eğer korktuğumu belli edersem
uzun kulaklarını kaldırıp
bir ısırık alana kadar
peşimi bırakmazdı
ta ki sahibinden
çakıl taşını yiyene kadar kafasına.
İnsan evine gitmekten korkar mı hiç?
Ben korkardım.
Akıllı köpekti ama biliyorum,
bana fazla zarar vermemek için
hep ayaklarımdan ısırırdı.
Yıllar sonra ikimiz de yaşlandık,
ama havladığını hiç duymamıştım
küçüklüğümden beri
ta ki o geceye kadar...
Ve işte o gece
Yer yarıldı sanki
Dünya yeni baştan yaratılıyordu
toz bulutları içerisinde
ve bitmek bilmeyen mekanik devinimlerle.
Ay kısa bir süre için yerini güneşe bıraktı,
ama bu güneş farklıydı her zamankinden
eteklerinden kan akıyordu.
Gecenin sessizliğini çığlıklar ve inlemeler aldı birden
Ve işte anladım ki o gece
Ölüm böylesine eşit
Ölüm böylesine sıcak
Ölüm böylesine gri
Ölüm böylesine çimento kokuluydu demek!
Ve işte o gece
dünyanın herhangi bir yerinde
bir DEPREM daha oldu...
(Bartın, Eylül’2002.)
Hüseyin KıyakKayıt Tarihi : 29.5.2003 17:04:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Hüseyin Kıyak](https://www.antoloji.com/i/siir/2003/05/29/olum-herkese-2.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!