Ölü yorum... Şiiri - Zafer Zengin Etnika

Zafer Zengin Etnika
1608

ŞİİR


14

TAKİPÇİ

Ölü yorum...

eksilen bir şeyler yokmuş gibi görünse de öyle değil. ıssızlık, sessizlik ve yokluğun insana anlattığı tek şey yalnızlık. bu artık değişiyor belli vakitler gelince, sanki çaresizlik ve yaşanır bir ölüm var insanın kuytusunda. kime neden ait bilinmese bile, musalla taşında yatan birini gördüğünde anlıyor insan. yitirdiğinde bir gölgeyi en çok kadınlardır ağlayan.

çok düşündüm ağıtları yazanların adlarını ve onca kelimeyi nasıl kısa yoldan seçip aldıklarını. bak payılarına düşenler en güzel ağıtları yakmaktan öte ve yalnız kalışı anlamaya çalışmaktan başka bir şey değil.

yüzünü kırmızılaştırmış ve gözlerine sürdüğü, göz yaşlarını sildiği mendil yıpranmış, dağılmış. utanıp baktım evet ve düşündüm ki; sanki acıyı çekende, dağılanda, hem babasız hem kocasız kalan, sanki o kağıt mendildi.

acı nasıl emilir bilmiyorum ama bir ağıdın ve bir kağıt mendilin yaptığını sonra başka kadınlarda yapıyor. bin yıllardır ezberledikleri ağıtlardan hemen yeni gitmişe bir kefen biçiyorlar.

- babam, babammm, nereye gittinnn...

çok ölümlü zamanlar ve herkes ani acısız olanı diliyor kendine. bu giz saklanır gibi değil. artık biri birinin yüzüne bakan herkes bu sözü kırışmış cildin üstünden okuyor. acısız ölüm sanki bir nimet, sanki bir vasiyet olmuş. kim dinleyip de bu dileği yerine getirecek bilmiyor gibiler. söyleyen kendileri, dinleyen kendileri.

kime ne diyeceğini bilemeden dolaşıyor çevrede. sanki bir el uzatıp “bak yitirdiğin canı sana geri vereceğiz dese” hemen koşacak. dönüp gitmem lazım buralardan çünkü bu yüzleri, bu çaresizliği ve bu gidişleri gördüğümde bana hatırlatıkları tek şey çaresizlik.

halen ölüme çare bulamadılar. çare bulduk dedikleri şeylere bakıyorum, ömrü uzatmak adına, acıları uzatmaktan başka bir şey değil. belki de bizi hep kandırıyorlar. korkulması gereken acılar. çünkü; olmayan yaşamanın acısı olmaz ve belki bu yüzden ölüm acısız ve bunu kendilerinden gizleyip, o yüzden acısız ölümü istiyorlar.

- ağlama ne olur, bak şükret ki acı çekmedi, ele ayağa düşmedi, demeleri bu yüzden.

ağıtlar yakan ve bir zaman sevmiş olan kadın diyor ki;

- alimmm sevgili kocacığım, sen gittin mi, beni bir başıma mı bıraktın...

acıya dönüyorum yine. acının kalıcı marşı olan ağıtlara. kadınların dilince bir ölünün ardından can bulan o acayip çığlıklara. sanki son görev gibi ve sanki sadece kadınların işiymiş gibi ve sanki bir güç tarafından sürekli izlenip tetiklenir gibi, birden bire, ateş hızında ve kurşun yakıcılığında duyanları gelip geçen o ölüm şarkılarına. ağıt diyorum da ve bir ölümden, bir ölüden bir ayrılıktan bahsediyorum da, kendimi hep unutuyorum.

seni gördüğümde içimdeki ben canlanıyor hayata dönüyordu.

- sen gidince öleceğim.
- bir şey olmaz korkma, zaman her şeye alıştırmıyor mu insanı...

zaman alıştırıyor haklısın. kusursuz bir sona alıştırır gibi yaşamak kaygısının bitişine, gidişe ve ardından sevdiklerinin yakacağı ağıtlara alıştırıyor insanı. sanki zaman alıştığı onca yokluğu insanlara tattırıp “bakın benim yaşayıp alıştıklarım bunlar, sizle paylaşıyorum, haydi sizde acı çekmemek için alışmaya bakın” diyor.

sen gittiğinden beri ne ruhum ne bedenim dönemediler kendilerine. biri birinden kopup gidemeyişlerinin sebebini biliyorum. kadınların yaktığı ağıtlar gibi sessizce, hıçkırarak susuyorlar.

biliyorsun artık, bak bir beden ve bir ruh bir parçasını yitirdiğinde ölüyor. onların sarılması ve sessizliği, biri birilerini teselli etmeden başka bir şey değil. şimdi artık çatışmaları içinde bir sebep kalmadı. dertleri o kadar aynı ve o kadar sen ki, ismin geçse veya adımlasalar senin yürüdüğünde yerde

- bak burası işte, hani durup çantasını karıştırdığı, anahtarlığını aradığı yer, diyorlar.

ağıtlar ne çok oluyorlar. bir kenara çöküp ağlayacaklar ama dar geliyor sanki dünya. kayıp bir yeri arar gibi oturup, yıkılıp, düşüp ağlayacakları bir yer arıyor insanlar. izliyorum bir çığlığın insan kesişini ve bir gözyaşının yitirilenin arkasında bedeni gözlerden terk edişini. hiç anlayamadım ağlamaların hem bedeni hem ruhu sakinleştirmesini.

sanki biri;

- bu isyanları bastırın der, gibi emir veriyor birkaç damla yaşa, onlarda okşayıp yanakları;

-geçecek bu acı, geçecek, der gibi,

bırakıp gidiyorlar insanı. yitirilenin ardından ağlayanları gördükçe, sanki unutmak ister gibi yitirilenin verdiği acıyı, akıp giden o gözyaşlarını tutuyorum avucumda. okuduğum her yazıda

- seni çok özleyeceğiz, deniyor

kim, neden özler gideni, kendi kalmışlığından mı, kendi gidememişliğinden mi bilmiyorum. bildiğim hiçbir şeyle açıklayamaz oldum. bir yolunu veya bir cevabını bulsam anlatacağım ve diyeceğim ki;

- ey ruhum, ey bedenim sakin ve sabırlı olun, dua edin ki yitirmediniz, ayrı düştünüz

beni dinlemiyorlar. gelmesi istenen ve çocuklara şekerleri maytapları hatırlatan, onları aylarca o sevincin, bekleyişin içinde mutlu yapıp oyalayan, o güç yok. kim ne zaman öldürdü içimdeki çocukları bir bilsem, yakasına yapışıp hesap soracağım. ruhum ve bedenim ağıtları yakan kadınlara bakıp;

- ayrı kaldığım için sakın ağıt yakmayın, o dönecek, diyeceğim.

fakat susmalıyım, acılarımız benzeşmiyor onlarla. onların bekledikleri ve ardından ağıtlar yaktıkları bir daha dönmeyecek. umutsuzluk ve çaresizlik en çok bu zamanlarda gösterir kendilerini biliyorum. biliyorum dediğim şeylerin içinde bu kadar gerçek olanların yaşadıklarım olduğunu görünce, gerçeğin acımasız kendini gösterişi karşısında ürküyorum. ne acı şu gerçek, ağıtların ilhamı gibi çıkıp duruyorlar ve her yerden bağırıyor;

- ben varım, bensiz olamaz yarın...

ürkmelerim geçmedi. elinden tutmuşum sensiz ruhumun ve bedenimin, düşüncelerimin köşelerine çekilip onları izliyorum. hiç tatları yok, ani bir şey olsa sanki zıplayacaklar yerlerinden ve olanı biteni anlayana kadar yüzlerindeki o şaşkın acayip ifade, rahat bırakmayacak onları. bundan sonra beklemek var. ağıt yakan kadınlar gibi de değilim. 'ne olacaksa olur' dedikten sonra, vakti gelirse ve öylece duracaklarsa köşede onlara iyi bakmalıyım. bazen yanlarına gidip kulaklarına;

- her şey aslına döner çocuklar, bakın ne güzel ki, acı çekmeden, ele ayağa düşmeden öylece duruyorsunuz, demeliyim.

neyi beklediğini bilen bu çocukları seviyorum. umutsuz değiller, yüzlerinde bir sonbaharla öylece oyalanıyorlar. belki ölü hallerinin içinde olduklarından böyle yorgunlar. onları izleyip ancak bu kadarını diyebiliyorum. biliyorum belki bu bir mektup değil ama ismini koyduğum ölü yorum.

sustuğum bir vakitte konuşmaktan soğumuş ve yazıların gölgesinden kendiyle yürüyen ben, sesinden, kokundan öpüyorum. dert etme çocuklar iyi, sende üzme kendini iyi bak çocukların beklediği umutlarına. onları sev, yerlerine ara sıra kokla, kavuşacaksınız de işte, oyala.

baki selamlar, ellerinden, dudağının kenarından öperim.

imza; ben, ruhum ve bedenim.

20 haziran 2009 / saat 00:45

Zafer Zengin Etnika
Kayıt Tarihi : 21.6.2009 01:50:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Zafer Zengin Etnika