Hangi mahallede imam yok,
Ben orada öleceğim.
Kimse görmesin ne kadar güzel,
Ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.
Ölüler namına azade ve temiz,
Meçhul denizlerde balık;
Sen benim sarhoşluğumsun
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış
Devamını Oku
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış
Ölü
''Hangi mahallede imam yok,
Ben orada öleceğim.''
İmam yok derken ,aslında caminin olmayışını kasdediyor.Yani hangi mahallede imam ve cami yok ben orada öleyim.Yani kılncını direkt olarak çekmiyorda endirekt olarak çekmeye çalışmış.Kızım sana söylüyom gelinim sen anla hesabı.
Öleyim deseydi anlardık ta, öleceğim demesi, sanırım bir pazarlık neticesi söylenmiş söze benziyor.
''Kimse görmesin ne kadar güzel,
Ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.''
Her kezin bildiğini ve gördüğünü kuldan saklamanın ne anlamı var,her şeyim derken sanırım bir şeyden çekinmiş olmalı ki,onun sebebine naaşını gizlemeye çalışmış.
''Ölüler namına azade ve temiz,
Meçhul denizlerde balık;
Müslüman değil miyim, haşa,
Fakat istemiyorum kalabalık.''
Cenazemi özgür bırakın, kimse dokunmasın.kalabalık,malabalık , yani cemaat istemiyorum.
Sanırım burada imamın pamuğu tıkamasından çekinmiş olmalı ki,azade ve temiz kalmaktan bahsetmiş.
Burada stop diyorum ve şairden özür diliyorum.
Çünki şiiri dize dize yorumlamaya çalışırken, birden kalbime bir ilham geldi.
Ve bu şiirin bir şehidin anısına yazıldığına dair.Şiiri tekrar tekrar okuyunca. şairin ne anlatmaya ve neyi kastdetmeye çalıştığını hisseder gibi oldum.
Ruhaniyetinden özür dileyerek dualarımı gönderiyorum.Allah gani gani rahmet eylesin.
Bu şiiri ilk defa okuduğum için ,bir anda hissi davrandım nefsime yenik düştüm sanırım.Bu yüzden yukarıdaki yorumlarımı silmiyorum.Buda yorumumun paslı çerçevesi olarak kalsın.
Beyaz kefenler giydirmesinler,
Sızlamasın karanlığım havada.
Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım,
Ki bütün azalarım hülyada.
Hiç bir dua yerine getiremez,
Benim kainatlardan uzaklığımı.
Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar,
Çılgınca seviyorum sıcaklığımı...
Fazıl Hüsnü Dağlarca
imamın yaptığını yapma demiş kısaca üstad...
yaşamaya değer bir hayat var anlayacak..
şaırtmaya devam edin bizi sayın jüri.
kutluyorum.
Bir çınar göçtü bu dünyadan. Öyle bir göçüş ki kimse duymadı. Koca gövdesiyle devrildi ama çıkan ses gövdesiyle oranlı olmadı. Her yaprağı şiir olan bir çınardı bu dünyadan ayrılan. Şiir birikimi ve fikriyatına yakın olan cüssesiyle tam bir ’’Şiir Tankeri’’olarak geçti bu dünyadan. Cemal Süreyya’nın deyişi ile dolu dolu bir şiir tankeriydi Fazıl Hüsnü Dağlarca. Bir çınar nasıl bu kadar sessiz devrilir anlamadık. Ölümü televizyonlarda bir silik alt yazı ya da günün normal olaylarından bir haber kadar bile ses bulamadı. Bir asra yakın süren yaşamıyla neler taşımadı ki günümüze Dağlarca? Anadolu’nun destansı sesi, Anadolu tarihinin canlı abidesi, Atatürk şairi ve Kurtuluş Savaşı’nın ressamıydı şiir dünyamızda.
Mustafa Kemal’in Kağnısı’yla tanıdı bir nesil Dağlarca’yı:
Yediyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla,
Her bir heceden heceden.
Dizeleriyle başlayan bu şiir benim ve bir neslin gözünde Kurtuluş Savaşı’nın destansı resmi olarak yaşamaya devam ediyor. İlkokul yıllarının hayal dolu resimli sayfalarında kağnısı, sırtında çocuğu ve önünde öküzleriyle cepheye cephane taşıyan Elif resmi Dağlarca’nın dizeleri eşliğinde şiirin çok daha ötelerinde farklı bir dünyanın kapılarını aralamaktaydı bizlere. O şiirdeki dizeleri ve Dağlarca ismini hiçbir zaman unutmadık.
Sonra bayramlar, 10 Kasımlar oldu Mustafa Kemal’i yaşadık Dağlarca ‘nın sesinde. Sanki konuşan o değil Mustafa Kemal’mişçesine. 1914 doğumu ile Atatürk ve devrimlerine tanık olan, büyük komutanı yakından görme şansına sahip olan Dağlarca, hep şiirleriyle yeni nesillere sıcak Atatürk portleri çizen bir şair olarak durdu önümüzde.
Ben Samsun’da buldum onu, bir kuşluk vakti.
Kocaman oldu günüm, geldi artık köyüm dar.
Gülümserdi denizden fazla,
Susardı deniz kadar.
Dizelerindeki sesi ve bu sesin aradığı, anlattığı kişiyi bir bayram sevincinin gururlu günlerinde duymayan çok az kulak vardır.
Uçsuz bucaksız Anadolu bozkırlarının destansı şiirlerinde çoğu zaman Dağlarca’nın haykırışı vardı. Uzak coğrafyaları birkaç dizeyle bir araya getiren, rüyalarda bile göremeyeceğimiz diyarlarda bizi şiirleriyle gezdiren, Anadolu kapılarını bize açan tarihin usta bir şairiydi o.
………………….
Yersin, içersin sofrasından, üç yüz senedir,
Kuvvetlisin ama kuvvet hak değil.
Bakımsızlıklarla göçüp gitmiş bir cihan,
Mevsimler soğumuş, sular azalmış,
Buğday, Selçuklulardan kalan başak değil.
Parça parça yarılmış öküz ardında,
Parmağı üç pare, tırnağı ak değil.
Utanır elin ayağın,
Korkarsın yakından görsen,
Eli el değil, ayağı ayak değil.
…………………
Kardaş, görmüyorum ama hala duyabiliyorum,
Geçmiş zamanlar gelecek zamanlardan parlak değil.
Vakte şahadet edercesine yükselmiş,
Akşam parıltısından, bütün zaferler üzerine,
Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil.
Anadolun’un elle tutulur bir coğrafya haline geldiği bu ve benzeri dizelerle Dağlarca bizler için bir destan şairi olarak dururdu önümüzde.
Sonra zaman geçti büyüdük ve çocukluk yıllarımızın hasta günlerini hatırladık onunla. Hastalığın da güzel ve özlenecek yanları olduğunu sezerek.
Üfleme bana anneciğim korkuyorum
Dua edip edip, geceleri.
Hastayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.
………….
Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona, susamış.
Ama her şey böyle devam ederken Dağlarca’nın aramızda, bizimle beraber yaşayan bir şair olduğunu unutuverdik. Ta ki ölünce:
-Fazıl Hüsnü Dağlarca yaşıyor muydu? Diyecek kadar.
Evet yaşıyordu sessiz sedasız. Birkaç şair dostu ile şiiri ve sanatı seven bazı yakınlarının gözü önünde.
Bizler olgunluk yıllarının hüzünlü anlarında veya bir yakınımızın ölüm merasiminde onun ‘’Ölü’’ şiirini mırıldanırken dudaklarımızda, bu ölümün bir gün şairin ölümü olacağını düşünemeden hatırladık bu dizeleri. Oysa bizim duygularımızdan çok kendi ölümünü anlatmak içindi o dizeler ve herhalde bu dizelerde istediği gibi ayrıldı bu dünyadan usta şair.
Hangi mahallede imam yok,
Ben orada öleceğim.
Kimse görmesin ne kadar güzel,
Ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.
Ölüler namına, azade ve temiz,
Meçhul denizlerde balık;
Müslüman değil miyim, haşa,
Fakat istemiyorum, kalabalık.
Beyaz kefenler giydirmesinler,
Sızlamasın karanlığım havada.
Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım,
Ki bütün azalarım hülyada.
Hiçbir dua yerine getiremez,
Benim kainatlardan uzaklığımı.
Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar,
Çılgınca seviyorum sıcaklığımı...
Evet bir Fazıl Hüsnü Dağlarca göçtü bu dünyadan. Dağlar kadar kitap ve şiirleriyle. Cumhuriyet yazarlarının belki en çok yazanı, en üretkeni ve belki en hızlısıydı Dağlarca. Bu anlamda ona bir şiir makinesi dense yeridir. Şiirin zaman ve emek isteyen bir tür olduğu herkesçe malumdur ama arkadaşı Hilmi Yavuz’un anlatımıyla o kendisinden istenen bir sipariş şiiri o anda yazıp bitirecek kadar ve yazdığını da herkese sevdirecek kadar dolu bir şairdir. Şiir Tankeri benzetmesini o yüzden kazanmış olsa gerek.
Dağlarca yok artık. O şimdi bir sönmüş yanardağ. Bize görkemli şiirleri kaldı.
YIKAMASINLAR BENİ YIKAMASINLAR,,, ÇILGINCA SEVİYORUM SICAKLIĞIMI dizeleriyle biten bu şiiri çok seviyorum... muazzam bir şiir... yaşayan en büyük şairlerimizin başında geliyor. saygı duyuyorum...
Feleğe başkaldırış belki,belkide başka bişey aslında var olann ve yapılan gelenek görenek yada dini merasimlere sırtını dönme.sadece fazıl hüsnüde yok bu aslında biçok şairin ölümü anlatışları az çok benziyor.n.fazılın ne toparabası nede çelenk istememesi dört inanmış adam istemesi gibi galiba...
Bu şiir ile ilgili 55 tane yorum bulunmakta