Buradan öte yol yokmuş. Dil yaralarıymış canıma kastedenler. Ölmüşüm soğuk taşlar üzerinde. Kaç defa diritmişim canlarımı, kaç defa bakmışım kendi suretime benden sıyrılıp. Sanırım ben yaşama üvey evladım. Olmuyor. Ne yapsam olamıyor. Ardımdan akıp geçen zaman beni bana vermiyor. Kırıklarımı topluyorum kendi ardımdan, her birini özenle önüme alıp baştan yerlerine yapıştırdığım. Durmuyor. Hiç bir halim eskisine benzemiyor.
Yalnızca üzerimde birkaç koku var yıkandıkça tenime yapışan. Bazen birden annem kokuyorum burnumun direğine. O zamanlarsa sarılıyorum kendi ellerime, bileklerime. Dokunuyorum yüzüme, sonra birde uzun siyah saçlarımı örüyorum onun elleriyle.
Bir zaman geliyor günüme, hiç beklenmedik anda babam kokuyorum. Öyle o kokuyorum ki, kokusunu bilse çevremdeki herhangi biri, o an babam sanır beni. Ne yaptığını bilmez babam. Özlediğim, güzelliği derinlerde gizli, yaşayan, soluk aldığı her an için tanrıma şükrettiğim, benim bana sesi ceza, elleri yasak babam.
Olsun boş ver bak, kokun bende işte. Her çizgisini santim santim bildiğim yüzün bende babam.
Sonra birde bir tek doğurmadıklarım var tabi. Onlar dünümden tüm tanıdık yalnızlıklarım. Ellerimden boyalarımı bırakıp, küçücük yüreğimde hissettiğim annem olmalarım. Onlar benim, ben daha anneye muhtaçken kendimi annem bildiklerim. Doğum günü pastamdaki mumlarıma bir günde yaşımın iki katı mumlar dikmelerim. Mumları soluğum yeter mi bu kadarına diye düşünmeden, küçücük bir ömrü bir nefese yerleştirerek tek seferde üfleyişlerim.
Tükendi nefeslerim, canıma yetmiyorlar.
Şimdi bakıyorum da aynaya, peki ne var avuçlarımda kırık dökük olmuş benden başka. Ne kaldı adlarına tükendiklerimin, yollarıma özenle saçtıkları, yere her basışımda topuklarımı kanatan cam kırıklarından başka.
Hiç
Ardıma dönüp, saymaktan vazgeçtiğim unutulmaları zorunlu yıllarım var. Her gün kırılıp ta, dimdik ayakta durma zorunluluklarım, hiç kırılmamışçasına. Ve bir ben, kendi ardımda bıraktığım, gözyaşlarımla üzerine örttüğüm topraklara yaslar saldığım.
Artık vazgeçmişim sanki.
Aynalardaki beni diriltemiyorum şimdi. Kanayan yerlerimi saklayamıyorum, görebiliyorum kendimi başkalarının gözlerinde. Görüyorum bütün keş kelerimi öldürdüğüm bu gün, tüm haklı oluşlarımı da yakmalarımı, kendimi gizli gizli izlediğim gölgelerimle. Hem de külleri bile kalmaksızın geride. Ve bu hadise sırf benden yaşama son bir kıyak olsun diye. Acılarımla ardımdan tanışıp payına düşenlerle incinmesin diye kimse. Yokluğumla anlamasın diye beni, varlığıma yabancı üç beş lüzumsuz özne.
Giderken ışıkları yanık bırakıyorum, belki bir gün hiç beklenmedik bir zaman sıyırıp tüm ölümleri üzerimden geri gelirim diye…
Rabia BalabanKayıt Tarihi : 1.9.2010 16:38:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Rabia Balaban](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/09/01/olmusum-soluyorum-yasamisim-hatirlamiyorum.jpg)
insan kendi iç çekişleriyle...yaşama olan yaşamın içinde..varlığının öz eleştirisini yaparken...zaman zaman hırpalanan ..keşkelerin gölgesinde süreç geçiştirirken...yaşamada anlam veririz....sevgi ve saygılar...
diğer taraftan heba edilen hayatlar desem... eline ve yüreğine sağlık arkadaşım.
TÜM YORUMLAR (11)