Buradan öte yol yokmuş. Dil yaralarıymış canıma kastedenler. Ölmüşüm soğuk taşlar üzerinde. Kaç defa diritmişim canlarımı, kaç defa bakmışım kendi suretime benden sıyrılıp. Sanırım ben yaşama üvey evladım. Olmuyor. Ne yapsam olamıyor. Ardımdan akıp geçen zaman beni bana vermiyor. Kırıklarımı topluyorum kendi ardımdan, her birini özenle önüme alıp baştan yerlerine yapıştırdığım. Durmuyor. Hiç bir halim eskisine benzemiyor.
Yalnızca üzerimde birkaç koku var yıkandıkça tenime yapışan. Bazen birden annem kokuyorum burnumun direğine. O zamanlarsa sarılıyorum kendi ellerime, bileklerime. Dokunuyorum yüzüme, sonra birde uzun siyah saçlarımı örüyorum onun elleriyle.
Bir zaman geliyor günüme, hiç beklenmedik anda babam kokuyorum. Öyle o kokuyorum ki, kokusunu bilse çevremdeki herhangi biri, o an babam sanır beni. Ne yaptığını bilmez babam. Özlediğim, güzelliği derinlerde gizli, yaşayan, soluk aldığı her an için tanrıma şükrettiğim, benim bana sesi ceza, elleri yasak babam.
Olsun boş ver bak, kokun bende işte. Her çizgisini santim santim bildiğim yüzün bende babam.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim