iki bin on iki, bir şubat günü
İstanbul’un karanlık kaldırımlarına
kar yağarken gittin
geliş salvoları, bir hiçlikti
belkide tesellisiydi aşkın
ben duygu fırtınalarında
ruhumun derinliklerinde yaşarken çölü
salarken dağlara, kahrolası yüreğimi
ay’ı sen sayarak sohbetlerimde
ruhumun doruklarında
kahrolası sessizliğindi mühabetlerim
şiirlerime hapsettim feryatlarımı
duygu pınarlarından akan sendin
sensizligiydi sevdanın.
damarlarımda dolaşan kanın her turu
kalbimin her vuruşunda
ismini haykıran, yürek yangınlarım
takvimler hep şubat yazdı
hep karlı İstanbul kaldırımlarım
sen
sen sadece gittin
ben karlarda yandım...
bahar geldi buralara
herkes baharlarda yaşadı,
baharları yaşadı
ben karlarda yandım
sen
sen sadece, gittin...
seni gecelerde yaşadım
ıssız tenhalarla paylaştım
mehtaplı gecelerime, hep kar yağdı
yakamoz ışıklarındaki, alacakaranlıkta aradım
boğazda sönen her ışık sendin
sendin kaybolan, yiten, giden
her vapur düdüğünde,
her martı çığlığında sendin.
ben sadece seyre daldım.
Kızkulesi’nin nazlı süzülüşüydü,
Saray burnu işvelerinde sevdalıların
Hazerfen misali uçardım Galata’dan
hep sana gelmelerim...
sen
sen sadece gittin.
Yusuf gibi zindanlarım
zindan duvarlarımda sensizliğe atılan çentikler
yağan karlarım
karanlığım
hoyratlığım
sen
sen sadece gittin
öldürdü artık bu susmaların...
Bülent BAYSAL
Bülent BaysalKayıt Tarihi : 2.4.2013 23:08:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bir gün, hiç bilmediğim bir şiir okuyacaktın bana!
Senin sesine yağmurlar yağacak,
Benimse o yağmurun seline kapılacaktı gözlerim!
Gidişini izleyecektim ya öylesine!
Ardından, bir dolu sözcük sıralayacaktım,
Sonlarında hep bir dolu ünlem olarak kalacaktım!
Biliyordum;
Sevdanın en sarp yokuşlarında kaybolacaktım!
Biliyordum;
En kestirme bildiğim yollarım uzayacak,
En tarifsiz acılara çıkacaktım!
Sana susamışlığımı gözyaşlarımla dindirmeye çalışırken,
Öldüremediğim sevdamın çığlıkları var bu gece odamda!
Sende kendimi mi öldürmeye çalışıyordum,
Sevdamı öldüremediğim için kendimde, bilmiyorum!
Artık her mevsim, hazan gönlümde!
Artık gözyaşı değil,
Kan akıyor kurumuş sevda topraklarıma…
Islanan iki göz değil bu bendeki,
Ne yalnızlığın tortusu,
Ne de ilk kırıklık yüreğimdeki…
Belki, acıların pençesinde kalmış,
Bir amansız boşluğa yaslanan ilk sırt!
Ne yapsam da olmuyor,
Kalbim seninle mühürlenmiş bir kere…
Her yol, her adres sana çıkıyor!
Ne terk edebiliyorum,
Ne de huzur bulabiliyorum!
İnan, ne zaman düşürdüm kendimi ellerimden,
Ne zaman kaybettim umutlarımı,
Onu da bilmiyorum!
En kuytu köşelere döküyorum artık gözyaşlarımı!
Ama sen, sen sakın ağlama!
Yok olmak gibi bir şey sensizlik,
Aramak sesini, arayıp da bulamamak!
Ve sonra, tüketmek kendini,
Tüketemedikçe başa dönmek!
Ey sevgili, susma artık!
Bana unutmayı anlat!
Anlat ki, yaşama geri dönebileyim!
Gecikmiş tüm duygularımı, rüzgârlara serpip,
Akıtayım son kez gözyaşlarımı yağmurlara ki,
Sürgünlerinden geri dönebileyim!
Susma sevdiceğim, susma!
Unutmayı anlat, haykırarak!
Anlat ki, bitireyim bendeki seni!
Anlat ki, nasıl unutulduğumu bileyim!
Anlat ki, seni unutmayı, sana susmayı öğreneyim! 12.10.'07
Geriye dönüp bakınca görüyorum ki, gidenlerin bizden söküp aldıkları, zamanla onların gidişlerinden, yokluklarından daha acı ve ağır geliyor insana…
Gidenler; giderken, yanlışlıkla mı götürüler acaba umutlarımızı ve inançlarımızı?
Güçsüz değilim de, artık böyle gidişlere de dayanabilir miyim, bilmiyorum…
Tek bildiğim, en büyük dayanaklarımız bir gün tek tek yok olsa da, yalnız ilerlemek zorundayız bu tamamlanması gereken yolu…
Bunu düşünmek ve yazmak beni kahrediyor ama yeni rotalar ve yeni ufuklar bizi bekliyor…
Suskuların esaretinde hayatı yeniden öğrenmek ve yürümek kalıyor bize!
Yeniden sevmeyi,
Yeniden hoşgörülü olmayı,
Yeniden fedakârlık etmeyi,
Yeniden “vefalı” olmayı öğrenebilir miyiz acaba?
Sanırım tüm bunları yeniden öğrenmeyi ve yaşamayı göze alabildiğimiz gün, her şey ve yeni başlangıçlara adım atmak daha kolay olacak…
Belki o zaman çıkacağız Yusuf gibi zindanlardan…
Sen, Can Dostum Bülent Baysal!
Senin sayfana her gelişim, kendimle, geçmişimle ve hayatla muhasebeye oturmama sebep oluyor… Bir insan, bu kadar mı yakalar “hayatın özünü”?
Ne diyelim…
Yüreğine sağlık, ömrüne, o güzel gönlüne bereket…
Dilerim ki, hayat hep gönlün ötesini sunsun sana…
Her daim;
Sevgim, saygım ve fiddareyn saadetler duamla…
TÜM YORUMLAR (50)