Okumak İsteyen Çocuk Şiiri - Hüseyin Gezer

Hüseyin Gezer
1956'da Artvin ili Şavşat ilçesinde doğdu.
127

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Okumak İsteyen Çocuk

OKUMAK İSTEYEN ÇOCUK// HÜSEYİN GEZER
Dışarda tipi vuvluyordu, küçük ahşap ev çatırdıyordu, yıkıldı ha yıkılacak! Bedevreleri birer birer uçuşuyordu tipiyle birlikte çatısının! ..

Karşı ormanlardan kurt ulumaları geliyordu, köyün köpekleri kurtlara yanıt olarak havlıyorlardı:

-Siz ordaysanız, biz de burdayız.

Dercesine.

Zifiri karanlık, göz gözü görmüyordu, geceyle soğuk, geceyle kar bütünleşmişti.

Adam, karısının kocaman karnına sarılmış, horul horul uyuyordu. Köyün kar altındaki gömütlükten farkı yoktu.

Kadın aniden bağırdı:

-Kalk kalk! Herif kalk, sancı bastı, doğuracağım! ..

Adamı eliyle itti:

-Vay! Doğuruyorum!

Adam kımıldadı, kolları kadının karnından kaydı:

-Ih! Dedi.

Sonra da:

- Ne? Dedi.

Seslerini tipi boğuklaştırıyordu. Adam panik içinde, el yordamıyla yastığın altında sakladığı kibriti buldu, yatağın hemen üstünde çiviye asılı beş numara gaz lambasını yaktı. Aceleyle giyindi. Komşulara haber verdi. Ebe Sona Neneyi getirdi. Yoksulluğun acılarına, kurt seslerine, tipiye bir erkek çocuk doğdu, ailenin ilk çocuğuydu.

Üç gece bir PİR,rüyasına girmiş adamın üst üste:

-İki oğlun olacak peş peşe.

Adamın gördüğü düşü gerçekleşmişti.İlk oğlu dünyaya gözlerini açmıştı.

Kadın ninnileriyle çocuğunun gecesini gündüz,geleceğini mutlu kılmak için elinden gelen bütün çabayı sarf ediyordu.Maniler söylüyordu çocuğunun kulağına:

Bu dağlar aşmak ister
Al yanak yaşmak ister
Bu benim deli gönlüm
Yara kavuşmak ister

Çocuk, yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Bu ailenin derme çatma bir ahırları, bir evleri bir merekleri vardı. Yaşamları yoksulluk içinde sürüyordu! ..

Günler akar yaşamın içinden,yaşam akar günlerin içinden! ..Haftalar,aylar, mevsimler,yıllar akar yaşamın içinden; yaşam akar haftaların,ayların,mev- simlerin,yılların içinden! ..

Genellikle kışları zor geçiriyorlar köyde... Çok zorlu kışların egemen olduğu yıllar! ..Üç yaşında mı-dört yaşında mı bir çocuk? Yoksulluk çocuğun gerçek yaşını gizliyor! ..

Kendisinden iki yaş küçük kardeşi hasta...Ateşler içinde! ..İnim inim inliyor! ..Komada! ..Zor alıp veriyor soluğunu...Ölüm her an yakın! ..

Kapının önüne çıkıp yokuş yukarı okula giden öğrencileri seyrediyor.
Elini kulağına yapıştırıyor ve türküsünü söylemeye başlıyor:

-Karaduta yaslandım,
Yağmur yağdı ıslandım.
Yine aynı dizeleri tekrarlıyor,cırtlak sesiyle:

-Karaduta yaslandım
Yağmur yağdı ıslandım.

Kar çok. Kar yağmasına devam ediyor. Çocuk türkü söylemesine devam ediyor...
Çocuk her gün evin kapısının önüne çıkıyor. Cevizlerin dibine gidiyor...İyi güzel günlerde oynuyor,oturuyor,buzun üzerinde kayıyor...

Ve her gün durmadan mırıldanıyor:

-Karadut...

Çocuğun anası alış-veriş için köy bakkalına gidiyor.

Evin az ötesinde bir tarla var. Kar her şeyi örttüğü gibi tarlayı da örtmüş...Tarlada köpekler... Bir kancık kızana gelmiş. Kancık için erkek köpekler birbirleriyle boğuşuyorlar! .. Güçlü olan köpek, kazanan köpek kancıkla çiftleşiyor... Kavgayı yitiren köpekler kan içinde, uzanmışlar karların üzerine... Uzaktan izliyorlar, kazanan güçlü köpekle kancığın çiftleşmesini...

Çocuk hayretler içinde ilgiyle köpekleri ve hareketlerini izliyor...

Kazanmak en güzel şey! .. Kaybetmekse en kötü şey olsa gerek! ...

Yenilen köpekler, kaybeden köpekler yeniden saldırıyorlar hep birlikte güçlü olan köpeğe! ..Bu kez güçlü köpek kaybediyor, hepsine birden karşı koyamıyor! ..

Kancığın tercih hakkı yoktur. Her gelene teslim olmak zorundadır. Kancık kazananın yanında yer almak zorundadır. Kaybedene bir dişte kancık atıyor! ..

Kar durmadan yağıyor! .. Çocuk köpekleri izlerken anası geliyor, köpekleri kovalıyor kadın:

-Hoşt! Defolun buradan!

Diye bağırarak.

Bir kaç odun parçası fırlatıyor köpeklere taraf.Köpekler uzaklaşıyorlar.

Çocuğun kulağına yapışıp içeriye götürüyor ve olabildiğince sertçe bağırıyor:

-Utanmaz! Terbiyesiz! Ne bakıyorsun itlere?

Raftan kaptığı gibi oklavayı indiriyor çocuğun kafasına,gözüne! ..Çocuk ağlıyor! ..

Terbiye etmek dayakla olmaz! ..Ahlak aşılamak bir şeyleri gizlemekle olmaz! ..Ama çocuğun anası bunların bilincinde değil,kendi yaşadıklarını çocuklarına da yaşatıyor...Dayak yerine uygun bir öğüt daha iyi olmaz mıydı?

Çocuğun babası sertçe bağırarak girdi içeri. Çocuk korktu.Ağlamasını hemen kesti.Saklanacak yer aradı kendisine.İçinden söylendi:

-Keşke analar çocuklarını dövmeseler! Keşke babalar çocuklarının analarını dövmeseler! ..

Hak aramak, dayak yemeye dönüşmemeli. Kabakuvvet(!) ,karşıdakine hak tanımamaktır.
*
*
Kışlar gelir.Kışlar geçer. Baharlar gelir. Baharlar geçer.Yazlar gelir.

Bir yaz mevsiminde çocuk, patates tarlasından topladığı patatesleri,sıcak külde pişirerek yedi.

Şimdi bacası ayakta olan bir evde doğmuştu,bir kış günü. Açlığa! Sefalete! Yoksulluğa! Çaresizliğe! Umutsuzluğa! Hep yokluklara doğmuştu! ..

Yazlar geçer. Güzler gelir. Güzler geçer. Kışlar gelir...

Yalnız,yapa yalnız! ..Baba evde pek bulunmazdı. Çocuk,kardeşleri,anası yapayalnız...Yapayalnız kışla boğuşuyorlar! ..Gece ile boğuşuyorlar! ..Kurt ulumalarına karşı direniyorlar. Geceği çıra ile aydınlatıyorlar! ..Soğuğa karşı çürük kütükleri ocakta yakarak direniyorlar! ..Ayaklarında çorap yok! Ayaklarında lastikleri yok! Giyecek giysileri yok!

Çooooook, çooooook yalnızlık çekiyorlar! ...Kerbeladaki Hüseyinin çektiği acıdan daha da beter! ..Daha da acı! ...Akkor demirin üzerinde pişercesine yürekleri! ...
*
*
Çocuğun kulağı ağırıyor, çok ağırıyor! ..Ağlıyor! ..Sızlıyor! ..Ağrıyan kulağına anası memesinden süt sağıyor,ağrıyı dindirsin diye! ..Ne çare? Neren ağırıyorsa canın oradadır,derler.Gerçekten öyle! Çocuğun canı kulağında şu anda! ..

Mevsimlerin gelişi gidişi bir anlam taşımaz yoksullar için. Ağustosta şubatı yaşarlar.

Yine bir yaz mevsimi! ..

Kadın topladığı çalı çırpıları yakıyor. Mayasız, çok sert yoğrulmuş hamurları pilekide pişiriyor... Bu ekmeklere, anek puğaça diyorlar.Piştikten sonra kadın parça parça kırıp dağıtıyor ekmeği:Eşine, çocuklarına sıcak sıcak! ..

Çocuk suya gidiyor. Güğümlere köyün çeşmesinden su doldurup getirecek. Siyah bir enik çıkıyor önüne ve çocuğa saldırıyor! ..Korkudan yere düşüyor çocuk! ..Dizi yarılıyor,sağ dizi...Bu yara izini yaşamı süresince dizinde taşıyacaktır...Kanı durdurmak için natosul bastırıyorlar yarasına.Bir bezle bağlıyorlar natosulu(natosul:bir bezi ateşte yakıyorlar,bezden geriye kalan külleri) yaranın üzerine!

Çocuk hem ağlıyor,hem yürüyor! ..

Tanrı herkesi insan yaratmıştı. Dedesinin söylediği bir sözü anımsadı:

-Mazlumun Allahı vardır!
*
*
Yaşamları rüzgarın önünde uçuşan yapraklar gibi!
Bir orman içinde mola verdiler...

Yaşamları hep yolda geçiyor...Hep şafaklar farklı yerlerde açıyor,yaşamlarında! Gel-git bir yaşamın şafakları da gel-git gibi! ..Şafaklar güzel! Şafaklar hüzünlü! Şafaklar şen şakrak! Şafaklar yaşanmaya değer! Şafaklar aydınlıklara taşır insanları,gecelerden doğarak! ..

Kamyonla gittikleri yerde çocuk denizi ilk kez görüyor,çay bitkisiyle-hamsiyle ilk kez tanışıyor!

Bahçelerde,inşaatlarda babasının tuttuğu işlerde ailece çalışıyorlar.. Kiraladıkları derme-çatma bir odada oturuyorlar.Aynı durumda olan bir sürü aile var! ..

Komşu oldukları bir aile iki oğlunu ilkokula gönderiyor. Çocuk onlara imreniyor.Siyah önlükleri-beyaz yakalıkları var. Çocuk okumaya karşı çok büyük bir ilgi duyuyor! ..Ailesinin içinde okumak nedir(?) Bilen yok! Okul sözü hiç edilmiyor!

Babası her gün bir iş buluyor,ailece o işte çalışıyorlar.Bazı insanlar çocukların bu şekilde ağır işlerde çalışmasına acıyorlar! Üzülüyorlar! Yaşamları süresince kullara kulluk ediyorlar! ..Çalıştıkları bazı işverenlerde paralarını vermiyor! Kimi işverenler küfrediyorlar,bunlarda işverene içlerinden küfrediyorlar!

Bir akşam işten eve dönüyorlar. Çocuğun dişi ağırmaya başlıyor! Diş ağrısı çok kötü! Ağrıya karşı sabrı yok çocuğun! Üstelik Eyupta değil sabırlı ola,dayana! Sabırsız olsa ne olacak? Hiç bir olanakları yok! Eyup kim ki! Eyuptanda daha sabırlı olmak zorunda! Doktor bilmiyorlar! İlaç nedir? Haberleri yok! ...Canı sanki dişine toplanmış,dişinden can verecekmiş gibi...İnsanın canı boğazından çıkar diyorlar,çocuğun canı dişinden çıkacak her halde! Kahroluyor çocuk! Tütün bastırıyorlar dişine,neye yarar?

-Dişini çekelim.
Diyorlar. Bir iple bağlıyorlar dişini,asıl ha asıl! Acı binken binler oluyor,bu acıya can dayanmaz! Sonunda çekip alıyorlar dişini.

-Allah kimseye diş ağrısı çektirmesin!
Diye dua ediyorlar.

Çoğu kez zenginlerin ve zengin çocuklarının alay etmelerine maruz kalırlar bu yoksullar ve yoksul çocukları: Küfürlere,dayaklara, alaya alınmalara,hakaretlere! ..Bazen yoksulların üzerine delileri salarlar,gülerler kasıla kasıla, yırtıla yırtıla! ..Yoksullar ve çocukları boğuşturulur köpek gibi delilerle..
Çocuk,annesi ve kardeşleri akşam işten dönüyorlardı. Çevredekiler saldılar Deli Hakkıyı bunların üzerine! Deli Hakkı, kimi öperek, kimide zorla para alıyor...Aldığı eşyaları koynuna gömleğinin içine, çuvalına dolduruyor.

Deli Hakkı, sopasıyla,taş atarak saldırıyor üzerlerine! .. Canavarca, vahşice sesler çıkararak! ..

Çocuğun anasının elinde, o gün aldığı oklava var. Kadın var gücüyle bağırıyor:

-Çocuklarımı öldürecek bu deli!

Çevredekiler bütün vahşilikleriyle katıla katıla, kasıla kasıla gülüyorlar! .. Üç parmak kadar çocuklarını deliye karşı savunma durumunda anne! ..Elindeki oklavayı var gücüyle indiriyor kafasına,Deli Hakkının! .. Deli Hakkı, kendi haliyle başbaşa kalırken, ane ve çocukları oradan hızla kaçarak uzaklaşıyorlar! ..

Arabada yoksul işçilerin yanına zenginler oturmazlar,işçiler pis kokuyormuş! Bazı arabacılarda bu işçileri arabalarına almıyorlar,ter kokuyorlarmış! Alınteri akıtmadan yaşayanların ortaya koyduğu ayrım kriteri bu! ..
*
Çok yağmur yağıyor... Güneşli gün yok hemen hemen! Çocuk sürekli deniz kıyısına gidiyor. Deniz kıyısında odun parçaları topluyor, evinin yakacak ihtiyacını karşılamak için. Karınca kaderince taşıyor evine! ..
*
*
Babasıyla uzak bir yere iş aramaya gidiyorlar. Çocuğun babası çalışkandı. Hiç bir işten kaçmazdı, her türlü işte çalışırdı.

Çocuk babasının çalışkanlığını kendisine örnek almıştı. Babasının çalışkanlık yönünü çok seviyordu. Birde babasının dürüstlüğünü çok severdi. Hala borçlarını ödemesi, borcuna sadık olması dahada sevimli kılıyordu babasını. Eli açık bir adamdı, cömertti, bir lokma ekmeği herkesle paylaşırdı.

Hava güneşli! Yemyeşil doğa! Küçük kasaba. Kahvenin önünde beş altı kişi oturuyorlar. Adam selam veriyor oturanlara:

-Selamun Aleyküm!

-Aleyküm selam!
Diyorlar, kahvenin önünde oturanlar.

-Otur!
Diyorlar. Adam bir hasır iskemlenin üzerine oturuyor. Çocuğa da oturmasını söylüyorlar, çocukta oturuyor.

-Sizin oralarda iş yok mu ki buralara geldiniz?
Diye adama soruyorlar.

-Yok beyim, iş yok! Fakir memleket bizim oralar! .. Kervan geçmez kuş uçmaz! Sahipsiz bizim oralar!
Diye yanıt veriyor adam.

-Sen hangi partidensin?
Diyorlar adama.

Adam yanıt veriyor:

-Demirkıratım! Menderesi severiz biz!
Diyor.

-Neden? Menderes'in ne iyiliğini gördün?
Diye soruyor kır saçlı bir adam.

-Verdiğinin vergisini isteyeceksin bizden beyim!? Ormanı serbes etti bize.

Sarı bıyıklarını sıvazladı, konuşmasını sürdürdü adam:

-Ama! ..Yinede Menderes'in adamıyım. Demirkıratım!

Oturanların bir bölümü kalktı, adamı kucaklayıp,öptüler. Çay ısmarladılar. Adama dediler ki:

-Yarın işe gel.
*
Göç! .. Göç! .. İşsizlik ve göç! İş aramak ve göç! Çaresizlik ve bir yaşam boyu göç! ..Ardı arkası kesilmeyen bir göç yaşamı! ..
Çay üretilen bölgelere göç ettiler. Bir evin bodrum katını kiraladılar. Yedi-sekiz nüfuslu aile.

Çocuk işçiliğe iyicene alıştı. Yalnızda iş bulmaya gidiyor. Babası çay Fabrikasına mevsimlik işçi olarak girdi. Annesi çay toplama işçiliği yapıyor; sabah namazından akşam ezanına kadar.

Evin en büyük çocuğu olduğu için diğer kardeşlerine o bakıyordu. Onları denizin kenarına götürüyordu. Bir gün derenin kenarında kardeşleriyle oynarken, küçük kız kardeşlerinden biri suya düştü, gömüldü, boğuluyordu. Suya atladı, kardeşini kurtardı.
*
*
Devrin birinde bülbülü
Koymuşlar altın kafese
Ne mümkün yüzü gülsün
Ah demiş vatan
Vah demiş vatan
Salıvermişler bülbülü
Birde ne görsünler
Bülbülün vatan dediği
Dikenli çalılık
Oynuyor bülbül
Gülüyor bülbül(!) ...

-Bu güz memlekete gideceğiz. Diyor adam. Faltaşı gibi açılıyor gözleri ananın,çocuklarının...sevinçten. Hepsi birlikte tekrarlıyorlar adamın sözlerini:

-Bu güz memlekete gideceğiz! ..

-Bu güz memlekete gideceğiz! ..
*
*
Çocuk köprünün yanındaki hızar atölyesie gidiyor. İnce,zayıf, gözlüklü bir adam oranın sahibi. Çocuk adama:

-İş istiyorum! Diyor.

-İş istemenin ayıbı yoktur. Derdi babası her zaman.Anımsadı, atölyeciden tekrar iş istedi:

-İş istiyorum!

-Baban yok mu yavrum? Dedi, atölyeci.

-Var.

-Annen yok mu?

-Var.

-Kardeşlerin var mı?

-Var! ...

-Okula gidiyor musun? Gel benim yanımda çalış! Seni okutayım. Okul çağın bile geçiyor! Yazık!

Çocuk korkmuştu. Ne diyordu bu adam? Okul? Okumak ve yoksulluk? Soramadı bu içinden geçirdiği soruları(!) .

-Atölyenin önündeki çöpleri topla, al bu yetmiş beş kuruşu!
Çocuk parayı aldı. Çöpleri topladı. Oradan sessizce uzaklaştı. Arkasından atölyeci bağırıyordu:

-Gel seni okula göndereyim! ..

-Gel seni okula göndereceğim! ..
*
*
Çocuk, en çok okul öğrencilerine imreniyordu.

Beş-altı aile birleştiler,bir kamyon tuttular.Eşyalarını yüklediler arabaya. Kendileri de doluştular arabaya; kadınlar, çocuklar, adamlar...

Ulu, yalçın dağlara tırmanan bir dağcı gibi tırmanıyor kamyon yokuş yukarı yollara...

Yollar... Git babam git, git babam git... Bitmez tükenmez yollar...

Sürekli ölüm korkusuyla sürüyor yolculukları! Canlarından başka mal varlıkları yok, öyle ahım şahım!
Eşyalarla bütünleşmişler, tek vücut olmuşlar.

Kamyonun tekerleklerinin yarısı daracık yolların dışından gidiyor! Büyükler hep bir ağızdan:

-Allah! Diyorlar.

-Allah! Diye tekrarlıyorlar büyüklerin sözlerini,çocuklar.

-Allah'ım bizi koru! Diye bağrışarak yakarıyorlar büyükler.

-Allah'ım bizi koru! Diye tekrarlıyorlar bağrışarak yakarışları çocuklar.

Kusanlar çok...Mideleri boşalıyor...Yakarışlar sürüp gidiyor! ..

Bütün buralar, bu yollar; cehennem deresi, azap deresi... Bu yol cehenneme, azaba götürüyor bu insanları! .. Neden seviniyorlar? Neye sevindiklerini de bilmiyorlar! Memleket dedikleri yerde sadece doğmuşlar. Bir el kadar toprakları olsa ne olur, olmasa ne olur? Derme çatma kümes gibi evler olsa ne olur, olmasa ne olur?

Kamyondan köylerine inecekler. Doğdukları memleket burası.

-Köprüler... Hanlar... Köy!

-Ve merhaba köy!

Hep bir ağızdan bağırdılar:

-Hooop! Hooop! İşte burası, burada ineceğiz!

İdamla yargılanan mahküm, beklenmedik bir anda,beraat ederde nasıl sevinirse, onlarda öyle sevindiler! .. Köylerine kavuşmuşlardı.

Özgür yaşamak değildir, yoksul yaşamı; tasmasız yaşamak değildir.

Herkes uyuyacak bu gece. Bir gün önce pişirilen ekmekler, Anadolu usulü parçalandı; çocukların ve büyüklerin ellerine dağıtıldı.

Haber salındı:

-Bu gece kimse ateş yakmasın! Kor gelir! Akrep gelir!

Anaları serdi yataklarını... Çocukta kardeşleriyle dörderli doluştular yataklara. Çocuğun babası:

-Allaha şükür! Yıldız var, ay var! Bu gece güzel bir gece! Dedi.

Köyden köpek sesleri yayılıyordu. Evlerin üzerinden gece kuşları geçti: Yarasalar, baykuşlar... Hemen yakınlarında bir baykuş sesi işittiler. Çocuğun anası:

-Baykuşun ötmesi kötülüğe alamettir! Dedi.

Derenin karşısındaki ormandan gece horozu dedikleri yaban horozunun sesi geliyordu. Haydar bağırdı:

-Nede güzel ötüyor,mübarek hayvan!

Haydar'ın oğlu Tibiş'in güzel sesi vardı. Yatağında hem ağzıyla saz gibi mırıldanıyor, hemde türkü söylüyordu:

-Şu yüce dağları duman kaplamış!
Yinemi gurbetten kara haber var!

Birkaç kişi:
-Allah nazarından saklasın! Diyorlar, Tibiş'in sesi için.

Herkes yorgun olduğu için,yol yorgunu olduğu için uyuyor... Şu anda tüm köy toprakla bütünleşmiş! Tanrı insanı topraktan yarattı. Toprakla dost kıldı!

Çocuğun anasının babası (dedesi) her zaman şöyle derdi:

-Toprağa döneceğiz oğul! Toprak bizi Allah'a götürecek! ..

Çok serin bir rüzgar esiyor. Rüzgar topraktakilerle, ağaçlarla kucaklaşıp kucaklaşıp yoluna devam ediyor... Köpekler uyuşukluklarını attılar üzerlerinden. Havlamaya başladılar!

Köpekler, horozlar insanların ayrılmaz bir parçaları olmuştu!
*
*
Tanyeri ağarmıştı.
Köpeklerin birbirine girmesi bütün mahalleyi ayağa kaldırdı! .. Foter'in Zoro'suyla, Karanın Zalimi başlarını çözmüş birbirlerine girmişlerdi. Foter, bağırdı:

-Kimse itlere yaklaşmasın!

Kara, atıldı öteden:

-Yaklaşmasın! Hangisi kaybederse o zaman ayırırız!

Mehmet'le İzani iddialaştılar. Mehmet:

-Karanın iti Foter'in itini boğar! Boğamazsa aha ben abu bıyıklarımı keseceğim!

İzani:

-Bende bıyıklarımı keseceğim. Adam demeyin bana, eğer Foter'in Zoro'su yenilirse!

Vezir atıldı öteden:

-Ulan deyyuslar! İt bunlar, hangisi boğarsa boğsun! Bu işin sonunda kavga çıkar! Ne demişler:(-Kavga itten,horozdan birde çocuktan çıkar...) .

Köpekler boğuşuyor...Herkesin gözü orda...kadınlar,çocuklar! Diğer köpekler nerdeyse zincirlerini parçalayacaklar! Nerdeyse göğüslerini zincirler parçalayacak! ..

Söze Raife Nine karıştı:

-Garip itin kuyruğu döşünde gerek! İşte meydan, işte kör şeytan! Hangisi garip, hangisi garip değil, herkes görecek!

Köpekler kan içinde! Yorgun yorgun sallıyorlar birbirlerini! .. İkiside güçlü, ikiside pes edecek gibi değil! ..

-Günahtır, ayırt edin hayvanları! Dedi çocuğun dedesi.

Bu insanların köpekleri vardı: İyi boğuşanlar, iyi avlananlar, iyi havlayanlar,iyi kuyruk sallayanlar, iyi çobanlık yapanlar! ..

Geçim zorluğu vardı. Beruyabandı köy yaşamı. Eşkiyaya, budumluya, ayıya, kurda, yılana karşı kim koruyacak? Elbetteki köpekleri. Silah uyur, köpek uyumaz.

İki gügüm su ayarlamıştı kadınlar. Döktüler köpeklerin üzerlerine! Köpekleri ayırdılar, götürüp zincirlerine bağladılar. Herkes konuşa konuşa, köpekleri öve öve kendi evlerine doğru yürüyüp gittiler.

Küçük çocuklar ekmek için ağlıyorlardı:

-Ana açım! ..

-Ekmek!

Anası eline ekmek uzatırken, çocuk okula giden çocuklara bakıyordu. Gözlüklü atölyecinin arkasından bağırmalarını anımsadı:

-Gel seni okula göndereyim!

-Alsana ola! Nere bakıyorsun? Dedi anası.

-Bak çocuklar okula gidiyor! Ben ne zaman okula gideceğim? Dedi çoçuk.

Babası söze katıldı:

-Bu kış okula yollayacağım seni! ..
***
Gazel yüklü ağaçlar...Karlı dağlar! ..

Kış ve ahşap ev.

Sabahın soğuğu tırmalıyor yüzünü... Gelip gelip sert bir tokat indiriyor suratına, ensesine dağların tipisi... Tüm ağaçlar kar altında: Köknarlar, çamlar, cevizler...

Erkenden evden çıkmış, kar beline kadar yükseliyor. Omuzuna astığı bez çantasıyla sıkı sıkıya sarılmış. Ayağına,altı dökülmüş yün çoraplarını takmış, altları yok! Kurşun lastiklerinin içine kar doluyor, daha doğrusu çıplak ayakları karla bütünleşmiş! .. Yürüyor, ayakları üşüyor, üşüdükçe parmakları sızlıyor, elleri de aynen! .. Koynuna topluyor ellerini, üşüyor, ellerine tek tek sıcak nefesini üflüyor.Kendisinden iki yaş küçük kardeşiyle,okul yolunda,okumanın yolunda zorlanıyorlar karı yara yara yürürken...
İçleri sıcak, okumanın sıcaklığı! ..//HÜSEYİN GEZER/ Şavşat

Hüseyin Gezer
Kayıt Tarihi : 25.11.2016 18:12:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


GÜNLÜK YAŞAM 2008//22 ocak cumartesi:Şavşat'tan Arhavi'ye geldik. 2008//23 ocak pazar:Arhavi'den Vakfıkebir'e geldik. 2008//24 ocak pazartesi:Deniz işe girdi(Sude otokuaföre) . 2008//25 ocak salı:Kütüphaneciyle sohbet ettik. 2008//3 mart perşembe:Parasını alamadığı için Deniz sudeden çıktı. 2008//30 mart................:Beni kene ısırdı. 2008//5 nisan.................:Deniz, Nur otokuaförde işe başladı. 2008//26 nisan................:Deniz Rize'ye; biz tabzon'a gittik. 2008//5 mayıs..................Bahattin'i Rize'de hastahanede Barış'la birlikte ziyaret ettik. 2008/7 kasım evin kirasını peşin verdim. 2008/10 kasım Deniz şavşata gitti. 2008/11 kasım deniz şavşatta kaldı. 2008/12 kasım deniz şavşattan rizeye geldi. 2008/13 kasım deniz rizeden geldi. 2008/14 kasım deniz akçaabata geçti. 2008/15 kasım deniz tuzla arabasına bindi.Hacıköyden kemaliye mahallesine taşındık. 2008/16 kasım deniz tuzlaya gitti. 2008/28 kasım şafak ankaraya gitti. 2008/30 kasım şavşatta kaynatamgilin su patlamış bizim evi su basmış. 2009 //14 ekim çarşamba:Şafak,Güleser Trabzon'a gittiler. 2009//16 ekim cuma:Ayser ve ben Şavşat'tan Arhavi'ye geldik. 2009//18 ekim..pazar Şafak'la Güleser Kıbrıs'a uçakla gittiler. 2009//27 ekim................. akşam saat 18'de Leyla'nın ölüm haberini aldık. 2009//28 ekim.................metro ile İnegöl'e gitmek için Arhavi'den yola çıktık. 2009//29 ekim.............Leyla'yı İnegöl'de İstanbullu Hasan mezarlığına gömdük. Aynı gün Kamberoğlu ile Rize'ye hareket ettik. 2009//30 ekim...Arhavi'ye geldik. 2009//17 kasım masa ve sandalyeleri aldım. 2009//18 kasım..buzdolabını aldım. 2009//20 kasım.. bazayı aldım. 2009//21 kasım...Deniz askerden teskereli geldi. 2009//25 kasım..Deniz Şavşat'a gitti. 2009//27 kasım..Hüseyin ile Sadiye kıbrıs'tan geldi(Arhavi'ye) . 2009//28 kasım..Deniz Şavşat'tan geldi. 2009//29 kasım..Şafak'la Hüseyin nişanlandı. 2009//4 aralık Şafak,Hüseyin,Sadiye uçakla Kıbrıs'a gittiler. 09.09.2012/Lefkeye gittik. Şeyh Nazıma gittik.Gemikonağında Cengiz topel anıtında hatıra fotoğrafı çekildik.-Yeşilyurt. Gaziveren,Aydınköy,Güzelyurt,Zümrütköy,Şahinler,Serhatköyden geçtik. 10.09.2012/ Alevkayası Karadenizliler festivaline katıldık, sanatçı Taner Eyupoğlu ile fotoğraf çekildik. SOKAKLARIN KADINI Annesi sokakların süs kadınıydı! .. Süslü püslü gezmekten gururlanırdı, kibirlenirdi! .. Gururlanarak söylenirdi: -En yakınım ölse,makyajımı yapmadan, süslenmeden gitmem! .. Evlilik maksadıyla altı koca değiştirmişti. Her zaman aynanın karşısına geçer kalçalarını sağa sola, yukarı aşağı bükerek seyrederdi. Bir şeylerin provasını yapardı. Arkasına, önüne bir çok kereler ayna tutar, kıvırtmalı hareketlerini kontrol ederdi. Kalçalarının hareketleri, erkeklerin heyecanını körüklerdi! Gözleri, karşısındaki erkeklerin heyecanını körüklerdi! .. İlk eşi Sadık'tı. Sadık yaşca kendinden çok büyüktü.Sadık'ı hiç sevmemişti.Yılanın koynuna girer gibi giriyordu Sadık'la yatağa! ..Çok uzun sürmedi Sadık'la evlilik yaşamı... Hele memeleri! .. Memelerinin hareketleri...Hemen hemen bütün erkeklerin gözleri memelerindeydi. Memeleriyle bütün erkekleri cezbediyordu.Nasıl da beceriyordu o memelerini yukarı-aşağı, sağa-sola müzik notası gibi hareket ettirmesini! ..Hafif esen bir rüzgarın yaprağı okşaması gibi hareket ediyordu memeleri.Bir keresinde sokakta buluştuğu bir erkeğe: -Memelerimi tek tek mi çıkarayım? Memelerimin ikisini birden mi çıkarayım? Nasıl öpmek istiyorsun memelerimi? Sonra,iki memesini birden çıkararak: -Hadi öp! Hadi em memelerimi! Dedi adama. Adam memelere aç aslanlar gibi saldırdı. O, adamdan daha hızlı davranarak, memelerini adamın yanaklarına, bir o yandan bir bu yandan şak şak çarptı.Memeleri adamın yanağında şakladı. Ve kendi sokakların kadını olmuştu.Kendisini erkeklerin kucağına salıvermişti:Kimi kahveci Ali ile,kimi Kayserili Almancı Lütfü ile...Almancı Lütfü, Almancı Haşimden son model bir cep telefonu almıştı ona, beş yüz liraya... O gün Gedikler markete uğradı.Alinin telefonunu kahvenin camından almıştı.Lütfünün ve Alinin cep telefonlarını, telefonuna kaydetti.Cumhuriyet mahallesine geçti,sokakta mahalle muhtarı Abdullahla karşılaştı.İlköğretim okuluna yakın, okul sokakta ikamet ediyordu. Hakim neden şunları sormamıştı ona: -Mademki annenin yanına yerleşmek için geldiniz, hangi ev eşyalarını getirdiniz? -Çeyizlerin getirdin mi? (Annenin yanına? -Evlendiğiniz zaman aldığınız eşyaları annenin yanına getirdiniz mi? -Temelli geldinizse hiçbir eşya niçin getirmediniz? Hüseyin Gezer/ Şavşat

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Hüseyin Gezer