Bir bahara doğma aşkıyla yürürdüm gözlerinin maviliğine
Bulut bulut karşılardı müphemiyetin bıçak bıçak yaralardı
Süzüldüğümde ben lahuti bir akşamda ruhunun enginliğine
Umutlarımdan sarkardım sana, ürkek melal, gülmemi yargılardı
Bırakışın göğe izlerini söküp de gamzelerini atışın
Anne anne uyut beni
Korkularımdan
Hafakanlarım var
Biliyorsun
Ve görmediğin kaçışlarım
Kabus tortulu
Sen var ya sen
Gözlerimin ta en uzak millerine kadar
Kaç milyon kilometre ruhumun derinliklerinde
Kainatımın sonsuzluğunda
Esip geçen bir rüzgar gibi körpesin
Bakışlarının sadeliğine adayım
New Oerleans'lı bir siyahi kirpiklerin
Boğulmuş gözyaşlarında
Tutunmuş göz bebeklerinin
Simsiyah adasına, hüznün
Bir president olmuş yarin
Umarsız ve de lakayt siyahi kirpiklerine
DİL BİRLİĞİ (MONOGENİST) TEORİLERİ
Societe de Lingiustique de Paris (Paris Dil Bilimi Cemiyeti) tarafından 1866’da savunulması yasaklanmış Dilbirliği teorisinden bahsedeceğiz bugün…Bilim neden yasaklanır, neden kısıtlanır bilemem..Bir yazımda “Ancak Oğuz Düzgün``ün ortaya attığı fikirler, pek çok bilimsel görüşten etkilenerek geliştirdiği yeni teoriler birilerini oldukça rahatsız ediyor..” diyorum.Yani ben açıkça pek çok bilimsel görüşten terimsel manasıyla, teoriden etkilendiğimi ifade etmişim..Zaten dilbilimle uğraşan bir insanın hem de pek çok kitabı okumak zorunda olan bir araştırmacının kendisinden önceki görüşlerden etkilenmemesi, onların tesirinde kalmaması düşünülemez..Fakat görüldüğü gibi tarihte de bizim savunduğumuz savların benzerlerini savunanlar hep dışlanmışlar, Dilbilimi tekellerine alan kurumlar tarafından…İşte Societe de Lingiustique de Paris…Monogenist teorileri savunan bilim adamları “bizim fikirlerimizi yasaklayamazsınız” diyemeden onları bilim arenasından alaşağı etmiş bu bilimciler…Ancak yeni yeni daha 1980’lerde başlanmış bu konular tartışılmaya ve de daha detaylı bir şekilde araştırılmaya..Atatürk’ün savunduğu “Güneş Dil” teorisi de bu tarz Monogenist teorilerden biri..Ancak bu teori köken dilini “Türkçe” olarak belirlemesi ile diğer görüşlerden ayrılıyor..Yani bu haliyle bu teori nevi şahsına münhasır bir teoridir…Başlı başına bilimsel bir kuramdır..Tabii ki biz dünyada konuşulan ilk dil Türkçe idi demiyoruz.Zaten Atatürk de bu iddianın ispatlanmasının zorluğunu anlamış ve de bu teoriyi savunmayı bırakmıştı.Ancak bizim de kendimize göre, Monogenist teorinin literatürlerine girecek özgün savlarımız mevcut..Yani kökende bütün Monogenist teoriler birbirlerine benzer ancak hepsinin de birbirinden oldukça farklı yönleri vardır..
Alfredo Trombetti, Sapir, Morris Swadesh gibi dilbilimciler bizim savlarımıza kökendaşlık edebilecek kuramlar ortaya atmışlardır..Ruhlen’in 1994’te ifade ettiği gibi: “Dil bilimciler, HintAvrupa dil ailesinin bilinen akrabası olmadığı şeklindeki kolaycı hikayeyi benimsediler(Bugün de Türkiye’de ve de dünyada benzer hikayeler tabu gibi önümüze konuyor O.D) Bu görüşü benimseyenlere göre karşılaştırmalı metot 58000 yıl için kullanılabilirdi ki bu, HintAvrupa dil ailesinin bilinen yaşını içine alıyordu.” Bilhassa 1980’den sonra geleneksel dilbilim görüşlerini eleştiren oluşumlar ortaya çıkmışlardır..Bu oluşumlar oldukça da taraftar toplamışlar bilim çevrelerinden..Ancak Türkiye’de çok değerli bilim adamlarımız olmasına rağmen ve bazı istisnaların dışında bu “Dünya Dillerinin Birliği” görüşü resmi olarak kabul edilmemiştir…Ancak dünyada bilhassa da ABD’de gen biliminde yaşanan gelişmeler, bilim adamlarını Dil birliği teorilerine götürmüştür.. (Gen Bilimi ve Türkçe, Kuantum Fiziği ve Türkçe, Termodinamik Kanunları ve Türkçe gibi konuları bildiğim kadarıyla ilk defa biz irdeledik) “Dünya Dillerinin Birliği” teorilerini savunan bilim adamlarının en son basamağı kabul edebileceğimiz Merrit Ruhlen, “5000 civarında olduğu tahmin edilen dünya dillerini “Greenberg’in görüşleri ışığında” önce 23, sonra 12 büyük aileye ayırabilmiştir.Bu aileler 1Hoysan, 2NijerKordofan 3NilSahra, 4Avustralya, 5HintPasifik, 6Ostrik, 7Dene Kafkas, 8AfroAsyatik, 9Kartvel, 10Dravit, 11Avrasyatik, 12Amorind” Evet Merrit Ruhlen bu alanda yapılabilecek en son yeniliği yapmıştır şeklinde kabul edilmektedir..Elbette yeni çalışmalar, yeni kuramlar yeni araştırmalar vardır yapılan…
Biz şunu söylüyoruz yıllardır..Türkiye’den “pek çok başarılı dilci” çıkmıştır…Çünkü Türkçe’nin mantıklılığı onunla uğraşanların da çalışmalarına yansımaktadır yer yer..Ancak bu denli mantıklı ve de matematiksel bir dili olan milletten de “Dilbilimin Temellerini Eleştiren” onun “köklerini sorgulayan” çalışmaların çıkması normal kabul edilmelidir..Biz burada gösteri yapma telaşında değiliz.Bir anlayışın değişimi konusunda mücadele ediyoruz öncelikle..Bu noktada bizim görüşlerimizin kabul edilip edilmemesinin de çok da önemi yoktur..Ancak bir zihniyet yenilenmesi muhakkak gereklidir..Dilbilimin gelişmesine teorileriyle katkıda bulunanlar neden Rusya’dan, ABD’den, Fransa’dan çıksın hep? Neden kendimizi bu denli küçük görüyoruz düşünce bakımından? ..Neden öncelikle bizim daha sonra da dünyanın dilbilim anlayışını kökünden değiştirecek farklı anlayışları geliştirmeyelim? ..Bu tarzda çalışmalar olmuş ülkemizde..Ancak bir şekilde bu insanlar Societe de Lingiustique de Paris’in Fransa’da yaptığını Türkiye’de uygulayan çevrelerce adeta aforoz edilmişler..Esameleri bile okunmuyor onların.Ancak biz bu konuyu “milli bir dava haline getirerek” ve de onu “kendimize özgün görüşlerle güçlendirerek” bizden öncekilerden farklılaşıyoruz...
Buradan ilgililere sesleniyoruz: “İvedilikle “Dilbilim” araştırma merkezleri kurulması gereklidir..Ya da Türk Dil Kurumu gibi Kurumlar bünyesinde başta dilimizi, ardından Anadolu dillerini ve daha sonra tüm dünya dillerini araştıracak merkezler teşkil edilmelidir..) Tevrat, İncil ve de Kuran gibi Kutsal kitaplarda bile gücün sembolü olarak kabul edilen “dil” konusu bu denli önemsiz olsaydı Atatürk, daha ilk başlarda TDK gibi bir kurumu kurmazdı..ABD, Rusya, Fransa gibi devletler dil araştırmalarına bu kadar önem vermezlerdi..Biz ufak çaplı da olsa bu çalışmalarımızla bu konuları gündeme taşımak gibi bir misyonu da şu zayıf omuzlarımıza yüklenmiş bulunuyoruz..Şimdi de bizim görüşlerimizin bizden önceki teorilerden farklı yönlerini ifade edeceğiz:
Haydi marş marş doğru evlere
Öcüler kapar yoksa
Karanlıkların kustuğu
Pislikler kapar yüreciğini
Şeytanlar kapar...
Kızılderililerin hepsinin olmasa da bir kısmının Türk kökenli olduğunun söylendiğini duyarız bazen..Ancak haklı olarak bu savın doğru olup olmadığı konusunda şüphelere de kapılırız..Elbette bu insanların yani “Kızılderili” ya da bir galatı meşhur olarak “indians” olarak anılan insanların kökeninin şu veya bu olmasının, yani kafataslarının şeklinin bizim için çok da önemi yok..Sonuçta onlar kendilerini şu anda farklı bir halk ya da millet olarak tanımlıyorlar..Kökenleri nereden gelirse gelsin bu insanlar binlerce yıldır Amerika kıtasında yaşıyorlar ve bu binlerce yıllık süre de onların yepyeni bir millet olarak başkalaşmasına yeter bir süredir..Bulgar Türkleri daha kısa bir sürede Bulgar milleti diye apayrı bir millet olmuşlardı bildiğiniz gibi...Bunlara Türk soyundan gelen Finler ve Macarlar da eklenebilir..Fakat bu insanlarla bir şekilde akraba olduğumuzu bilimsel verilerle ispat edebiliriz..Bunu ispat için kullanılabilecek en önemli araçlardan birisi de bildiğiniz gibi dildir..Pek çok Kızılderili dilinin UralAltay kökenli diller olma ihtimali hem de kuvvetli olarak vardır…Bering boğazı yoluyla Orta Asya’dan Amerika’ya göçen Orta Asya halklarının tamamının da Türkler olduğunu söylemek imkansızdır..Ancak Kızılderili dillerini incelediğimizde bu kıtaya göçen milletler içinde Türk milletinin de atalarının var olduğu kesindir..Yoksa Kızılderili dillerindeki Türkçe kökenli kelimeleri açıklamamız asla mümkün olmazdı..Elbette Osmanlı döneminde Amerika’ya göçen “Meluncanlar” denen topluluğun Kızılderililerin dillerini etkilediği gerçeğini de unutmamamız yerinde olur..Zira Meluncanlar büyük bir ihtimalle Osmanlı Türkçe’si konuşuyorlardı..Bildiğimiz gibi bu Türkçe, Arapça ve Farsça kelimeler itibariyle zengin bir lehçeydi..İşte Kızılderililerin yakınlarına yerleştirilen Meluncan’ların Kızılderili dillerini etkilediğini varsayarsak, bu dillerdeki bazı kelimelerin Arapça ya da Farsça kökenli olma ihtimalini de göz ardı etmememiz gerekir..Bir Kızılderili kavmi olan Çerokilerin dilindeki “saat” gibi Arapça kökenli kelimelerin de başka bir izahı zor görünmektedir..Üstelik “hadjo” (haco) şeklinde telaffuz edilen ve Osmanlı Türkçe’sinde ve günümüz Türkçe’sinde sıklıkla kullanılan Farsça kökenli “Hoca” (Hace) kelimesi de ancak Meluncan’ların dillerinin etkisiyle açıklanabilir.Biz bu gerçeği inkar etmemekle birlikte Orta Asya’dan göç edildiği şekliyle Kızılderili dillerinde kalan Türkçe kelimeler üzerine odaklanmak istiyoruz..Küçük de olsa bulacağımız benzerlikler bizleri ortak bir kökene en azından Moğollarla, Japonlarla olduğu gibi Kızılderililerin bazı boylarıyla da akraba olabileceğimiz gerçeğine bizi götürür…Bu gerçek de belki Kızılderililerin Türkiye’ye, Türklere daha sıcak bakmasına vesile olabilecek gelişmeleri doğurabilir..
Bizim asıl amacımız Türkçe’nin köklü ve de büyük bir dil olduğunu gözler önüne sermektir..Bu çalışmalarımız neticesinde dünya milletlerinin ve bilhassa da Amerikanın yerli halklarının güzel dilimiz Türkçe’mize sevgiyle bakmasını sağlayabilirsek mutlu oluruz..Bu amacımız da daha büyük bir tali gayeye odaklanmıştır..Biz Türkçe’yi sadece bir Irkın dili olarak görmüyoruz..Bu dil İran’dan Yunanistan’a, Doğu Türkistan’dan Bosna Hersek’e, Hindistan’dan Arnavutluk’a kadar binlerce yıl yaşanmış büyük bir medeniyetin ve de kültürün simgesi olmuş bir dildir..İnsanlığın kurtuluşunun ise medeniyetimizin sahillerinde olduğunu görmekteyiz..Türkçe de bu medeniyetin ve kültürün dili olarak bu medeniyete yaraşır şekilde, haşmetli, düzenli ve de güzel bir dildir..Dünya milletlerinin Türkçe’ye yönelmesi demek, onların Türkleşmesi anlamına gelmez.Bizim de dünya insanlarını Türkleştirmek gibi bir gayemiz asla yoktur.Zaten böyle bir ırkçı ve de asimle edici bir anlayışı benimsememiz mümkün de değildir..Belki Büyük bir medeniyetin ortak kültür dili olan Türkçe yoluyla insanlar, Doğunun, Asya’nın huzurlu limanlarına sığınarak, çağın bunalımlarından kurtulabilirler..Reçete bizim medeniyetimizdedir…Reçetenin dili ise Türkçe’dir..Dünya insanları kurtuluşlarının reçetesini tam manasıyla okumak istiyorlarsa Türkçe’yi öğrenmek, sevmek zorundadırlar..Bu da ancak Türkçe’nin güzelliklerini, zenginliklerini dünyaya haykırmakla mümkün olabilir..Yani Türkçe, harflerine kadar içine sindirdiği, medeniyeti, dini, kültürü haykırmak istemektedir..Bu bir boşalma hamlesidir..Binlerce yılın elmaslarla, mücevherlerle dolup taşmış birikimini başka kültürlere, dünyalara ulaştırma çabasında olan önderimiz; Dilimiz Türkçe’nin ricasını yerine getirmekteyiz..O bize kendisini gösterdi, biz de bu acizane aynalığımızla onu dünyaya gösterme azmindeyiz..O bizle konuştu, biz de şu zavallı mikrofonluğumuzla onu evrene dinletme aşkı içindeyiz..İşte şimdi Kızılderili diliyle bir yakınlık hisseden Türkçe bakalım nasıl konuşmaktadır ve bu yakınlığı haykırmaktadır görelim:
Kızılderili’lerin sayı sitemleri incelendiğinde Türkçe’nin bu dillerdeki izlerine rastlamaktayız..
Örneğin “Bir” sayısını aynı anlamda üstelik aynı seslerle bazı Kızılderili kavimlerinin dillerinde bulmamız oldukça şaşırtıcıdır..Bilhassa dilbilim alanında pek çok bilim adamı yetiştirmiş Amerika bu gerçekleri neden daha açık ve güçlü bir şekilde haykırmamaktadır bilinmez…Biz Amerikanın yerli kavmi olan Kızılderilileri Kowboy (çoban) filmlerinden öğrendiğimiz kadarıyla savaşçı, kafa derisi soymayı seven, beyazları öldürme alışkanlıkları olan insanlar olarak tanımaktayız…Halbuki onların yüzlerce yıl katliamlara maruz kalan ve de bugün soyu nerdeyse tükenmiş bir millet olduklarını da hatırlamamız gerekiyor..İşte bu özgürlüğüne düşkün kavmin Çin seddini defalarca aşmış Türklerle ve diğer özgürlüğüne düşkün orta asya milletleriyle akraba olduğunu bu “bir” sayısı bir kere daha ilan ediyor..Tarahumara Kızılderililerinin dilinde Türkçe’deki “Bir” sayısı “Bire” şeklinde Guarijo Kızılderililerinde ise aynı sayı “Pire” şeklinde yine bu kelime ile aynı kökenden gelerek başkalaşan “Wihl” (BirWhirWihl) Quileute dilinde binlerce yıldır yaşamayı başaran Türkçe kelimelerdendir…Yuki, Nuxalk gibi Kızılderili boylarında bu “Bir” sayısı “Maw” “Panwi” şekillerinde yaşamaktadır ki bu küçücük örnekler bile binlerce ses ihtimali içinde Türkçe’deki “Bir” sayısıyla bu kadar benzer seslerle telaffuz edilmelerinin ortak bir kökenle açıklanabileceğini gösteren nadide örneklerdendir..
Türk dillerinde hemen hemen hiç değişmeden “iki” ya da “yiki” şeklinde telaffuz edilen “iki” sayısı Bir sayısından daha yaygın bir şekilde ufak ses farklılaşmalarıyla birlikte Kızılderili dillerinin tamamına yakınında yaşamayı başarmıştır..Bazı kullanımlarda mesela; Jicarilla Apaçilerinde “Naakii” Batı Apaçilerinde “Naki” şeklinde başlarına bir “n” ünsüzü alarak yaşamayı başarmışlardır…Lavrentian dilinde “Tigneny”, Pomo dillerinde “Kaw”, Koyukon dilinde “Netih”, Powhatan dilinde Ninge, Carrier dilinde “Nanki”, Çipewyanların dilinde “Naki”, Willapa dilinde “Natke”, Kato dilinde “Nakaa”, daha belirgin bir şekilde Sarcee/Tsuut`ina dillerinde “Ekiyi”, Pawne dilinde “Pitku” şeklinde başa “p” ünsüzü alarak, Inezeno Chumash dilinde Iskom şeklinde, Cochimi dilinde “kuak” formunda, Karok lisanında “Áxak” (x=Gırtlaksı hırıltılı h) Havasupailarda “Xuwak”, Mojave dilinde “Havik”, Highland Chontalların dilinde “Oguéh” şeklinde aslını açıkça andırır bir ses dizgesiyle, Kueçularda “İskay” sesleriyle kullanılan kelimenin Türkçe kökenli İki, eki, yiki şekillerinde telaffuz edilen “İki” kelimesiyle benzerliği aşırı bir dilbilim bilgisini gerektirmeyecek şekilde aşikardır..
Karanlık bir an
Hayaller dizilmiş kurşuna
Şarapneller
Kudurmuşlar
İnsanlık rağmına
Sağanak sen yağıyor
Gözlerimden bu gece
Fâili meçhul
Bir aşk kurşunu bu
Damarlarımdan asılmışım
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!