Oğuz Atay ve Türk Edebiyatının İlk Postm ...

Utku Özbay
119

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Oğuz Atay ve Türk Edebiyatının İlk Postmodern Romanı: Tutunamayanlar-3

Bizde 1872 yılında yayımlanan ilk roman Tanzimat Dönemi sanatçısı Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Tâlât ve Fitnat’ıdır. Bu eserin yayımlandığı yıllarda(‘yıllarda’ kelimesinin yerine ‘yüzyılda’ ya da ‘yüzyıllarda’ kelimelerini kullanmak, en azından Fethi Naci’nin sınıflaması için daha doğru olacaktır) Batı’da şu romanlar okunmaktaydı(*) :
Fransız edebiyatı: Stendhal: Kızıl ve Kara(1830) , Parma Manastırı(1839): Chaderlos de Laclos: Tehlikeli Alâkalar(1872): Balzac: Eugénie Grandet(1833) , Goriot Baba(1833) , Köy Hekimi(1833) , Vadideki Zambak(1853) , César Birotteau(1837) , Kuzin Bette(1847): Emile Zola: Thérese Raquin(1867): Victor Hugo: Sefiller(1862): Amerikan edebiyatı: Hermanne Melville: Moby Dick(1851): İngiliz edebiyatı: Daniel Defoe: Robinson Crusoe (1720): Henri Fielding: Tom Jones(1749): Charles Dickens: Oliver Twist (1838) , David Cooperfield (1850) , Büyük Umutlar(1861): Charlotte Bronte: Jane Eyre (1847): Rus edebiyatı: Puşkin: Yüzbaşının Kızı(1836): Lermontov: Zamanımızın Bir Kahramanı(1839-1840): Gogol: Ölü Canlar(1842): Tolstoy: Savaş ve Barış(1869): Dostoyevski: Beyaz Geceler(1848) , Netoçka Nezvanova (1849) , Suç ve Ceza (1866) , Ezilenler(1866) , Kumarbaz(1866) , Budala(1869) , Ecinniler(1870): Alman edebiyatı: Goethe: Genç Werther’in Çektikleri(1774) , Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları(1796): İspanyol edebiyatı: Cervantes: Don Kişot (I.cilt: 1605, II. Cilt: 1615) .
Bunlar arasında İspanyol yazar Cervantes’in Don Kişot romanı, ilk olması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır.

* * * * *
TÜRK ROMANINDA BATILILAŞMA VE ‘BATILILAŞMA SORUNSALI’
Dizimizin ikinci yazısında, Osmanlı Devleti’nin nasıl batılılaşma (sözde ve özde) çabası içine girdiğini, 1730 Lale Devri ile başlayan gelişmeleri, Sanayi Devrimi’nin Osmanlı’ya ve Osmanlı toplumuna etkisini, 1838 Ticaret Antlaşması’nı, 1808 yılında Sultan III. Selim’le Ayanlar arasında imzalanan Sened-i İttifak’ı, Sened-i İttifak Antlaşması’nın imzalanmasıyla Ayanların, nasıl nüfuz sahibi olduğunu ve meşrulaştığını; böylece Saray’a, bu antlaşmayla, ‘devlet meselelerinin kendilerine danışılarak çözülmesini’ kabul ettirdiklerini, bunun da ‘fiili toprak mülkiyetini körüklediğini belirtmiş ve şöyle bitirmiştik:
“Bir yarı sömürge olmaya doğru giden ülkeye, böylece, Batı edebiyatı da girmeye başladı: Önce çeviri eserler, ardından Batı romanına öykünen yeni romanlar… Kısaca, İngiliz Ticaret Antlaşması (bkz. Balta Limanı Ticaret Antlaşması) ve Tanzimat Fermanı olmasaydı roman Türkiye’ye herhalde daha yıllarca giremezdi.”
Bu konuda Şükran Kurdakul Çağdaş Türk Edebiyatı’nın I. Cildinde aynen şunları söyler:
“…XIX. Yüzyıl Avrupa’nın başka doğu ülkeleriyle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’nu da ekonomik ve siyasal bir çember altına alarak kıskıvrak bağladıkları yüzyıldır. Endüstri devriminden sonra hammadde bekleyen makineler ve günden güne yeni ücret artışı isteklerinde bulunan işçi sınıfının siyasal bir güç olarak ortaya çıkması, devlet yönetimine el koyan burjuvaziyi, gelişmemiş ülkelerin yer altı ve yerüstü kaynaklarına doğru itmiştir…”(**) Yine aynı paragrafın devamında, Kurdakul, “XIX. yüzyıl Avrupa haritasında önemli değişiklikler meydana geldiğini; Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bağımsızlık savaşlarının başladığını, bunun sonucunda, 1812 Bükreş Antlaşması’yla Sırpların, 1829 Edirne Antlaşması’yla Yunanlıların, 1878’de Bulgarların, 1881’de Rumenlerin birbiri ardına bağımsızlıklarını kazandığını belirterek, Osmanlı’nın çözülüşünün Batılı diplomatlarca şu ünlü sıfatla karşılandığını vurguluyor: Hasta Adam.”
1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması’nın üretimde gelişmeyi durdurma açısından ‘bardağı taşıran son damla’ olduğunu belirten Kurdakul, bu antlaşmanın ertesi yılı (1839) Tanzimat Fermanı’nın ilan edildiğini belirtmiş.
* * * * *
“MODERN ROMAN BİREYİN ÜZERİNDE DÖNER...”
Peki, 1605 yılında ve sonrasında, Batı, görece ‘başarılı’ romanlar ve iyi yazarlar çıkarırken Türkiye’de romanın gelişmesini geciktiren nedenler nelerdi? Fethi Naci, Yüzyılın 100 Türk Romanı isimli eserinde, ‘romanın gelişmesini geciktiren nedenler’ üzerine en derli toplu yazıyı, ‘Roman ve Romancı Üzerine Notlar’ başlığıyla, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yazdığını söyler ve bu yazıdan önemli bazı parçaları okurlarına aktarır(1) :
“…Türk romanı gözden geçirilirken göz önünde tutulması gereken ilk gerçek, bu romanın yurtta öteden beri var olan hikâye biçimlerinin doğal bir gelişmesiyle doğmadığı, bir geleneğin olduğu yerde bırakılıp yerine yenisinin kurulması şeklinde başladığı keyfiyetidir. Roman bize dışarıdan gelir. Bunu söylemekle türü doğrudan evolüasyonun toplumumuz içinde tamamlanmamış olduğunu hatırlatmak istiyorum.”
“…Bireyi yoksayan ve hayata göz yuman bir anlayış elbette ki insanın çevresinde dönen bir sanat geleneğini tek başına kuramazdı. Türk hikâyesinin değişebilmesi için bireyin değerlenmesi gerekti. Modern roman bireyin üzerinde döner. Eski (sanat) ise hayat ve yazgı karşısında bireyin özgürlüğünü değil, varlığını bile kabul etmez…”
“Müslüman doğu, ruhbilimsel araştırmayı pek az tanımıştır. Bazı genel düşünülerin dışında insan ve insan ruhu onu pek az uğraştırmıştır. Kendisini yöntemli biçimde derinleştirmeye çalışanlar bulunsa bile, bu bir kültür için genel bir eğilim niteliğini alacak şekle girmemiştir…”
“Bizde roman sorunu bizi ister istemez Türk düzyazısının geçmişine götürür. Gerçi bir Evliya Çelebi, bir Naima, bir Peçevi Türkçede yetişmiştir. Bunlar herhangi bir dilde büyük güçler gibi tanıtılabilecek denli bir yolda ilerlemiş bir Türk düzyazısının var olduğunu bize kabul ettiremez…”
“…Türk romanının başlangıcındaki olanaksızlıklara kadın ve erkeğin bir arada yaşamaması, hayatın kapalı ve tek yönlü olmasını da eklemelidir. Kadınsız bir toplumun hayat deneyimi doğallıkla, tam olamazdı. Bireyin söz konusu olduğu her yerde mutluluk sorunu kendiliğinden ortaya çıkar ve iş dönüp dolaşıp aşka gelir. Eski efsane doğrudur: İnsanoğlu kendisini tamamlayacak olan yerini arar. Bu ilk romancılarımızda aşk doğallılıkla, cariyelerle, ya da aile kişileri arasında, ya da azınlık kadınlarla olacaktı. Her üç şeklinin de kendiliğinden gelme sakıncaları vardı. Birinciler arasında özgürlük düşünüşü kayboluyordu. Pazardan alınan bir kadının, girdiği evdeki erkeğe karşı koyma derecesi tasarlanabilir. Onda tersine her şey bu tutkuyu kabul etmeyi buyuracaktı. Özgürlük, tensel mutluluk, rahatlık, şeref hep onunla geleceklerdi. Öteki ikisinde ise hayat zorlanıyordu.”

İLK ÇEVİRİLER VE ‘TAKLİTLER’
Bir diğer değerli edebiyat eleştirmenimiz Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış adlı eserinin ilk cildinde, Türk edebiyatında romanın Batıda olduğu gibi ‘feodaliteden kapitalizme geçiş döneminde burjuva sınıfının doğuşu ve bireyciliğin gelişimi sırasında tarihsel, toplumsal ve ekonomik koşulların etkisi altında yavaş yavaş gelişen bir anlatı türü olarak çıkmadığını’ belirtir ve şöyle sürdürür: “Batı romanından çeviriler ve taklitlerle başladı; yani Batılılaşmanın bir parçası olarak. Şemsettin Sami, Namık Kemal, Ahmet Mithat gibi, romanı ilk deneyen yazarlarımızın edebiyat ve roman ile ilgili yazılarını okuyacak olursak görürüz ki Avrupa edebiyatını ve romanını ileri bir uygarlığın işareti, kendi edebiyatımızı ve anlatı türündeki yapıtlarımızı da geriliğin bir işareti sayarlar. Batı uygarlığını yalnızca sanayi ve teknikte bir ilerleme olarak görmüyor, ‘maarif’i ve edebiyatı ile bir bütün olduğuna inanıyorlardı.”(2)
Bizde ilk çeviri roman “Yusuf Kâmil Paşa’nın Fransız yazar Fénélon’dan çevirdiği Telemak (çev.1859; baskı: 1862, 1863, 1867, 1870) adlı romanıdır. Eser, ‘özetlenerek’ Türkçeye aktarılmıştır.”
“…Victor Hugo’dan özetlenerek çevrilen ve Rûzname-i Cerîde-i Havâdis gazetesinde tefrika edilen (1862) Mağdurin Hikâyesi, Batı edebiyatından dilimize çevrilen ikinci eserdir. Sekiz yıl sonra Şemsettin Sami’nin Sefiller adıyla çevirdiği ve artık o adla anılan eserin bu çevirisi, Yusuf Kâmil Paşa’nın tutumunun tam tersine, sade bir dil ve yapmacıksız bir anlatımla kaleme alınmıştır.”(3)
“… 1860- 1880 arasındaki dönemde Batı edebiyatının birkaç klasik yazarının ve genellikle romantik yazarlarının çoğunun belli başlı eserleri Türkçeye çevrilmiş, roman türünün çeşitli örnekleri Türk okurlarınca tanınmıştı. 1880’le Edebiyat’ı Cedide topluluğunun kurulduğu 1896 arasındaki on altı yılda da, Goncourt Kardeşler, Alphonse Daudet, Emile Zola, Mauppasant gibi realist ve natüralist yazarlardan çeviriler yapılmaya başlanmıştır.”(4)

PEKİ YA DÖNEMİN SANATÇILARININ DÜŞÜNCELERİ, YAZDIKLARI? ..
Şemsettin Sami’nin, “Şiir ve Edebiyattaki Teceddüd-i Ahirimiz” adlı yazısının bir yerinde şunları yazdığını belirtir Berna Moran Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış’ın I. Cildinde:
“ Avrupa dillerini bilenlerin, Shakespeare’in, Moliere’in, Racine’in, Schiller’in Goethe’nin, Alfieri’nin manzumelerini okuduktan sonra, leyleklerin Mecnun’un başında yuva yapmasından, Leylâ’nın ay ile mükâlemesinden, Ferhad’ın dağları yarmasından bâhis(bahseden) kaba ve çocukça hikâyeleri yazmağa tenezzül edemiyeceğini söyler ve az aşağıda ekler: bugün, Mecnun’un etrafında toplanmış kurt ile kuzu, arslan ile ceylan gibi muhtelif hayvanların ortasında oturup onlarla lakırdı ettiğini veya Leylâ’nın mumla konuştuğunu bir ufak çocuk bile severek ve beğenerek okuyamaz.”(5)
Namık Kemal’in de Mukaddime-i Celâl’de, anlatı türündeki eski yapıtlarımıza aynı nedenden ötürü saldırdığını; buna karşın İbret-nümâ gibi, Muhayyelât gibi, Aslı ile Kerem, Ferhad ile Şirin gibi birtakım hikâyelerimiz olduğunu kabul ettiğini belirten Moran, yine aynı Namık Kemal’in, bunları romandan farklı ve ‘aşağı’ bulduğunu söyler; çünkü roman Namık Kemal’e göre gerçek bir olayı değilse de olabilecek bir olayı anlatır. Mukaddime-i Celâl’de şunları yazmıştır Namık Kemal:
“ Halbuki, bizim hikâyeler tılsım ile define bulmak, bir yerde denize batıp müellifin (yazarın) hokkasından çıkmak, âh ile yanmak, külüng(taşçı kazması) ile dağ yarmak bütün bütün tabiat ve hakikatin haricinde birer mevzu’a müstenid (dayandırılmış) (…) olduğu için roman değil, kocakarı masalı nev’indendir. Hüsn ü Aşk ve Leylâ ile Mecnun kabilinden olan manzumeler de gerek mevzularına, gerek suret-i tahrirlerine nazaran(yazılış tarzlarına göre) birer tasavvuf risâlesidir.”(6)
Romanı ‘çağdaş uygarlığın bir gereği olarak’ benimseyen Tanzimat yazarlarının ahlak sorununa çok önem verdiklerini söyleyen Moran, bu ilk romancılarımızın romandan yalnızca kıssadan hisse beklemediklerini belirtir ve Ahmet Mithat’ın “Nedamet mi? Heyhat! ” isimli romanının önsözünde şunları yazdığını alıntılar:
“Roman yalnız bir vaka-i lâtife ve garibenin (hoş ve garip bir olayın) hikâyesinden ibaret değildir.O vak’a elbette fünundan(bilimlerden) birisine, sanayiden birkaçına, hikmetin(felsefenin) bazı kavaidine(kurallarına) , coğrafyanın bir faslını teşkil eden bir memlekete, tarihin bir fıkrasına taalluk eder ki (ilişkindir ki) onlara dair verilen izahat erbab-ı mütalaanın(okuyanların) malumat ve vukufu(bilgi) dairesini tevsi eder(genişletir) .”(7)
Bu pasaj, A. Mithat’ın romanın çeşitli konularda bilgi vermesi ve öğretici olması gerektiğini savunduğunu gösterir…

utku.ozbaygmail.com

KAYNAKÇA
(*) Fethi Naci, Yüzyılın 100 Türk Romanı, Adam Yayınları, Üçüncü Basım: Mart 2000
(**) Şükran Kurdakul, Çağdaş Türk Edebiyatı -1. Cilt,Bilgi Yayınevi, Genişletilmiş Üçüncü Basım Ocak 1992
(1) Fethi Naci, Yüzyılın 100 Türk Romanı, Adam Yayınları, Üçüncü Basım: Mart 2000, Fethi Naci burada şu dipnotu eklemiş: Ulus gazetesinin 19.9.1943 günlü Güzel Sanatlar sayfasında yayımlanan bu yazı, oradan, Türk Dili Dergisi’nin Temmuz 1964’te çıkan “Roman Özel Sayısı”na alınmıştır.
(2) Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İletişim, Yayınları 7. Baskı 1998, İstanbul, Bölüm I, s. 9
(3) Fethi Naci, Yüzyılın 100 Türk Romanı, Adam Yayınları, Üçüncü Basım: Mart 2000, s.13
(4) Cevdet Kudret’in Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, I. (Varlık Yayınları) , 1965’ten aktaran kaynak: Fethi Naci Yüzyılın 100 Türk Romanı, s. 14
(5) Yazının sonuna dipnot ekleyen Moran, dipnotta şunları söylüyor: Bu yazının yeni baskısı için bk. Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi. Cilt III. Hazırlayanlar Mehmet Kaplan, İnci Enginün, Birol Emil, Zeynep Kerman. (İstanbul Üniv. Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1979) s. 321- 323
(6) Mukaddime-i Celâl, 3. Baskı, (1309) s. 17-18’den aktaran kaynak: Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İletişim Yayınları, 7. Baskı 1998, İstanbul, Bölüm I s. 10
(7) Nedamet mi? Heyhat! (1306/1898) , s.6’dan aktaran kaynak: Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İletişim, Yayınları 7. Baskı 1998, İstanbul, Bölüm I, s. 16

Utku Özbay
Kayıt Tarihi : 3.7.2010 13:07:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Utku Özbay