Oğul - 3 Şiiri - Gürkal Gençay

Gürkal Gençay
85

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

Oğul - 3

(minik kuzu; henüz sarılamadan memeye/ ve anne koyun daha doyamadan bebeğe/ adandı bir kanlı sunakta/ habil’in efendisine./ ilâhlar “kan” diyordu/ ve devirip kâbil’in meyve sepetini/ habil’in üç günlük kuzusunu istiyordu./ bir tanrısal fitne, ilk cinayeti tarihe/ ve kardeşi kardeşe düşürüyordu./ üç günlük kuzuyu katleden habil mi,/ yoksa kötü olan/ kardeş katili kâbil mi? ../ işte, yaşamın ipucu burada saklı, cevabını mutlaka bul; / tanrıları / kulluğu kabul edenler yaratır Oğul! ..)


-I-
tadı damakta kalan bir yaz aşkı gibi,
limanımıza demir atmıştı
bordasında kaçak sevişmeler biriktiren
bir masal gemisi.

ve bize sen öğretmiştin sevmeği.
belki bir daha
hiç göremeyecektik birbirimizi,
bir daha olmayacaktık,
ve yeşil gözlü sarışın çocuklar gibi, büyüdükçe esmerleşiyordu tûn
onun için tez söylemeliydik sevgimizi.

-II-
dudaklarımızda türküler vardı;
insanın olduğu her yerde olan.
dışımızda bir gece, alabildiğine mavi
ve kürünmüş toprak
çağıldayan su,
ve kan karası ateş,
ve ateş çocuklarının halaylarından taşan
matem suyuyla yunmuş ağıt sesleri
sanki hiçliğin anlatımı gibiydi,
ve bu paradigmal hiçlik
içine alıyordu bütün yüzleştiklerini.

bu hiçlik,
bu kronik sonsuzluk fark edilmişti.
ve kalkılmıştı,
bekleme(nin) odasında / yüzlerce yıl süren
gaflet uykusundan,
ve çıkılmıştı
bereketi acıya banmış, sergerde ölü toprağının altından.

-III-
şimdi;
hepbir ağızdan çekiliyordu dilili.
her dönemeçte/
tüm bakışlara,
kırılan buz altında unutulan, umudun handeli ışığı hakimdi.

zülf-i yâre dokunan sazın, ıslık aynası tellerinde,
yas rengi beyaz bir neşeyle yaşanan bu dem-i şad
aslında melamet neşesiydi.

-IV-
kahkahasız gülüşler kuşatmıştı
göz göze gelen/ ışığa düşmüş bütün yüzleri,
ve bilinçaltına bıraktığı kodlar ile;
her demin utancı yalancı tokluklar,
umuda boyveren sahte cennet,
mutluluk,
ve zincire vurulmuş şanlı bayraklar.

-V-
sanki bir yokluktu bu,
sanki çatlayan toprağa yerleşmiş bir boşluk;
skolastik çağlara sürgün edilircesine
dayatılıyordu,
yıkımına direnen can ağrısıyla, bir dönüşsüz yolculuk.

-VI-
ateşin öfkesiyle düşüyordu yağmurlar.
ve dağları,
yağmur kuşlarının kanadından / avucuna yabanıllığı düşen yazıyı,
pınar başında su içen karacayı/
yakıyordu
uzak hayatın davetsiz konukluğu ile
durup dinmeyen baskıngüç fırtınaları.

-VII-
ve kan rengi toprağın bağrına;
öğretilmiş düşmanlıkların
devriyeleri,
topuk sesleriyle ezdikleri
elezer gülüşlerin mahmuzuyla
bırakıyordu
dağlar delen onmaz acıları,
bin acıyla nakşolmuş
yedi ölüm nöbetinde, kışa elveren yaraları.

-VIII-
bir dilsiz gökkuşağı altında yitiyordu
kendine dönüş şansının tanınma yolu.
ve kan,
ve baskı,
zulum,
ve cebriye
son karacayı da soluğundan vuruyordu.

-IX-
ve beyaz adamın yarattığı hars
atardamarından çizerek dayattığı;
{siyaha}
alınlarında bir kimlik gibi taşıyacakları yaraların izini
ve tutsaklığı yüklüyordu.
ateşe belenen dağlarda,
ve hatıralarına yaslanan kentlerin kıyısında
artık siyah adamların
ölgün türküleri söyleniyordu.

/ve insan; tanrıyı yaratıyordu.../

-X-
yer; siyah kurbanlar istiyordu,
gök; beyaz, sütkırı
bütün köşebaşlarını tutmuştu habil,
bütün kuytuları, sayvanları
ve ananevi simgecilikle,
sarılıyordu boğazlara
zembereğinden boşalan maharetli yay gibi,
ölüm rengi boyunduruk.

-XI-
oysa, hiçbir beyazın damarlarında
akmıyordu can suyu,
ve hiçbir siyahta da yoktu.
saksıdaki orman çiçekleri,
çıplak tenine miras, kendi güneşinin altında
başka renklere soyunmuştu.
ve onlar;
saçının ucundan tırnağına kadar yoksul,
çağlayan neş’esiyle, lirik hüznüyle,
hayatı bir türkü gibi yaşıyordu.

-XII-
kurşuna dizilmiş (intiharı intikam) ağaçların
köküne inen soysuz baltalar,
ve kâbil’in kadehinden sızan
şarapla kızıla boyanan afak,
tanıktepeler,
kar kuşanmış koca dağlar,
bağrıkara tuzakları, argıtlar
tahammül edilemeyecek kadar boğucuydu.

-XIII-
bütün gebe anaların kasıklarında
aradık seni
duvarların çatlağından sokağa sızan çocuk çığlıklarında,
bakıncaklarda, nişangâhlarda
bekleyişi mahşer limanlarda,
ve inzivaya çekilmiş koylarda;
güneşin ışığını eriştiremediği okyanusların en derin yerinde
seni aradık,
açık denizlere sığındığını bile bile.

belki de sadece aramak,
ve bütün kapıları çalmak yetecekti,
çünkü;
bize ait olan,
elbet bize dönecekti...

-XIV-
yaşamın tüm renklerini
kıyametler gölgesinde doğuracak olandın.
yüzünü insanla devşiren şahmaran,
toprağa; karyanığı gülüşlerle düşen
taşkıran çiçeklere
botandın.

özgürlüktün,
kardeşliktin,
barıştın.
sen;
düşlerinden asla vazgeçmeyenin olacaktın...

-XV-
izini sürdük yağmalanmış kumsallarda.
bağrında halkların buluştuğu mihmandar agoralarda.
kardak’lar ülkesinden geçtik,
yağmurun gümüş rengiyle yıkadığı gömütlerden,
ipek yollarından,
kyaksares ülkesi medler diyarından,
carpuh köprüsünden,
gölek’ten, boğlan’dan, çapakçur’dan.

-XVI-
dört ayrı yoldan geçti kervan.
ve hicret,
dört ayrı zamandan.
sümer’de kar-da-ka’ydık,
asur’da kur-ti-e,
helenia’da kordiene,
roma’da gordoya’ydık.

-XVII-
yanımıza aldığımız tüm pusulalar
şaşırttı bizi.
ama umudu kesmedik ophelia’lı sevdalardan,
tarla kuşlarının bıraktığı ardadan
ve düşlerinde yaralı bir tarihin boyunduruğunu taşıyanlara
gölge dağıtan kuzey yıldızlarından.
thales’in “Küçükayı”sı vardı şalupamızda,
kayıp denizci öykülerini
karanlık sulardan kurtaran.

-XVIII-
belki de imkânsız düşler kurmaktaydık,
‘gerçekleşmeyecek olan’
aslında,
hepimiz hamlet’ten daha da keskin
olmak ya da olmamak sevdasındaydık.

-XIX-
börklüce’yi yitirdik ayasuluğ’da,
manisa’da torlak’ı
serez’de bedreddin’i
ve jan boji’yi yitirdik bir günbatımı
başı dumanlı dağlarda.
üç yüz altmış üç mülhit köylü ağladı ardından,
bir keje ağacı diktiler;
yıkıp mezar taşlarını,
mabetleri, anıtları, tonozları
ve el değmemişe yaktılar bütün dilekleri
duasız, saçısız / apukuryasız
{“değişim değil, denge” dediler./ “doğaya ve insana hâkimiyet değil; doğa ile insan ile barışık yaşamak” dediler.}
savaşsız bir dünya için emanet ettiler türkülerini arkaçlara
devletlerin olduğu yerde savaşlar vardı
sömürgeci başkişiler,
ve evrat ile kutsanmış anlamsız ölümler.
ve genç ölülere kazılan makberî çukura
bir keje ağacı diktiler,
yirmi dokuz öğreti meyvelendi dalında.

-XX-
kuruyan gözyaşı yataklarında,
tuz izlerini sürdük
geceden kalma kordonlar arasında.
küheylânı yağmur çocukların ellerini öptük,
ulaşılmazın davetine koşulandı
bukağıları parçalayan ayaklarımız.
ve bütün yolculuklarda
buluştuk,
zıtlıklardan doğan bileşim noktalarında.

Gürkal Gençay
01.Eylül. 2003. Cumartesi / S - 13:57
Deniz Köşkleri / İstanbul
*
*
*
{ Yeğenim Oğul Gençay'a. }

Gürkal Gençay
Kayıt Tarihi : 1.9.2007 20:01:00
Hikayesi:


Epikriz: AORT - AORT - A.ORT - A.ÖRT - A.ÖRTÜLÜ - AYDAN ÖRTÜLÜ

Gürkal Gençay