Biz sevda kokarız canım, hiçbir çiçekte olmayan
Sen gibilerin algılayamadığı
Cılız beyinlerce kavranamayan
Bir sevgisel kitleyiz tutkumuz insan
O
Toprak, su, çamur ömür boyu
Toprakta kanı ekmeğinde teri
Ona emekçi derler canım emekçi derler
Yüzümüzde doğa yansır
Kimilerince yadırganan
Allahuekber dağlarından rüzgârımız
Nemrut’tan,Süphan’dan Toroslardan,
Bolu’dan eseriz
Her yana dır aşkmız, her cana
Hakkari’den Edirne’ye,Samsun’dan Hatay’a
Ilgıt ılgıt uzar yüreğimiz
Yüreğimiz sevda taşır canım
Dağlarca,derelerce,
Dünyalarca canım
Dünyalarca…
Öğretim yılının ortasında, yöneticiliğin, eğitimciliğin yeni uygulamalarından, inceliklerinden laf üretiyoruz kâğıt üzerinden –en güzel yaptığımız şey bu ya.-
Mesleğe yeni başladığım yıllar geliyor gözlerimin önüne… Tanımadığım yöre, tanımadığım insanlar… yaş on dokuz… tedirginlik, ürkeklik… neyi nasıl yapacağım, neyi kime soracağım… Ev sorunu; ne yiyeceğim, ne içeceğim, nerede nasıl çimeceğim? Halk, öğrenciler beni sevebilecek mi?
Yanıtını hiç bilmediğim, süreçle ilintili, tüm beynimi kurcalayan bu ikilemleri sırala…o oo o…
******Müfettiş bey hâla devam ediyor… Köy kavesinde aşıkların atışması; müfettiş az soluklanır soluklanmaz milli eğitim müdürü alıyor sazı sözü… asıp kesmeler, cezalar,atmalar, soruşturmalar…sevmeler, sevdirmeler, kucaklamalar, paylaşmalar yok. Bazı noktalarını kaçırmadan geneli uğultu gibi kulaklarımı sıyıran sözler…dinliyorum…dinlemiyorum. Dinlediğimde duyduklarım, dinlemediğimde önceki duyduklarıma kattığım yenilerle kapanıyorum içime.Kıyamet içimde, kavga içimde. Olması gererkenlerle istenenleri vuruşturup,kendime attığım tokatlarla yorgun bedenimin alnımda biriken terlerini siliyorum öfkeden titreyen ellerimle.
İnsanı sevmekle başlardı her şey! Yanlışları görmemezlikten gelip –hepsini değil- olabildiğince düzelterek, hoşgörüyle yaklaşarak, onararak devam edecektik yola. Ceza çözüm değildi.
Hoşgörü –hoşgörü- hoşgörü…
******Önce öz meslektaşımızı sevmeli, bu sevgiyle kucaklamalı değil miyiz toplumu?
******Peki bu konuşulanlar ne?
******Kime af yok?
******Kimi haşla?
******Kimi at gitsin? Öğretmeni… vay be! İçinde sevgi üretemeyen dışa nasıl yansıtır sevgiyi. Sevgiyle omuz omuza yürümeden sevgiyle aydınlanmış ufka varılabilinir mi? Sevgi vermedikleriniz, tatmadıkları ki, tatırmadığınız, görmedikleri ki, göstermediğiniz sevgiyi nasıl öğretecek, sevgiyi öğrenmesi gerkenlere. Doğruyu, iyiyi, güzeli bilmeyen, doğruyu, iyiyi, güzeli öğretebilir mi? bilimselliğe ters degil midir bu? İletişime gelip dayandığında söz; “İletişim ve hoş görü eğitimi, veya burada olduğu gibi semineri, en üstten aşağıya doğru inmeli “ diyorum. Müfettiş de müdür de içlerimdeki öfkeyi kamofle edemeyen gülücüklerle “yanlış” düşündüğümü ima ediyorlar. 'Ben, kurt ulusundan gördüğünü işler' demeye getiriyorum. Çocuk babayla anayla öğrenir yaşamı yorumlamayı.iletişimi, sevgiyi, saygıyı…Göreve yeni başlayanlar, ilk defa “baba” diyen çocuk, hadi verin de alsınlar…
******Yaşadığı gerçekler, öz suyunu alıp doğasına tutunup kök saldığı, nice hercailer yetiştirmeyi umduğu iklim. Sevgiyi, insan sevgisini, insan yetiştirme bilinciyle,içine sindirdiği, özümlediği idealleri söz uzadıkça törpülenip, talaş olarak saçılmakta gözünün alabildiğince. İçindekini kusma zembereğini zorlayan ibre kırmızı noktalarda titreşiyor. Bir tarafta yılların süzgecinden geçirdiği,sevgi ve özveriyle çimlendirip büyüttüğü meslekî yığıntı, öte yanda şu an yaşadıkları, duydukları, izledikleri… Kısacık tatillerde bile, özlem türküleri içinde çalıp söylediği okulu, sevgilerine ve sevmeye doyamadığı öğrencileri –çocukları demek daha doğru olur- ıralanıyor kalbine kök atıp boşluğa uzanan gözlerinde. Üşüyordu. Daha, bir kaç yıl çalışırım dediği gelecek yılları ve düşleri üşüyordu. Donuklaşmıştı heyecanları. O içini hep kaynatan heyecanlarının mağması, volkanlarını ruhundan taşırıp karlarla kaplı dağ başlarına saçmış, avuçlarından boşalan soğuk terlerle katılaşmıştı. İnsan sevgisi hâla içinde… hâla umut dolu gözlerinde okulunda birlikte çalıştığı meslekdaşlarının parıltısı yansıyordu onun için sönmek üzere olan eğitimciliğin aydınlık ufkuna. Okul, öğrenci, insan sevgisi, almadan verme hazzı…
………..
*****'Bakmayacaksın kardeşim, gözünün yaşına. Ya bu deveyi güderler, ya bu diyardan giderler. Üzülmeyin, korkmayın, hiç kimsenin yeri boş kalmaz...' Yıllardır “Tayinim çıksın” diye sabırsızlıkla sırada bekleyen çook öğretmen var.
Peki, o genç? O tayini çıkmış olanın suçu ne?
******O, tüysüz deneyimsiz, hayata yeni atılmış, benim-senin gibi başlayıp bizlerin bilmediği, algılayamadığı, beklenti ve umuları olan şu garibanları kim kucaklayacak insan sevgisi ve meslek aşkı adına? Kapıyı göstermeden –ki buna kimsenin hakkı yok- kapıda karşılayıp içeri buyur edecek, hizmetin erdemlerini tanıtacak, işini sevdirecek... –Tümümüzün boyun borcu- değil mi? . Boynundan kaldırdın mı o sorumluluğu? Tanıttın mı? Sevdirdin mi? Sorguya çekmeden hiç dinledin mi derdini, sorununu? Bunların çoğunluğunun daha başında oldukları yolun neresindesin? Nasıl geldin oraya? Uçarak, tepeden inmedin sanırım? Onun önünde yıllar var. Yollar; taş, diken, çakıl, dağ, kaya, düz, uçurum. 'Sürünecekler, kartal gibi konmadan, yılan gibi sürünerek' yılları yol edip en yükseğe. Dikenler batacak, taşlar yaracak. Duya duya, hıssederek, deneye yanıla yürüyecekler. Ama geçtikleri yolların çilesini unutmadan, sevgiye dönüştürerek yürüyecekler.
Kendi ayak izlerimizi, sıkıntılarımızı, hoşgörü harmanında mantık süzgecinden geçirip arkadan gelenleri değerlendirmek, doğruculuk, büyükçülük olmaz mı sizce “Ey Muhterem”?
*****Onlar sahipsiz, güvencesiz dağlar ardında, yarının telaşıyla karabasanlarla koyun koyuna getirmediler mi sabahı? Benliğini kaplayan ideallerinin çelik örgüsü içinde hayallerini gerçekleştirme uğruna ahır bozması odalarda kokusuna alıştığı tezekle ısınmadı mı? Belki kahvaltısız, derse yetişmek için naylon leğende bir kova ılık suyla bonyo yapmadı mı? Kırdığı yumurtanın, demlediği çayın tadına bakmadan; bu köyden o köye, o köyden öte köye ısmarlanmadı mı tazeler? Bayram tatilinde evine gittiğinde annesi, “ Yavrum, nekadar zayıflamışsın? Erimiş akmışsın. Ne olmuş sana böyle? ” eski kilosuna kavuşacağını, öksürüğünün kesileceğini, renginin düzeleceğini, aceleyle getirdiği bir kap yemekten ummadı mı?
…….
Köy, kent, yayla demez, düşer yollara,
Uygarlık nurunu taşır dağlara,
Ovanın yeşili siner kırlara,
Boz çalı dibinden boy verir şebboy.
Daha sayayım mı? Gerek yok, çünkü sen de biliyorsun. Bimiyorsan o kitlenin üstünde, önünde işin ne?
Değer vermez şan- şöhrete, servete,
Muhtaçtır az buçuk saygı, hürmete,
Genç nesil üretir yurda hizmete,
Kök salar filizler, yükselir boy boy.
……
Gözü uyku tutmaz, üzgünse Ayşe
Gülen yüzler serper ruhuna neşe,
Benzer karanlığı yırtan güneşe,
O yüce nuruyla o yücelen soy.
Hâla tanımadıysanız, ya da tanımak istemediyseniz arzedeyim; O kimsenin özel adamı değildir. Öyle anılmayı da yediremez eğitimciliğin; dürüst, saygılı, fikri hür, vicdanı hür insan yetiştirme idealleriyle çerçevelediği gururuna. Hak edenin kazanacağını özümseyerek … hakkı bilen insan yetiştirme temel ölçütünü baz alarak oluşturduğu, eğitimcilik, öğreticilik, örneklik, rehberlik harmanından oluşan seçkin kişiliğine sığmaz basitlikler.
Sazla, sözle arzedeyim, birinden biri az gelir kuşkusuyla;
Eşkalim sormayın, öğretmenim ben
Feyz aldım işimden, taştım gönülden
Bir ordu kurdum ki; yurdunu seven
Yarınlar ülkeme düğün, bayram, toy
Yürür uygarlığa işte o konvoy
Devletin, en ücra köşedeki en mağdur memuru olduğu halde girdiği kurumlardaki kendisi gibi devlet memurlarınca varlığı dikkate alınmayıp yaptıramadığı işi için, kurtarmaya, yardım etmeye koştuğu kişilerin merhemetine sığınıp onların hatırına binaen işini yaptırarak, bazı gözlerde küçültülüyorsa, bu nedenle etkinliğini, saygınlığını yitiriyorsa suç onun mu?
“Çocuklar, yarın herkes bir fidan getirsin. Şu okulumuzun bahçesini elbirliğiyle şöyle bir güzelleşitirelim.”
“Ama öğretmenim,babam izin vermez. Biz kışın oraya döküyoruz basmamızı.”
“! ”
“Hayır öğretmenim, benim babam da razı olmaz. Bir çok aile yazın okulun bahçesinde patosa vuruyoruz buğdayımızı.”
“…! .... olmaz öğle şey! Burası okul, bahçesinde ağaç olmalı. Ben buraya; size ağacı, doğayı, okulu, insanı sevmeyi, iyi birer yurttaş olmayı, güzeli iyiyi görmeyi öğretmek için geldim. Görevim sizlere, yalnızca okuma-yazmayı öğretmek değil, nice güzel davranışları edinmenizi sağlamaktır, yaşamın gerçeklerini, doğru ve yanlışlarını göstermektir. Hadi göreyim sizi, el ele verip cennet gibi yapalım şu okulumuzun bahçesini.”
Okulda konuşulanlar akşam evlerdedir. Birkaç kişi sabahın erinden okulun önünde beklemektedir ertesi gün.Tehditler, asmalar, kesmeler, büyüklere taşımalar… sonuç; “Sen yaramazsın, hadi yürü! ...”
Ona göre “ Fikri hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirmekle yükselecekti vatandaş kalitesi. Vatandaş kalitesi,ülkenin değerler bütününün artması, geleceğin, gelişmenin güvencesiydi. “Sen burada çok kaldın, o orada çok kaldı. O bize, sen oraya. Hadi yürüüü! ...”
Düşün, düşün, düşün…
Yine düşün, bir daha düşün. Sıkıldın, daraldın, baş parmağını katmadan bu işe; orta ve işaret parmaklarını kulağının üstünden arkasına doğru saçlarına değdir kaşın, kaşın…sonra indir ellerini, aç avucunu, alnından çenenin altına doğru sıvazla sakalını, pardon suratını., elini çenenin altına daya düşün, “off! ..”
“ of! ..ya…of! ..”
Hiç kimse yaramaz ve ya kötü olarak nitelenemez bu elit toplum içinde.Kötü görmeye çalışanların gözlerindedir şaşılık. Garibanla oynamayı büyüklük sananların gelişmemiş beyinlerindedir sorun. Yarını kurtaracak evladına, emek vermek için çile çekenleri özel zaaflarının temrinlik malzemesi görmek, göstermek kime, kimlere zarar verir, düşünülür mü? Hep aynı kaderin mirasçıları, hep aynı amacın gönüllüleri… Hep aynı çile, mutluluk, güzellik, fenalığın, özverinin harmanlandığı toprakların esrik rüzgârlarına döşünün düğmelerini çözüp serinlemeye çalışan ruhun bedenleri, emekçileri.
Dokunmayın!
Dokundurtmayın! Açılsınlar ki açtırsınlar olmaz denen topraklarda gonca güllerini.
Çat, çatabilirsen kaşını onlara. At, atabiliren çelmeyi. Yer, yerebilirsen arsızca, abursuzca yılda bir kez yalancıktan övgüler yağdırdığın temiz insanları. Bas cezayı;
-Kim?
-Öğretmen
-Kime?
-Öğretmene
-Hadi be!
Onu, açılan okul kapısından içeriye tipiler savururken, çaresizlikten ellerini ovuşturup uykusuz geceler geçirirken, doktora götürdüğü çocuğunun kundağını karlar üstünde değiştirirken seni hiç oralarda görmedim. Bas cezayı ha… Hadi be!
Çelme atıp da düşürdükten sonra, onun sırtına basıp, yalaka manevralarla, onun sandaliyesine kayırmacı referanslarla oturan varsa, ben ona: “ Sürücü kurslarından öğretmen ehliyeti almış, bayağı mahluk” derim. Ne sırtımızı ezen ayak, ne ruhumuzu sıkan ruh bizim bedenimize ait değildir. Öğretmen-ler, bedeni tek, yüreği bir, kafa sayısı çok olan bir organizma, bir vücuttur. Her hangi bir öğretmeni kastederek; “Bu el, bu kafa, bu ayak, bu vücüt benden değildir” diyen öğretmen, sanaldır. Bir basamak yükseğe çıkmakla, koltuğa oturunca oturduğu, öğretmenler odasındaki,sınıfındaki sandaliyeyi unutan kişi -Ö…ile başlayan n- ile biten meslekten olamaz.
Yıllarını verdi, öfkelendi, sevdi, üzüldü, mutlandı, heyecanlandı…sevindi.
Yıllarını verdi…yeniden fırsat verilse, bir daha gelse dünyaya, “Son şansındır, dile benden ne dilersen” deseler o, yine acısı hoş olanı seçer, çilesi bitmeyeni seçer yıllarını verir geçmişteki gibi. Elbette, eğitim- öğretim yuvalarının yansıttığı ışıkla, ülkemizin ufkunda oluşan gökkuşağının çevrelediği tabloda kalıcı değildir fotograflar. “Buraya kadar” diyenlerin boşalttığı yere “ Ben Varım” diyenler yerleştirilecek ve yürüyecek bu kervan.
Yürekte ilk başa nispet yeşermişken tutkular, aşklar; beynine aniden çöreklenen umutsuzluk parazitleriyle yaygınlaşan, ışığını söndüren iflas. En iyi en güzel yerinde, tadı damağımda ve damaklarda kalsın deyip çekilmek bir kenara…
Çekidi kabuğuna,
En sevdiği manzaraydı çocuklarla dolu okul bahçesi. En güzel melodiydi, kulaklarında sevginin ahengiydi cıvıl cıvıl bağırışlar. Şimdi artık uzaktan –buyur edilmedikçe – okul duvarlarının ötelerinden izliyordu alaca karanlıklar kaplamış içinin aydınlığını. Özlemin sıcaklığı içindeydi, yüreğinin en derinindeydi, göz pınarlarının çevresindeydi, nemlenmiş kirpiklerinin bulanıklığındaydı yılların kronikleştirdiği sevdası. Kırılganlıkla soğumuş yüreğine; yılların sıcaklığıyla ılınmış gözyaşlarını katarak, damla damla döküyordu gözlerden uzak. Öğretmen büyüktü, öğretmen ağlamazdı ya; (Her şeye ağlamayın. Ağlamak acizliktir çocuklar.Sorun her ne ise çözüm üretin, ağlamayın.) için için… ağlamanın en can acıtıcı tonuyla, yaşsız ağlıyordu.
Elleriyle diktiği, daha nicesini dikeceği fidanların kökleri yüreğine saplı; gövdesi, dalları dışında kalmıştı onun.Ne çiçeğini, ne yaprağını, ne meyvesini göremeyecekti, dokunamayacaktı. Genç beyinlerine musallat olan parazitlerini elleriyle ayıklayamayacaktı. Elbet, ayıklayanlar olacaktı ama o başka.
Kanına işlemiş, hücrelerini beslemişti o maya (sevgi) . Tadını da unutacak değildi ya! ..
………..
Bir gün, öğretmenler gününde, emekli öğretmenler adına konuşması için davet ettiler, katıldı. Mesleğe yeni girenlerin, göreve başlama törenleri de yapılacaktı o toplantıda. Salonda iğne atsan yere düşmez.
Yürüdü, sahneye kurulu kürsünün başına. Gözündeki gündelikleri okuma gözlükleriyle değiştirdi. Cebinden, “Öğretmen” diye yazdığı şiirle başlayan konuşma metnini çıkarırken elleri titriyordu. Tüm bedeni, elektriğe kapılmış gibi titriyordu kürsünün arkasında. Protokolde oturanları saygıyla süzdükten sonra, sevgi, hayranlık dolu bakışlarını çevirdi adını gururla söylediği öğretmenlere. Yüzlerce öğretmene, öğretmenlere, gencecik, albüme yeni yerleşmiş fotograflara seslenecekti, tüm bedeninin olduğu gibi titreyen sesiyle.
Şiirini okuyuşundan iyi, dinlenebilir şeyler söyleneceğini sezen öğretmenlerin uğultusu kesilmiş; yerini ürpertici bir sessizlik almıştı.Tüm gözler ondaydı. Kendini o an; haftanın ilk günü okulun açılış törenini yaparken, öğrencilerinin karşısında hissetti.
……
“Bu gün, öğretmenler günü.Takdir edilerek, önemi kavranarak, Ulu Önder’in “Başöğretmenliği” ile yücelen, ülkelerin yarınlarına etkin katkısı bilinerek, top yekün katılımla kutlanması gereken, öğretmenlerin günü.”
Sesi, elleri, ayakları hâlâ titriyor…Sık sık, heyecandan düğümlenen soluğunu düzeltmek için, kurumuş,düğümlenmiş yutağına yükleniyor. Solonda çıt yok.
……….
“Şu bilinmelidir ki:
Tebeşir tozuyla kırlaşmış kaşlar, kirpikler altında, rengi solmayan, parıltıları değişmeyen umutlu gözler bizim gözlerimizdir. Tahta başında, ağarmış parmak uçrarıyla, insan yetiştirme mutluluğunu yakalayan eller; bizim ellerimizdir. Çoğu ebeveyinlerin, öz yavrularının, kendi yuvasında, katlanamadığı yaramazlıklarıyla yüzlercesini sevgiyle kucaklayan yürek; bizim yüreklerimizdir.”
Sesi netleşmiş, kendinden emin,eller hafif, dizler zangır zangır. Salon tek beden, tek yürek, tek nefes.
“Bulduğumuz cevheri en iyi, en güzel biçimde işlemektir bizim sanatımız. Vatanını, milletini seven, ailesine ve topluma en yararlı insanı yetiştirmektir amacımız. Diktiğimiz fidanlardan umduğumuz verimi, meyveyi alamıyorsak, bu bizim şevkimizi kırmaz. Yine işleriz toprağımızı, yine bezeriz bağımızı. Ne umudumuz tükenir, ne söner gözlerimizdeki parıltı. Mutlaka, ama mutlaka samanyolu içine katarız ışığını bizden alan, şavkıyla yüzümüzü, geleceğimizi aydınlatan bir kaç yıldızı.”
Sustu. Salona bakındı. Pür dikkat. Konuştuğu dinleniyordu anlaşılan. Ellerinin titremesi azalmış, dizleri; baştaki gibi.
“Bizim zevklerimiz, bizim hüznümüz ve mutluluğumuz kimselere benzemez. Çocuk gürültüsü kulaklarımızda türkü; bahçesi çocuklarla dolu okullarsa,yıllarca seyrine doyamadığımız şaheser toblosudur gözlerimizde.
Biz dedim de; biz emekli öğretmenler; daha attığımız imzanın mürekkebi kurumamıştır belki. Belki de; personel albümünden hâlâ sökülmemiştir fotograflarımız. Unutulmuşluğun, dışlanmışlığın, dikkate alınmamışlığın burukluğu çok acı verir, sancısı can yakar. Bu önemli günde aradığınız için, hâlâ öğretmeniz demektir. Hatırladığınız ve hatırlattığınız için teşekkürler.
Ve selâm sana,
Dağbaşlarının eğitim gönüllüsü genç adam, genç öğretmenlerim.
Selâm sana; Aylar boyu karlar altındaki eteğinde, kardelenlerin bile açmaya zaman bulamadığı dağ başlarında seçkin güller yetiştirme çabasıyla, gözden ve gönülden uzak, ders zilinin butonunu vicdanına bağlayarak, kutsal mesleğini yürütmeye çalışan yüce insan:
Başın dik
Alnın ak
Yolun açık ola
Gününüzü en öğretmence
İçtenliklerimle kutluyor
Saygı ve sevgiler sunuyorum”
Alkışlar, alkışlar, alkışlar…
Tüm salona sevgiyle, içtenlikle, içtenliklerine gururla baktı. Gözlüklerini değiştirdi, katlayıp cebine koydu basamaklara yönelirken, konuşma metnini. Gösterilen yere, genç bir öğretmenin kalkıp saygı ile karşılayarak “ Hocam, şöyle oturun.” buyur ettiği yerine, oturdu. İki genç, bayan öğretmen, gelmek- gelmemek kararsızlığını yenip vardılar yanına. Hal hatır sormalardan sonra girdiler asıl konuya: “Hocam öncelikle kutlarız, bu güzel konuşmanızdan ötürü.Tüm olumsuzlukları bir anda sildiniz kafamızdan. Acaba, biz de yıllar sonra sizin söylediklerinizi söyleyecek kadar sevebilecek miyiz bu mesleği? ” biri susuyor diğeri konuşuyor, o susuyor öbürü. Sonuncuya bozulmuştu, o genci de kırmak istemiyordu.
“İsteyerek girmediniz mi? Sevmediği bir işte kişinin yıllarını geçirmesi olası mıdır? Belki bu gün birinden olumsuz bir yaklaşım dinledinizde ondandır, yoksa tüm öğretmenler aynıdır. Kızarlar, küserler, öğrencinin karşısına geçtilermi dünya umurlarına gelmez. Tüm öğretmenler aynıdır, yeter ki içlerinde samimiyatle yerleşmiş bir görev aşkı olsun. İnsan yetiştiriyor sunuz, daha bundan güzel ne olabilir? ”
“Başarının ön koşulu sevmektir işini” diyordu. Görev dışında başka nedenler baz olarak alınıp da bakılıyorsa o her ferde göre değişir. O apayrı bir konu.
Plaket verilmesi için davet edildiğinde,kaybolan heyecanı onunla birlikte fırladı sahneye Onu heyecanlandıran yüzlerce öğretmenin sıcak bakışları, ödülünü veren yüksek rütbeli subay dahil tüm salondakilerden gördüğü takdir ve ilgi idi. En büyük ödül bu idi; öğretmene verilen değer idi onun için. Her zaman, her yerde, ve her durumda böyle mi olacaktı? Olmalıydı. olmalıdır diye geçirdi içinden.
Salona baktı gururla
Basamakları bir bir indi titreyen adımlarla
Kalp atışları hızlanmış sesi, soluğu daralıyordu.
Gururluydu
Hâlâ öğretmendi
Öldüğünde de.
Kayıt Tarihi : 12.11.2007 01:58:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Emeki olduğum yıl Öğretmenler gününde yaptığım konuşmayı içine alan......adlı öykümü sizlerle paylaşmak istedim.Bu öykü yakında çıkacak olan, öykülerimi içeren kitabımda da yer olmaktadır. Sen Ayşe Öğretmenimsin sen Ayşe öğretmenimsin tanıdım seni nereden bildin diye sorma gülüşünden... herkes güler deme bana ben bilirim kimse senin gibi hiç kimse senin gibi gülemez Ayşe öğretmenim. duymadığım hissettiğim kahkahalarını içine gömüp kimselerde olmayan gülüşle gülersin sen sen Ayşe öğretmenimsin. nerelerde olsa dünyanın öte ucunda da en kalabalık şehirlerin en kalabalığında herkes gülse kahkahalarla ben seni tanırım öğretmenim duyarım içine attığın kahkahalarını ben seni her yerde tanırım Ayşe öğretmenim. anam da güler ama sen başka gülersin anam da çok güzel güler aslında onun gülüşünü duyarım öğretmenim tanırım anamın gülüşünü abam da aynı gülerdi anam gibi... ama sen ağladığımda farklı güldüğümde de farklı değildi gülüşün düştüğümde canım yandığında bile ama acıyı sevgiyi şefkati sezerdim öğretmenim sahi nasıl becerirdin bunu öğretmenim hep aynı ama hep farklı nasıl gülerdin ben nasıl ayırt ederdim tüm bunları sen gülünce güller açardı içimde başka gülüşler neden bu denli hoş etmezdi beni bir ben mi sınıftaki herkes derdi Ayşe öğretmen ne güzel güler. diğer sınıflarla kavgamızın nedeni buydu öğretmenim hep gülerdin sen ama biz az gülermişsin gibi hep gülmeni beklerdik gülmek için sensiz gülemezdik öğretmenim hayret kızarken bile gülerdin kızmazdın tabi ama ben kızdığını da anlardım gülüşünden öğretmenim. bak yıllar geçmiş ben de senin kadar olmuşum öğretmenim sen beni tanımadın tanıyamadın ha sakalım bıyığım var diye mi aşkolsun öğretmenim oysa senin saçların kırlaşmış yüzün buruşmuş hatta hatta belin bükülmüş acık ben yine de tanıdım seni öğretmenim ben seni gülüşünden tanıdım öğretmenim bir seni bir güneşi gördüm herkese gülen bir güneşi bir seni gördüm sıcak bir sende gördüm anaca abaca sevgi bir sende gördüm böylesi gülüşü ben seni tanıdım sen Ayşe öğretmenimsin kimseler senin gibi gülemez öğretmenim...
![Hikmet Aksu](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/11/12/ogretmenler-gunu-ayrilik-sozcuklerdeki-kadar-kolay-degilmis.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!