Kan oturmuştu gözlerine ağlamaktan.Gözü telefonda, bir sesi, yok yok o sesi duyabilmek için kimbilir kaçıncı duasını ediyordu Tanrı’sına.Gurur denen o kasvetli ağırlık çökmüştü usuna, yüreği isyanlardaydı. Ne olurdu sanki arasa, O da mı yenikti gururuna? Yoksa bir düş müydü uyandığı acı gerçekliğe, adını aşk koyduğu. Eli telefona gitti bir an. Tutsaktı elleri usuna ki biliyordu usu da tutsaktı gururuna. Bitiyordu işte her güzel şey gibi aşk da. Benzersizliği vardı yine de hüzne bulaşmış ama yine de haz. Öfke duysa ya, kinlense ve birden anlamsız gelse. Olmuyordu işte süresini bekliyordu seviler bitebilmek için. Gizli bir anlaşma mı vardı Tanrı’nın cezası bu duygu ile zaman arasında? Ne kadar daha telefona, anılara, şarkılara bırakılmış bir yaşamı soluyacaktı acısızlığa, huzura ulaşmak için? Derken telefon çaldı, umutsuz ama meraklı ve de bu kez kararlı elini uzattı telefona, kaldırdı ahizeyi. Duyduğu ses, beklediği, acıyı sildi geçti, Güneşler açtı karanlığına. Yıldızlar sözleşmiş gibi güne karıştı. Zaman gardiyan kimliğinden, sevi meleğine büründü ve kucak açtı iki ayrı ahizeye tutunup da birleşen ve dahi sevişen iki sese. Gurur aldı azığını, koydu sırtına ve olması gereken yerlere doğru yola düştü. Aşk ne güzel şeydi böyle. Hüznü bile zevk, olmazlığı idi acının gerçeği.
..
Yüreğimde öfke var niye hep böyle oluyor
Öfkeme sahip olamıyorum kırıyorum etrafım dakikleri
Sevgimi gösteremiyorum nedenin bilemiyorum
Sevdiklerim kırıyorum onları üzüyorum
Ben beni tanıyamıyorum nedeni bir bilsem
Her kese huzur verirdim, kırmazdım üzülmezlerdi
..
Dünyanın gelip geçici zevkini
Yar edinerek sarılmamak lazım
Haset tohumu, öfke ile kini
Toprağa saçıp kırılmamak lazım! ..
..
Öfke, intikam ve hırs, bu duygular olmasa,
Hatalar bağışlansa, hayırda yarışılsa…
(2012)
..
Öfke baldan tatlıdır,
Herkes düşer ağına;
Tırmık bile öç alır;
Basınca ayağına!
..
Aşk bilinmezlere yolculuktur çoğu zaman.Bambaşka bir alemde yaşanan garip,heyecanlı,cilveli,kaprisli,hüzünlü,aslında bildiğin tüm duyguların karışımından hazırlanmış tadı eşsiz bir kokteyldir.Altın kulplu,ince belli,cezbedici bir kadehle sunulur.İçip içmemek senin tercihindir.Ama genelde karşı koyamaz bir çırpıda içersin.Bu ambalajı fosforlu kadehin içinde ne olduğunu bilmeden bi yudumda devirirsin.Kanına karıştığında eğer kokteylin içindeki her bir duygunun dozajı iyi ayarlanmışsa ayaklarının yerden kesildiğini hissedersin.Öylesine hoş bir sarhoşluktur ki bu,kendini kaybetmeden,benliğini yitirmeden her bi anını doya doya yaşarsın.Ayakların kesilirde yerden bulutlara karışırsın.Herşey toz pembedir artık.Üstelik bu kokteyl her derde ilaçtır.Kuvvetli bir dopingtir aslında.Öylesine güçlü hissedersin ki kendini,hiçbir kuvvet çeviremez seni saptğın bu yoldan.Her zorluğa göğüs gerer,karşısında hiç bir engel tanımazsın.Kör olmuştur gözlerin artık,Kimse yoktur dünyada,bir sen bir de ondan başka...
Ama birde ölçüsü kaçarsa zehir tadındadır,dayanılmaz bir hal alır,sanırsın ki tek kadeh hayatının en büyük hatasıdır.Kokteylin içindekileri sorgularsın ve görürsün ki,hoşgörüden fazla kıskançlık,gerçekten fazla yalan,şefkatten fazla öfke,hepsinden fazla bencillik karışmıştır.Artık çok geç içmişsindir bikere,dönüş yoktur geriye.Acıtır canını,yakar içini,nefessiz kalırsın ama söküp atabilirsin içinden her bir zerresizi aşk kokteylinin.Zaman alır ama izleri baki kalır.Bazen kanar,çekilmesi zor acılara mahkum eder seni...Ama...ama hepsi bu...Bu mu? Zamanla o yarada iyileşir,istesen de kanamaz.Konar birgün yüreğine yeni aşklar.Yeni maceralara yelken açarsın.Daha dikkatli,daha hesaplı,herşeyin dozajı ayarlı,işte... işte o an bulmuşsundur sende diğer yarını...
..
Öfke her nerden çıkar
Önce orayı yıkar
Kalbi daraltıp sıkar
Öfke bir şaşkınlıktır
Akıl idrak kör olur
Her hareket şer olur
..
Unut dedikçe umutlar dünü,
Kederler kederle yüze gülerdi.
Bir kuş öfkesinden kışı silerken,
Nabızlar sevdaya öfke elerdi.
..
Öfke romanlarını okudum,asık suratlarda.
Katılarak güldüm,çevirdiğim sayfalarında.
Öfkenin resmini sildim,nemli duvarlarında.
Gül dalına güller saçtım,gezdiğim yollarda.
..
Yılan sırtınta yolculuk
Akrep kuyruğunda öfke
Balık karnında özlem
Bulutlarda sevgilerim.
..
Ağlasam mı gülsem mi
Dövünsem mi ölsem mi
Öfke ile nefrete
Yenilsem mi yensem mi
..
“İnsan, insanın kurdudur” denildi
Öfke, şeytanın yurdudur denildi
Nefsine hakim, öfkesini yenen;
Zafer kazanmış ordudur denildi! ..
..
Yaklaşan herşeyi yutan
Bir kara delik gibiydi
Öfke dolu gözlerin
..
Öfke azgın küheylan sararsa benliğini,
Altından sukutlarla göster dinginliğini
21.10.2012
..
206.
Hüznün en soylu ifadesidir erkek suskunluğu. Söyleyecek bir sürü şeyi olan ama ya hepsini tükettiğinden ya da hiçbir işe yaramadığını gördüğünden, sözleri içinde boğup uzun uzun susan bir adam varsa etrafınızda sakın üstüne gitmeyin. Bir kadının suskunluğu bir sürü anlama gelebilir ve son derece korkutucudur. Fırtına öncesi sessizlik deyiminin vücut bulmuş halidir bu durum. Ciddi bir süre sessiz kalan bir kadının (tabi böyle bir şey mümkünse) suskunluğu öfkeden beklentiye, pazarlıktan alıp başını gitmeye bir sürü ihtimali içinde barındırır. Muhtemelen o, etkili bir darbeye hazırlanmaktadır içten içe. Oysa çaresizlikten kaynaklı hüznün susturduğu adam çoğu zaman diliyle birlikte beynini de susturur. Pazarlık yoktur, öfke yoktur. Çaresizlik vardır. Biraz da yorgunluk. Yıllarca annem sustuğunda ve (nadiren olurdu bu) babam konuştuğunda oh dedim ben. (Anne, seni seviyorum, ama bu örneğe ihtiyacım vardı. Yoksa sen yine konuş hep..)
..
305.
Öfke geçiyor. Korku geçiyor. Acı geçiyor. Zaman da. Ve başka şeyler de elbet. Her şey zamanla geçiyor ve zaman da her şeyle geçiyor. Geçenlerde bindiğim taksinin şoförü otuz beş yıldır taksicilik yaptığını söyledi bana. Aşağı yukarı yaşım kadar. Abi dedim, hiç mi sıkılmadın? Güldü, yok dedi. İlk bir kaç ay sıkılırsın, ilk bir kaç yıl bırakıp gitmek istersin, ilk on yıl para biriktirip başka bir iş kurma hayali kurarsın. Otuzuncu yıldan sonra ise bıçaklanmadan eve gidebildiğin her sabah için şükredersin..
..
166.
Ölüyoruz işte. Yavaş yavaş ölüyoruz. Ama bazı geceler farkında olmuyoruz bunun. Hayata kaptırır gibi oluyoruz kendimizi. (Hayata kaptırmak, ne tuhaf laf) . Kendimizi olduğumuzdan çok daha güçlü zannediyoruz öyle zamanlarda. Oysa durum tam tersi. O kadar zayıfız ki aslında. Hayatın neon ışıkları kendisine doğru çekiyor bizi. Karşı koyamıyoruz. Kendimizi, herkes gibi bir şey zannediyoruz. Onlar gibi, onlardan biri gibi karışıyoruz aralarına. Aklımızdan geçmeyen şeyler yapıyoruz sonra. İddialı laflar edip, kendimizi vazgeçilmez gibi görüp, öfke,şefkat, kıskançlık, sevgi, nefret gibi zıt hislerden tek bir his yaratıp aklımızın ve kalbimizin kontrolünü o hisse bırakıyoruz.. Sonra bir yerlerde, ağaran şafakla birlikte ağır ağır kendimize gelip, kendi gerçeğimizle yüzleşiyoruz derin bir pişmanlıkla. Ölüyoruz işte. Yavaş yavaş ölüyoruz.. Tek başımıza..
..
Öfke sağdım buluttan
Umut yaşları bu yağan
Abanır üstüme kararan karabasan
Dağılır Karadeniz üstünde kara bulutlar
Günışığı yıldızıdır parlayan kızıl akşamda
Gel artık gönlümün kavşağındaki kavga
Öfke sağdım buluttan
..
Sıkma diyorlar canını
Gelir sıkarlar canımı
Aptal akıl verince
Öfke köpürtür kanımı
..
Gizi Kazınmış Aynada Yüzyüze Geldiler.
Pencerede elmas tanecikler ve çevresinde delikler. Göz için. Deli. Çöl faresi. Kum bekçisi. Cımbız gözlü. İğne burunlu. Eskiden bir yıldızmış. Göğünü yitirmiş. Kumda şimdi. Falına bakıyor. Yeniden dönecek mi? Taneleri kimi zaman tek çıksın diye sayıyor. Olmuyor, çift çıkıyor. Bazen 'çift' tutuyor içinden. Bu kez de tek çıkıyor.
Bulamıyor gök kuma hangi sayıyla yazılmış. Geceleri iyice umutsuz, renk körü... Çölde her şey birbirine karışıyor. Yakınındaki ev bir canavar, kıpırtısız, tetikte. Penceresinde elmas tanecikleri var, bunun ayrımında. Ardında bir karaltı bazen; izleniyor, bunun da ayrımında. Cımbız gözlerini belli etmeden odaklıyor pencereye doğru, dönüp, dikeliyor. Işıklıysa zaman, maki şemsiyesinin gölgesine sığınıyor. Bulutlu günler saydığı bir yana aktardığı kum taneciklerinden oluşan tepenin üzerine tünüyor. Paranoyak bir fare. Canavardan çok korkuyor. Çöle eklenmiş denize bakıyor geride duran elmas çerçeveyi unutmadan. Her ikisini de anlamıyor. İkiye ayırıyor tek ve çift gibi. Arkadaki canavarın sayısı tek, önünde açılan mavilik çift. Suya varamıyor, ıslanma korkusu var, eve de dokunamaz her gün her gece orada tek başına; pencere; karaltı; canavar... Dehlize iniyor, ürpertiyle kıvrılıyor karanlığa. Çıkarsam, çıkarsam, bakacak aşağılıyarak, anlayışsız, ezercesine, bakacak bana. Denize bakıyormuş gibi yapıyor beni izliyor, saydığım tanecikleri, şemsiyemi, dehlizime inen delikleri... Gözlerime bakıyor. Gözlerimi cımbıza benzetiyor, iğne burunlu diyor bana, deli diyor, kum bekçisi diyor, göğünü yitirmiş bir yıldız diyor bana, kumda fal baktığımı sanıyor, gök haritasındaki yerimi bulmaya çalıştığımı. Renk körüymüşüm, paranoyakmışım, umutsuzmuşum, korkuyormuşum denizden evden ondan. Dehlizimde tetikte beklediğimi düşünüyor, tedirgin olduğumu. Bilmez ki tüyle kaplanmış et ve kanda akışan hayvan erincini. Diş ve tırnak ve kuymk ve kürk ve hız ve kayma ve... Dişlerini gösterecek bir gün, maskesi düşecek diye düşünecek. Hayvan dişlerini. Hayvan güldü. Güldü hayvan oysa, bilemez. Öfke sanacak, saldırıdaki inceliği öfke bilecek, kin kabul edecek tümünü, dişi, tırnağı, kuyruğu, kürkü, hızı, kaymayı.
Her gün her gece her an önünü ve ardım düşünüyor. Hiç bir düş kurmadan, yalnızca ön ve art. Art ve ön. Uluma ve dokunma korkusunu yenerse suya dalabilir, yüzebilir, dönüp canavara tırmanabilir. Pencerenin elmas taneciklerinden birine yakın durup bir deliğe yaklaşarak dişlerini gösterebilir. Öç alma duygusuyla yanarak 'Neden büyüdünüz, genleştiniz, yayıldınız, gövdelerinizle, aletlerinizle, anlaklarınızla, aşklarınızla, ağlatılarınızla, güldürülerinizle, yüceliklerle, bayagılıklarla; bu yerküreyi nasıl iyeliğinizin bir yapıtı olarak algılıyor onu altetmeye çalışıyorsunuz? ' sorabilir. Neden ve nasılla, damarlarında akışan hınç dile, dişe gelir o zaman. Benden tiksiniyor. Donanımlı olduğumu sanıyor, kürkümün bir zamanlar olduğunu, sonra yokolduğunu varsayıyor.
..