Harmanda yatmanın keyfine doyum olmazdı doğrusu. Ilık bir yaz gecesinde yıldızların altında gökyüzüne bakarak kayan yıldızları izlemek ne güzel olurdu. Kalabalık evin yerini çekirge sesleri almıştır. Ağaçlara tünemiş kuşların ara sıra kanat sesleri duyulur ve derin bir huzur hissedilir.
Şevket o geceyi yatağın üzerine uzanıp gökyüzüne bakarak geçirmişti. Gözüne bir dirhem uyku girmemişti. Şafak söküp, ortalık ağarmadan gitmesi gerekiyordu. Babasından gizlice aldığı nüfus cüzdanını ve üçyüzelli lira parasını son kez kontrol ederek yerini sağlamlaştırdı ve Ankara'ya gitmek üzere yola koyulurken, arkasında bıraktığı harman yerine ve köyüne bir kez daha baktı. Döşünde çocuklarının ve eşinin yangısını hissetti. Bir daha geriye dönemezdi. Beş altı kez Almanya'ya gitmek için istek yapmıştı ama her defasında gelen davetiya kağıtlarını babası imha etmişti. Bu defa babasından önce eline geçmişti davetiye. Belki de bu son şansıydı ve en iyi şekilde değerlendirmek istiyordu. Gücü, kuvveti yerindeydi. Bir sorun çıkmaz inşallah diye yola koyulmuştu. Mucur yaya olarak ikibuçuk saatlik bir mesafede idi. Kimsenin görmemesi için dua ediyordu. Bir tanıdık görürse yoldan çevrileceğinden korkuyordu.
Şevket, harmanı, dolayısıyla da köyü, ailesini, baba ocağını terketmişti. Sabah babası Hüseyin Ağa harmana geldiğinde ve yatağın bozulmamış olduğunu gördüğünde içine kurt düşmüştü. Sağa-sola bakındı. Şevket diye birkaç kez seslendi ve sustu. Şevket'in gittiğini anlamıştı. Bu defa engel olamamıştı. İçinde büyük bir öfke kabardı. Burnundan soluyordu. Onca iş yazı-yabanda kalmıştı. Bu kadar işin altından nasıl kalkacağı düşüncesi küçük bedenini sarsıyor, boğazı düğümleniyordu. Üç oğlundan biri Kırşehir'de soğuk demirci kalfasıydı. Ayağında doğuştan özürlüydü. Bu nedenle rençberlikle hiç ilgilenemedi denilebilir. İş küçük oğlu 16 yaşındaki Lütfi'ye kalıyordu. Bir de on yaşındaki torunu Kemal'e.
Hüseyin Ağa öfkesini yenemiyordu. Doğruca beş dakika mesafedeki eve yöneldi. Şevket'in karısı Perdane, kayınpederini gördüğünde herşeyi anlamıştı. Beş çocuğunun en küçüğü henüz beşikteydi. İlk iş olarak evde kim var, kim yoksa hepsini dışarı kovdu. Hasan Hüseyin'in beşiğini de kapıya koyduktan sonra üzeri toprak örtülü, mabeyin, kayıt damı (kiler) ve tandırın tek girişi olan kapının anahtarını çevirerek, şimdi ne yapacaksınız bakalım diye öfkeyle homurdanarak tekrar harmanın yolunu tutmuştu.
Dünya var olalı beri çirkin ve soğuk,
Erken içeceğimiz bir ilaç gibi.
Tadı dudaklarımızda acımsı, buruk.
Bu saatte gözyaşları, yeminler,
Boş bir tesellidir inandığımız.