Buraya geldiğim ilk günden beri Karadeniz'in çilekeş kadınları dikkatimi çekiyor,Göz önünde olan ve hep çalışan kadınlar...Sabahın köründe ben okula giderken ağaç diplerini çapalayan kadınlar,Kasım ve aralık ayı boyunca sırtlarında odun çeken kadınlar...Çocuk bakan, ev süpüren yemek yapan kadınlar..Bir sırığın iki ucuna taktıkları kovalarla sokak çeşmelerinden su çeken kadınlar.yaz boyunca fındık tarlalarında fındık toplayan kadınlar. ''Sonbaharda Beldenizdeki Kış Hazılıkları.'' başlıklı kompozisyon çalışmasında çocukların neredeyse yarısının yazısında 'ODUNLAR KATIRLAR,KADINLAR VE ARABALARA TAŞITILIR.'ifadesinden anlaşıldığı kadarıyla çocukların gözünde bile bir yük hayvanı gibi görülen kadınlar...
Biraz da erkek cephesine bakmak lazım.Erkekler ne yapıyorlar derseniz: Nahiye merkezine inip akşama kadar kağıt oyunları oynuyorlar. Meyhanede içki içip eve yarı sarhoş geliyorlar.yemekleri beğenmeyip ya da başka bahanelerle eşlerini dövebiliyorlar mesela... Çocuklarını da tedirgin ettikten sonra sızıp kalıyorlar. Bu rutin hep böyle sürüp gidiyor.Bütün erkekler böyle değil tabi ki.Ama çoğu erkek çoğu zaman böyle bir görüntü veriyor.
İşin ilginç tarafı kadınların da bu yaşamı kabullenmiş olması...Hem o kadar kabullenmişler ki,eşine yardım eden erkek, onlar tarafından da alay konusu oluyor.
Bu kökleşmiş gelenek yüzyıllardır erkek lehine sürüyor; daha nice yıllar da süreceğe benziyor.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta