Objektif olan insandır. Gerisini at çöpe. Ve dünya yana kayıyor. Hayatın dengesi allak bulak oluyor. Kime alkış tutarsan o sana elini uzatıyor. Bir ceylanı parçalayan aslanın dişi oluyor, pençesi oluyor insan. Kimse ceylanın gözlerindeki objektifin kendisini fotoğraflamasına izin vermiyor. Herkes aslana şirin görünmeye çalışıyor. Tam iki kelime edecek birini buluyorsun, sohbete dalıyorsun; derken karşı tarafın telefonu çalıyor, bir parmak işaretiyle senden ayrılıp gidiyor. Ve sen film arası reklam gibi ortada kalıyorsun. Sözcüklerin boğazında tıkanıp kalıyor. Nefes alamıyorsun. İşte o an gözlerinin ovayı gösterdiği yerde bir ceylan, aslana yem oluyor. Ne yazık gözyaşı bile dökemiyorsun. İnsanlar o kadar değişken ki bir kadını günün herhangi bir saatinde erkekleşmiş görebiliyorsun. Şiddet ve küfür dolu sözlerinden bir pantolon giyip erkekçe cümleler kurabiliyor. En onulmadık zamanda kasıklarına bir tekme indirebiliyor. Yanı başında kuruyan çiçeklere bakmayıp, bir insanın köküne kibrit suyu dökebiliyor. Kadınlar bir dalda çiçek olmaktan vazgeçip, yakışıklı ama odun gibi olan erkekler gibi davranabiliyor. Bazen erkekler bir olay karşısında kadınlaşıyor. Kadınlar kadar dedikodu yapıp, rakibini devirmek için her türlü kancıklığı yapabiliyor. Ah günler ne günlere kadirsin. Bir erkek bir insanı kıvırta kıvırta kandırabiliyor. İnsanlar o kadar değişken ki onları anlamak çok zorlaşıyor. Sabahtan akşama kadar her dine, her mabede giriyor. Sabah en koyu Müslüman, akşam tam bir papaz kesiliyor. Şimdi gidin bir sırrınızı birine anlatın. Sabah internete düşmüş gibi rezil olursunuz. Ne kadar mahreminiz varsa, insanların gözlerinde şehvet ışıltılarıyla gezdiğini görürsünüz. İnsanlar sizin yüzünüze bakar da, siz bir daha insanların yüzüne bakamazsınız. Utanç insanların gözlerinden size gözyaşı olarak değil, bir ok gibi gelir. Öyle yaralanırsınız ki bir daha uzun cümleler kurmayacağınıza kendi kendinize söz verirsiniz. Kimse size objektif gözle bakmaz. Çünkü dünya yan yatmıştır. Dünyanın dengesi bozulmuştur. Siz yine de dik durmaya çalışırsınız. Ama insanlar sizi alt etmeye ve ezmeye çalışırlar. Oysa ayaklar altına alınan insanlıktır. İnsanlar onurunu bir başkasının üzerine basa basa kaybetmişlerdir.İnsanlık bu yoldan gittiği sürece çıkmaz sokaklara sapmıştır. Bir kadın güne kadın olarak başlamıştır. Akşam ise kocasıyla bir erkek gibi yatmıştır. Koca ise kancık gibi dolaştığı işyerinden fahişe olarak dönmüştür. Şimdi söyleyin kim kimin kocası olmuştur. Gün içinde insan her yola sapmıştır. Bir kadın kocasını sandalyeye sürtünerek aldatmıştır. Bir koca koltuğa oturduğunda poposunun zevkiyle kendinden geçmiştir. İnsan gün boyu epeyce ahlaksızlık yapmıştır. Hayatta her şey birbirine girmiştir. İnsan gün boyu her türlü ruh ve düşünce dünyası içine sığmıştır. İnsan tam bir yamalı bohça olmuştur. Her kılığa girmiştir. Yaşam o kadar sınırları keskin bir çizgi ki. Bir ağaç hiçbir zaman bir kuşa özenip uçmaya çalışmamıştır. Evet bir dal bazen meyve verip dişi olmuştur, bazen de sap gibi kalarak erkekleşmiştir. Fakat asla bir dal ağaca zarar vermemiştir. Ağacın ve ormanın köküne kibrit suyu dökmemiştir. İnsan gibi özünü yitirmemiştir.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...