O Kadın ! Şiiri - Hikmet Büyükoğlu

Hikmet Büyükoğlu
18

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

O Kadın !


O kadının adı, kokusuyla ruha işleyen o narin çiçekten geliyordu. Lakin, onun hikâyesi çiçeklerin solup gitmesi kadar basit değildi. Zira aşkın solması ile bir çiçeğin solması aynı şey değildi. Biri mevsimlikti, diğeri ise ömrün yükünü omuzlarında taşırdı.

İstanbul’un yıllara meydan okuyan taş sokaklarından birinde, sabahın en tenha saatlerinde, kahvesini içen bir adam duruyordu. O adam. Yahya Kemal’in “saf şiir” dediği o hakiki şiirin peşinde bir ömür geçirmiş, edebiyatın derin kuyularında kaybolmuş bir adam... Elinde tuttuğu kitap, Baudelaire’in *Les Fleurs du Mal*iydi. Melankoliyi severdi o adam, tıpkı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanlarındaki zamansız kahramanlar gibi. Ama en çok da, içindeki aşkı tek başına taşımaya alışmıştı.

Ve işte, o sabahın serinliğinde, taş sokaktan bir kadın geçti. O Kadın… Beyaz bir elbise içinde, saçları omuzlarına dökülmüş, gözlerinde adını koyamadığı bir hüzün taşıyan kadın. Onun yürüyüşü, Divan edebiyatındaki mazmunlarla anlatılacak kadar ahenkli, ama bir o kadar da Mevlânâ’nın şiirlerindeki gibi hakikati içinde saklayan bir sır gibiydi...

İlk karşılaşmalarında, Cemal Süreya’nın “Hayat kısa, kuşlar uçuyor” dizesi gibi bir anın içinde kayboldular. O Adam, onun yüzünde edebiyatın en derin satırlarını gördü: Halit Ziya’nın *Mai ve Siyah*ındaki Ahmet Cemil’in hayal kırıklığı, Tevfik Fikret’in Servet-i Fünun’daki kırgınlığı, belki de Orhan Veli’nin İstanbul’u seyrederken duyduğu garip hüzün...

O kadın, bir edebiyatçının hayalini süsleyen bir kahramandı belki de. Ama yalnızca hayalde kalamayacak kadar gerçekti. Onun sesi, Ahmet Muhip Dıranas’ın *Fahriye Abla*sındaki o kaçamak neşeyi taşıyordu. O Adam, bu sesi ilk duyduğunda, içindeki tüm yalnızlıkları susturmuştu. Ve birde bu gözleri ilk defa bir gözlüğe ihtiyaç duymuştu.

İstanbul’un sahaflarında, eski kitapların arasında kayboldukları bir gün, O adam, Kadına şu cümleyi fısıldadı:

> “Sen, ben bu dünyadan çekildikten sonra bile, kelimelerle yaşamaya devam edeceksin.”

Kadın güldü, ama gözlerinde Garip Akımı’nın mahzunluğu vardı. Adamın aşkı, bir romanda sonsuzlaşabilecek kadar büyüktü ama gerçek hayatta ne yazık ki ömrü, tıpkı bir hikâyenin son satırına gelmiş gibi kısaydı. Ve kırkındaydı...

Ve o gün, yağmur İstanbul’u gri bir örtüye sararken, O adamın kaleminden şu cümle döküldü:

> “Bazı aşklar, tıpkı bir şiir gibi yarım kalmalı. Çünkü tamamlanan her şey, bir gün unutulmaya mahkûmdur.”

Kadın, Adamın elinden defteri aldı ve şu satırları ekledi:

> “Ama bazı yarımlar, sonsuzluğu anlatır.”

O günden sonra ne adam ne de kadın, bir daha aynı kalmadı. Onların aşkı, bir Tanpınar romanı gibi, yarım kalmış ama tamamlanmış bir eser olarak kaldı.

Ve belki de, asıl büyük aşklar, edebiyatın içinde yaşamaya devam edenlerdi.

Hikmet Büyükoğlu
Kayıt Tarihi : 27.1.2025 06:42:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!