Yolum bir dere yatağına düşmüştü; ufak tefek su birikintileri arasında, irili ufaklı çakıl taşları, dikkat ettim! Hemen hepsi oval, azda olsa dairemsi olanlarda var. İnat bu ya, köşeli taş aradım, aradım buldum ama yüzeyde değil dipte çamurların arasında.
O gün kaldığım yerden düşünüyorum yine; Hayat bir akıntı ve bizler içerisinde yuvarlanıyoruz! Düşünüp durduğu yerde kalanlar, kalmasını becerenler, o çamurlar arasında, çakıl tabakasının altında kalan, kopmuş kaya parçaları gibi sivri uçlarıyla aydınlıktan azade duruyorlar. Ve biliyor musunuz; ben birkaç tanesini gün yüzüne çıkardığıma bile (doğanın kaderine müdahale ettim diye) ne kadar üzülmüştüm.
Çokça duyulmuştur, insanın azizliği, güzelliği ile ilgili vecizeler ama insan gerçekten insan gibi düşünüce bunu az çok idrak edip anlayabiliyor. Bir dere yatağını, nehir düzünü tasavvur edin, önünüze ve sağa sola göz atın. Gördüğünüz hemen her şeyle bilisan olduğunuzu, konuştuğunuzu sanırsınız. Acizliklere, zayıflıklara şefkatle döner, adeta merhamet abidesi oluverirsiniz. Birkaç dakika veya saat önce omuzlarınızı kıran dert ve kasavetten eser kalmamıştır. Bütün derdiniz bu nadide güzelliğin bir parçası olmaya özen ve dikkat göstermektir.
Kendi kendinize sorabilirsiniz: Hayat, yaşam bu mu, yoksa bundan önceki mi? diye. Burada önemli olanın doğayla, tabiatın kendisi ile diyaloga girebilmek, bir çakıl taşı, bir orman gülü, selin sürükleyip getirdiği bir odun parçası, bir saka veya bir su birikintisi olmak ve olabilmek. O mükemmelin içinde, o eşsiz şaheserin, resmin içinde kendine bir yer bulabilmek, istinat tutmak aşka gelmek ki, yaşadığını hissetmek, aldığı her nefesten büyük haz alabilmek olmalı ve Tanrıya (Allah’a c.c.) teşekkür edebilmek değil mi?
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam