O, yaşanmamış zamanların intikamını almak için dedi ki “her şeyi bırakıp gidiyorum”
Lakin onu bırakmayanlar vardı. O kendisini bırakmayanlara yıllarca yalvarmamış mıydı?
Hani bir geniş acıdan bakıp ta görmek var görmemek istemediklerinizi bile…
Tüm eskimiş gömleklerini hatırladı. Bir anda babasının kendisine palto ne bilmediği bir şeyi,
Palto diye soğuk bir kış günü bitpazarından alıp kendi elleriyle giydirdiğini hatırladı. O palto denen şey ne kadar da ağır gelmişti çocuksu omuzlarına. Oysa o daha ceketin ağılığını bile doğru dürüst tatmamıştı. Bu kadar sokak arasında kaybolup, kaybolup gittiği günleri hatırladı. Ağustos aylarının sıcağında susuz kalmış serçeleri düşünüyordu…
Dedi ki “ah bir saz çalmasını bilseydim. Ah. ” Bilgi de ne idi? Bilginin ne olduğunu bile bilmiyordu. Bilmiyordu, bilgilendikçe insanoğlunun nasıl bir değişime uğradığını. Vallahi de billahi de bilmiyordu. O zamanlar ne kadar saf olduğunu, bu saflığının aptallık mı olduğunu bir türlü kavrayamamıştı. Kavrayamamıştı, peki sonraları kavradı da ne oldu. Aptallık denilen kavramı akıllılar mı ortaya atmıştı. Bu kavram ne kadar da çok tutmuştu. Oysa onun doğduğu topraklarda pek de kullanılmayan bir kavramdı. Bu şehirde her yaşadığı an, an be an aptallaşıyordu. O, insanların yüzünden hızla kaybolan tebessümleri düşündü. Nasıl olur da, bir çocuk acımasızca dövülür, nasıl olurda bir bebek camii avlusuna bırakılır, aptallığı git gide büyüyor ve bu durumların sıklığı ona aptallığını bile utturuyordu. Hele, hele alışamadığı şeyler aklına gelince aptallığına bile seviniyordu. O ne acımasızca gülenlerle güle biliyor, ne de anlamsızca sevinenlerin sevinçlerine ortak olabiliyordu. Sanki kendi halına akan bir dere gibiydi. Onun bütün amacı sağında solunda bulunan ağaçların kurumasına mani olmaktı. Ne var ki bu şehirde her şey fazla olduğu için, bir zaman sonra ağaçların da yok oluşunu çaresizce seyre daldı. Hiç unutamıyordu 1980 seksenli yılların henüz başı idi; Çamlıca tepesinden İstanbul’u seyrediyordu. Bir toprak böyle mi yağmalanır dediğini, bu kentin tüm alanlarına doluşan betonarme soğuk evlerin bulaştığı yerde hiçbir yaşam alanın olamayacağını bu tepe net bir şekilde ortaya koymakta idi. Aslına o, o gün anlamıştı bu kenttin geleceğinin çok kısa bir zaman diliminde yok edileceğini. Ve de neler dememişti ki
“koparmayın, koparmayın çiçekleri” diye yalvarmamış mıydı?
O, ta o günlerden gitmeyi düşündü. Şimdi o da, anladı ki gitmekte artık geç kalmıştı.
Kayıt Tarihi : 1.1.2012 03:54:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!