Seksen beş haneli bir köyde yaşıyordu, çocuk yaşlarda gelin gelmişti bu köye, o günleri yad e-derken, aşkan evin kapısına yetişemezdim demişti, evlendikten sonra uzamış boyu, dört eltisi olmuştu zamanla, kayınbabası tek tek ayırmıştı oğlanlarını…bir sokak kardeş çocukları ve torunlarıyla dolma-ya başlamıştı. Köyün içinde acı ve tatlının paylaşıldığı bir mahalle olmuştu orası. Baştan ikinci evdi onun ki, hayat kapısı açılınca bir ferahlık yayılırdı içine sağ kolda ahır vardı bir tek kışın hayvanları bağlardı oraya, onun yanında da samanlığı, avlusunda keçileri onun içinde oğlaklar için ayrılmış kü-çük çitlerle çevrilmiş başka bir ağıl tamamlıyordu. Üst kat üç odalıydı, merdivenler bittiğinde odalara açılan kapılar karşılardı seni, karşı kapı onlarındı onun yanındaki büyük oğlanla gelinin, diğer odada aşkan eviydi. Öğle vaktiydi gündüzün ona karanlığı yaşattığı vakit, yeni ameliyat olmuştu tuvalete biri yardım etmeden gidemiyordu. İki oğlu beş kızı vardı kadının, büyük kızını köy dışına vermişti, ondan sonraki oğlunu da kardeşinin kızıyla baş göz etmişti. yetiyorlardı birbirlerine,tarlaya pek göndermek istemese de cancağızlarını çapa gerekti toprağa,şimdiden ekmeliydi buğdayı,ocak aş isterdi her zaman. Oğlan’dan olanla birlikte dört torunu olmuştu, biri daha yola düşmüştü o vakitlerde,yorgundu kadın, içi içine sığmıyordu. Kızlara baktı ellerinde kaniçeleri çeyiz hazırlıyorlardı kendilerine,radyoya baktı kocası kızları sıkılmasın diye alıvermişti çarşıya indi bir vakit. Pencerenin önünde yatıyordu biraz doğrulup dışarıya baktı, hava biraz rüzgarlı gibiydi kuru dalları sallanıyordu ağaçların, karşıda çıplak tepeler uzanıyordu kış bitmedi dercesine, garip hissediyordu kendini olduğu ameliyata yoruyordu ga-ripliğini, bir de dikiş yerlerine sızı girmese pek iyi olacaktı.
Kızlar annelerine baktı, dalıp gitmişti kadın kendine sorsalar çocukluğunun yokluğunu anlatırdı belki de, annesinin yüzünü hala hatırlamaz üç kardeş kalmış anneleri ölünce, en büyüğü zar zor çıkar-tıyordu annelerinin yüzünü o da babasının isteği üzerine çocuk yaşta nikahlanmıştı, sonra da babası nikahlandığı çocuğun annesiyle evlenmişti, ikinci annelerinden de bir kardeşi olmuştu. Bir yanı hep ağrılıydı kadının, bir yanı hep yağmur suyuna teslim kimi zaman daldığı yerde ağlardı hiç yoktan, allahtan eşiyle hiç münakaşa etmemişlerdi gelin geldi geleli! Çocuklar farketmişlerdi annelerinin geç-mişi ziyaret edişini, küçüğü gelip annesine yaklaştı çay koysalar mıydı ocağa, kızına baktı kadın koy-sun tabi, birazdan çıkacaklardı Cuma namazından, babanla abin gelir şimdi yemeği hazırlayın dedi diğer kızlara, onlar da ellerindeki işleri bırakıp yemek hazırlamaya başlamıştı. Kadın hala anlamıyordu içindeki sıkıntıyı, canı daralıyordu hiç durmadan biraz daha doğrulup pencereyi açtı sertti rüzgar, esi-yor mübarek diyordu kendi kendine, ürperince kapattı pencereyi, odaya baktı kızlarla gelin yemek hazırlığı içine girmişlerdi çoktan, yatağın üzerinde torun uykuya dalmıştı. Ona baktı, bir iç çekti bir-den bire, kızlarda farketmişti annelerinin durgunluğunun yaran mı acıyor diye sormuşlardı, acımıyordu kendide bilmiyordu neden olduğunu. Zaman geçiyordu Cuma bitmiştir diyordu, yer sofrası kurulmaya başlanmıştı rüzgarsa inadına daha çok sallıyordu pencerenin menteşelerini, bir tuhaflık olduğu kesindi hayırlı haberlere vesile olsaydı keşke! En küçük duymuştu bu sözü, anne neyin var senin bu gün de-mişti kız, yoktu hiçbir şey yoktu! Olacak bilinmiyordu o evde! Olacak evin dışında olacak, silah sesle-ri köyü bir araya toplayacaktı!
O vakitlerde Cuma namazından çıkmışlardı, kadının kocası Hamit ağa ayak üstü sohbet ediyor-du dostlarla, yanında askere gidecek büyük oğlu ve küçük kardeşi vardı. yapılıydı Hamit ağa, güçlü kuvvetliydi taşı sıksa suyunu çıkartırdı köylünün danışmanıydı her ne olursa olsun, gelip ona danışır-lardı sevdirirdi kendini, kimseyi incitmemesi yol gösterici olması el üstünde tutturmuştu hep. Oğlanı konuşuyorlardı, askere gidecekti geldikten sonra tam vazifesine başlayacaktı, yıllarca köyün dışında okutmuştu sonunda imam olmuştu oğlu bu günleri de görmüştü çok şükür. Rüzgar sertliğini koruyordu hala, paltolarına sarılmışlardı evin erkekleri, yavaş yavaş evlerine doğru giden yola düşmüşlerdi. Ka-dının içindeki sıkıntı onları da yakalamıştı, yorgun hissediyorlardı kendilerine hem yürüyor hem de sohbet ediyorlardı. İlk defa ağır işliyordu zaman, sanki olacak olan felaketi yavaşlatmak istercesine, sıkıntı hala devam ediyordu, bir ara durdu Hamit ağa soluk soluğa kalmıştı. Ayakları geri çekiyordu onu, oğluna baktı gayet sakindi sonra da kardeşi Fazlı’ya birden aklına düşü vermişti, kardeşine tekrar dönüp ne yaptınız şu su meselesine diye sordu. Birkaç gün önce diğer taraftan biri gelmiş kardeşini ikna etmesini istemişti, gittikçe çırından çıkıyordu bu mesele, yemeği bizde yiyelim eğrisini doğrusu-nu konuşalım demişti şu işin. Kardeşi Fazlı olur demişti abisine, karşı taraf hakkı olmayan suyu isti-yordu bunu bellemesi lazımdı abisinin. Tekrar kardeşine dönüp kavga çıkartmışsınız, olmaz şunun şurasında komşusunuz tatlılıkla halledelim bak sonunda birinizin başına bir hal gelecek demişti sanki içine doğmuşçasına. Üçü de suskundu yokuş terletmişti, evin yolu uzadıkça uzuyordu sanki, içlerinde-ki sıkıntı gittikçe büyüyor bir düğüm yerleşiveriyordu boğazlarına. Tekrar durmuştu Hamit ağa, soluk soluğaydı bu gün neden böyle ağırdı kendine bilmiyordu. Bilse ne yapabilirdi ki!
Çocuklarının hepsi toplanmıştı aşkan eve, birazdan babaları gelecekti belki o zaman geçecekti içindeki sıkıntı. Sofra kurulmuş, ekmekler ısıtılmıştı güzinenin içinde yemekler hazırdı bulgur pilavı yanında cacık ve kuru fasulye yapılmıştı, küçükler sabırsızdı acıkmışlardı daha çok dışarda koşturduk-larında hemen acıkı veriyorlardı. Tereyağlı ekmek vermişti ablaları biraz sesleri kesilir diye! Silah sesi duyuldu, bir an birbirlerine baktılar kızlar ne olduğunu anlamadan dışarıya koşmuştu, kadın kalkamı-yordu sadece içindeki sıkıntı gittikçe büyüyordu. Sesi soluğu kesilmiş gibiydi içindeki sıkıntı yerinde tutamıyordu, ama yapacak hiçbir şeyi yoktu. Tek başına kalmıştı, torunu ağlıyordu yatakta sanki o küçük bebe bile anlamıştı gibiydi felaketi. Dışarıya bakıyordu koşturmaları duyuyordu, ne olduğunu bilmiyordu, kızlarda dönmemişti geriye! Karanlık güpe gündüz çökmüştü o eve, kimsesicikler yoktu ortalıkta herkes olay mahaline toplanmıştı.
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman