O Bir Kadın...Öykü Şiiri - İlknur Köknar

İlknur Köknar
sokak kaçkını birliği arıyor selamla taçlanan başı
595

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

O Bir Kadın...Öykü

Seksen beş haneli bir köyde yaşıyordu, çocuk yaşlarda gelin gelmişti bu köye, o günleri yad e-derken, aşkan evin kapısına yetişemezdim demişti, evlendikten sonra uzamış boyu, dört eltisi olmuştu zamanla, kayınbabası tek tek ayırmıştı oğlanlarını…bir sokak kardeş çocukları ve torunlarıyla dolma-ya başlamıştı. Köyün içinde acı ve tatlının paylaşıldığı bir mahalle olmuştu orası. Baştan ikinci evdi onun ki, hayat kapısı açılınca bir ferahlık yayılırdı içine sağ kolda ahır vardı bir tek kışın hayvanları bağlardı oraya, onun yanında da samanlığı, avlusunda keçileri onun içinde oğlaklar için ayrılmış kü-çük çitlerle çevrilmiş başka bir ağıl tamamlıyordu. Üst kat üç odalıydı, merdivenler bittiğinde odalara açılan kapılar karşılardı seni, karşı kapı onlarındı onun yanındaki büyük oğlanla gelinin, diğer odada aşkan eviydi. Öğle vaktiydi gündüzün ona karanlığı yaşattığı vakit, yeni ameliyat olmuştu tuvalete biri yardım etmeden gidemiyordu. İki oğlu beş kızı vardı kadının, büyük kızını köy dışına vermişti, ondan sonraki oğlunu da kardeşinin kızıyla baş göz etmişti. yetiyorlardı birbirlerine,tarlaya pek göndermek istemese de cancağızlarını çapa gerekti toprağa,şimdiden ekmeliydi buğdayı,ocak aş isterdi her zaman. Oğlan’dan olanla birlikte dört torunu olmuştu, biri daha yola düşmüştü o vakitlerde,yorgundu kadın, içi içine sığmıyordu. Kızlara baktı ellerinde kaniçeleri çeyiz hazırlıyorlardı kendilerine,radyoya baktı kocası kızları sıkılmasın diye alıvermişti çarşıya indi bir vakit. Pencerenin önünde yatıyordu biraz doğrulup dışarıya baktı, hava biraz rüzgarlı gibiydi kuru dalları sallanıyordu ağaçların, karşıda çıplak tepeler uzanıyordu kış bitmedi dercesine, garip hissediyordu kendini olduğu ameliyata yoruyordu ga-ripliğini, bir de dikiş yerlerine sızı girmese pek iyi olacaktı.

Kızlar annelerine baktı, dalıp gitmişti kadın kendine sorsalar çocukluğunun yokluğunu anlatırdı belki de, annesinin yüzünü hala hatırlamaz üç kardeş kalmış anneleri ölünce, en büyüğü zar zor çıkar-tıyordu annelerinin yüzünü o da babasının isteği üzerine çocuk yaşta nikahlanmıştı, sonra da babası nikahlandığı çocuğun annesiyle evlenmişti, ikinci annelerinden de bir kardeşi olmuştu. Bir yanı hep ağrılıydı kadının, bir yanı hep yağmur suyuna teslim kimi zaman daldığı yerde ağlardı hiç yoktan, allahtan eşiyle hiç münakaşa etmemişlerdi gelin geldi geleli! Çocuklar farketmişlerdi annelerinin geç-mişi ziyaret edişini, küçüğü gelip annesine yaklaştı çay koysalar mıydı ocağa, kızına baktı kadın koy-sun tabi, birazdan çıkacaklardı Cuma namazından, babanla abin gelir şimdi yemeği hazırlayın dedi diğer kızlara, onlar da ellerindeki işleri bırakıp yemek hazırlamaya başlamıştı. Kadın hala anlamıyordu içindeki sıkıntıyı, canı daralıyordu hiç durmadan biraz daha doğrulup pencereyi açtı sertti rüzgar, esi-yor mübarek diyordu kendi kendine, ürperince kapattı pencereyi, odaya baktı kızlarla gelin yemek hazırlığı içine girmişlerdi çoktan, yatağın üzerinde torun uykuya dalmıştı. Ona baktı, bir iç çekti bir-den bire, kızlarda farketmişti annelerinin durgunluğunun yaran mı acıyor diye sormuşlardı, acımıyordu kendide bilmiyordu neden olduğunu. Zaman geçiyordu Cuma bitmiştir diyordu, yer sofrası kurulmaya başlanmıştı rüzgarsa inadına daha çok sallıyordu pencerenin menteşelerini, bir tuhaflık olduğu kesindi hayırlı haberlere vesile olsaydı keşke! En küçük duymuştu bu sözü, anne neyin var senin bu gün de-mişti kız, yoktu hiçbir şey yoktu! Olacak bilinmiyordu o evde! Olacak evin dışında olacak, silah sesle-ri köyü bir araya toplayacaktı!

O vakitlerde Cuma namazından çıkmışlardı, kadının kocası Hamit ağa ayak üstü sohbet ediyor-du dostlarla, yanında askere gidecek büyük oğlu ve küçük kardeşi vardı. yapılıydı Hamit ağa, güçlü kuvvetliydi taşı sıksa suyunu çıkartırdı köylünün danışmanıydı her ne olursa olsun, gelip ona danışır-lardı sevdirirdi kendini, kimseyi incitmemesi yol gösterici olması el üstünde tutturmuştu hep. Oğlanı konuşuyorlardı, askere gidecekti geldikten sonra tam vazifesine başlayacaktı, yıllarca köyün dışında okutmuştu sonunda imam olmuştu oğlu bu günleri de görmüştü çok şükür. Rüzgar sertliğini koruyordu hala, paltolarına sarılmışlardı evin erkekleri, yavaş yavaş evlerine doğru giden yola düşmüşlerdi. Ka-dının içindeki sıkıntı onları da yakalamıştı, yorgun hissediyorlardı kendilerine hem yürüyor hem de sohbet ediyorlardı. İlk defa ağır işliyordu zaman, sanki olacak olan felaketi yavaşlatmak istercesine, sıkıntı hala devam ediyordu, bir ara durdu Hamit ağa soluk soluğa kalmıştı. Ayakları geri çekiyordu onu, oğluna baktı gayet sakindi sonra da kardeşi Fazlı’ya birden aklına düşü vermişti, kardeşine tekrar dönüp ne yaptınız şu su meselesine diye sordu. Birkaç gün önce diğer taraftan biri gelmiş kardeşini ikna etmesini istemişti, gittikçe çırından çıkıyordu bu mesele, yemeği bizde yiyelim eğrisini doğrusu-nu konuşalım demişti şu işin. Kardeşi Fazlı olur demişti abisine, karşı taraf hakkı olmayan suyu isti-yordu bunu bellemesi lazımdı abisinin. Tekrar kardeşine dönüp kavga çıkartmışsınız, olmaz şunun şurasında komşusunuz tatlılıkla halledelim bak sonunda birinizin başına bir hal gelecek demişti sanki içine doğmuşçasına. Üçü de suskundu yokuş terletmişti, evin yolu uzadıkça uzuyordu sanki, içlerinde-ki sıkıntı gittikçe büyüyor bir düğüm yerleşiveriyordu boğazlarına. Tekrar durmuştu Hamit ağa, soluk soluğaydı bu gün neden böyle ağırdı kendine bilmiyordu. Bilse ne yapabilirdi ki!

Çocuklarının hepsi toplanmıştı aşkan eve, birazdan babaları gelecekti belki o zaman geçecekti içindeki sıkıntı. Sofra kurulmuş, ekmekler ısıtılmıştı güzinenin içinde yemekler hazırdı bulgur pilavı yanında cacık ve kuru fasulye yapılmıştı, küçükler sabırsızdı acıkmışlardı daha çok dışarda koşturduk-larında hemen acıkı veriyorlardı. Tereyağlı ekmek vermişti ablaları biraz sesleri kesilir diye! Silah sesi duyuldu, bir an birbirlerine baktılar kızlar ne olduğunu anlamadan dışarıya koşmuştu, kadın kalkamı-yordu sadece içindeki sıkıntı gittikçe büyüyordu. Sesi soluğu kesilmiş gibiydi içindeki sıkıntı yerinde tutamıyordu, ama yapacak hiçbir şeyi yoktu. Tek başına kalmıştı, torunu ağlıyordu yatakta sanki o küçük bebe bile anlamıştı gibiydi felaketi. Dışarıya bakıyordu koşturmaları duyuyordu, ne olduğunu bilmiyordu, kızlarda dönmemişti geriye! Karanlık güpe gündüz çökmüştü o eve, kimsesicikler yoktu ortalıkta herkes olay mahaline toplanmıştı.

Hamit ağa içindeki ağırlığa rağmen yürümeye çalışıyordu kardeşi solundaydı, oğlu sağında eve yaklaşıyorlardı artık düzlüğe çıkmışlardı biraz ferahlar gibi olmuştu içi, yine de devam ediyordu sıkın-tısı. Mahallenin ilk evi görünmüştü, başını kaldırır kaldırmaz bir el silah sesi duyuldu aynı anda Hamit ağa yere düştü ne olduğunu kimse anlamamıştı oğlu babasını kaldırmak için eğilmiş göğsünden kan sızdığını farketmişti, herşey birkaç saniye içinde gerçekleşiyordu, nefesi duyuyordu babasının kalp atışları hızlanmıştı, amcası ne yapacağını bilmiyordu dönüyordu çevresinde etraf kalabalıklaşmaya başlamıştı, oğlan babasının başında soluk soluğa kalmıştı yaraya basıyordu elini bir yandan da bağırı-yordu komşular merak içinde izliyordu kardeşlerinin geldiğini görünce koşmaya başladı, tam ters isti-kamete sapmıştı bir komşunun evine girmiş duvarda asılı olan av tüfeğini almış, sağa sola dönüp du-ruyordu tetiği çekse de nafileydi, komşu kadın geldiğini görür görmez boşalmıştı alal acele, her yere saldırıyordu vuranı görmüştü onun evine doğru koşmaya başlamıştı, arkasında da amca çocukları ve komşuları vardı olası bir başka felaketi engellemeye çalışıyorlardı. Vuranın evine girmişler etrafı kırıp dökmeye başlamıştı, onu arıyordu onu babasına tetiği çekeni, birkaç gün önce gelip babasına akıl da-nışanı, o da öldürecekti kendi canını aldıysa onun da sonu oydu.

Komşuları Hamit ağayı hemen yanındaki eve taşımışlardı, kızlar babalarının başında ne yapa-caklarını bilmiyorlardı. İçleri çayır çayır yansa da yapacak hiçbir şey görünmüyordu, herşey durmuştu sanki o tetik çekildiğinde, rüzgar dalları sallamaktan vazgeçmiş; kuşlar susmuş gibiydi, kundağındaki bebeler de kesmişlerdi ağlamalarını ortalıkta bir ailenin feryadı vardı, köyün her yanını saran. Kadın hala olan bitenden haberdar değildi, sadece canı yanıyordu belliydi koca bir yangının evini sardığı, bebe ağlar, Fadime kadın ağlar ne olduğunu bilmese de...rüzgar daha fazla savuruyordu, kan gidiyor-dur o saatlerde bir bedenin üzerinde, yara açık,yürek kanamalı,gözler ağlamalı,bulutlarda firar eder yangını söndürmek için. lakin ne yangın söner, ne de ağıtlar diner,köy’ün üstüne apansız kara bir bulut çöker. Herkes bilir telafisi olmayan bir kayıptır Hamit ağanın ölümü, dönülmez yola sapmış yanına hiçbir şey almamıştır,son bakışından başka!

Jandarma gelene kadar komşunun evinde beklemişlerdi Hamit ağayı,çocuklarının hıçkırıkları birbirlerine karışmıştı,askere gidecek oğlu hala dışarıdaydı kavga etmişlerdi birbirlerine girmişlerdi, yaralama da vardı, lakin kimse kendi yarasını hissetmiyordu yangının içinde. Fadime kadına haber vermişlerdi, kadın kalkamaz yattığı yerde dövünür durur,bebe durmaz çocuk çoluk babalarının başın-da,akıllarına gelmiyor anaları,gelse de bırakmak istemiyorlar babalarını. Jandarma gelmiş, şahitleri dinlemiş tetiği çeken yok ortada, kavgaya karışanların hepsini toplayıp çeker karakola, artık Hamit ağaya yapacak bir şey yoktur. Cenaze kendi evine taşınır, yıllarca baş koyduğu yastığa yatırılır son defa, o koca gövdeden ses çıkmıyordur. Dilsizleşir ev,ölümün nefesi ağıtların içinden bütün odaları gezer.


Fadime kadın günler geçse de, içten içe ağlamakta, sezdirmez yetim kalan çocuklarına büyük oğlan yarasıyla askere gitmiştir. Derken aylar geçer, çocuklar alışmaya çalışır babalarının yokluğuna, Fadime kadın kendine gelir gelmez geçer ailesin başına, er yok ki başlarında duracak, ocağı kaynat-mak için tarlayla bağ bahçeyle uğraşacak. Kimse hissetmez içindeki fırtınaları, kimse bilmez yoldaşına bir an önce gitmek isteyişini, hep tutar bir el, ne olduğunu bilemez. Sessiz söyler ağıtları kimi yerde ninni gibi gelir, kimi yerde acı bir çığlık, kirpikleri ele verir onu, gören bilir bunu susmuştur bir mahal-lenin koruluğu.

Bir vakitti yine, oğuldan mektup gelmez gidene cevap verilmez bilir kadın oğlunun içindeki yangını, bilir de ses çıkarmaz sessizliğine. Bir haber gelir filanca köy’de cenaze var diye gider kadın, Hamit ağanın hısmıdır o gelmiştir cenazelerine bir teselli verir gittiği yere. Hazırlanır cenazeye giden kafileyle çıkar yola, gelin doğurdu doğuracaktır bu arada, içi burkulur ya o yokken gelirde çocuklar bir şey yapamaz diye! Hamit ağanın evi o gitti gideli dilsizdir, arada bir torunun sesi gelir bir de ağıldaki hayvanların sesi, sanki herkes bilir bu dilsizliğin sebebini, gelin odasında biraz rahatsız, garip bir sancı dolanır durur karnında, ses çıkarmaz ilk doğumundaki gibi keskin değildir saplanan sancı, midesi arı-yor diye düşünür herkes gibi o da vakit geldiğinde yatar yatağına. Lakin sancı devam eder, ılık bir suyun geldiğini hissedince uyandırır görümcesini ebe çağır diye!

Durgun gecene bir gececi bebeğin sesi bozar, uyandırır mahalleyi gelişi, herkesi güzel bir telaş sarar, kar gibi beyaz bir kız çocuğu merhaba demiştir dilsizleşen bir ocağa, kedi miyavlaması sesiyle şaşkın şaşkın bakar çevresine, ebe yetişememiştir onun gelişine. Fadime kadın habersizdir to-runundan öğle vakti geldiğinde alır müjdeyi, kısmetiyle gelmiştir deyip kundaklar torununu. Herkes bir garip bakar, çarşafını giyip çıkar dışarıya anlamazlar yapmak istediğini oysa mezarlığı gider kadın, Hamit ağaya da müjde vermek için! Yıllar geçer, yollar biter baharı kışı,iyisi kötüsü herşey yaşanır çok şükür der Fadime kadın herşeye. Torunlar büyür, ilk heceleri dede olunca mezarlık ziyaret yeridir, alıştırır ayaklarını bir yandan da gönlünü etmek ister eşinin, bu yüzdendir mezarlığın başında “dede” diye bağırtması onları. Çocuklara sorulmaz neden bağırıldığı, onlara da tuhaf gelen bir sesleniştir bu, ama anlarlar bir babanın ölümünün yad edildiğini. Sağır olmazlar, dilsizde çünkü onlar büyüdükçe ölüm keşfedilir her nefeste...

MAYIS-2005

İlknur Köknar
Kayıt Tarihi : 15.9.2006 16:48:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


yaşanmış bir öyküdür...babaannemdir kendisi...sabrına ve sadakatine hala hayranım...

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Alparslan Çolakoğlu
    Alparslan Çolakoğlu

    İnanılmaz güzellikte.Pare pare oldum.Tebrikler..

    Cevap Yaz
  • Musa Mengüllüoğlu
    Musa Mengüllüoğlu

    şiirlerinizdeki güçlü anlatım bu öyküde de kendini göstermiş...çok güzel bir anlatımla eminim babaannenizi gururlandırmışsınızdır...tam puan benden..

    Cevap Yaz
  • Yusuf Doğukaya
    Yusuf Doğukaya

    Yaşanmışlara bir dem, sevdiklerimize yürek yangını. Başarılarının devamını dilerim.

    Cevap Yaz
  • Necmiye Çakıcı Sarpkaya Çobanyıldızı
    Necmiye Çakıcı Sarpkaya Çobanyıldızı

    tebrik ederim İlknur hanım güzel bir öykü
    fakat daha kolay okunur biçimde yazarsanız ve hataları giderirseniz iyi olur kanaatindeyim.
    Öykünün tamamını ilgiyle okudum.
    Yüreğinize sağlık

    Cevap Yaz
  • Yavuz Taş
    Yavuz Taş

    yani hikayede sorun yok ama imlşa dersen berbat
    tabiki burda okadar önemli deil ama yani dxegerlendir dediğin için solüyorum
    mesela durgun gecene bir bebeğin sessizliği bozar. gibi
    geceyi olacak tabi
    dilsizleşen bir ocaga dedikten sonrada nokta olmalıki anlam bütünlüğü sdağlansın
    bunlar haricinde öykü hoş
    kısa olması gerek tabi
    uzun olursa roman olcak tabi
    bence hoş

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (8)

İlknur Köknar