Denizlerden
Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-i şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen,
Ne ben,
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Aşk… Şiirini terk etmeyen tek âşıktır mı? belki Mecnun kendi şiirini yazarken Leyla sına…bulduğu yüzyıllık bir yalnızlık iken…aşkın gerçek mimarisine dokundu elleri…
.işte bunu başarırken şiir…garip bir tarzın atmosferine çekildiğini gördü…karşı durmak istese dururdu amma velakin…gidilecek yollar hangi şiirin alanını daraltabilirdi ki…şairler ne ile beslenirdi…aşk onlara neden yasaktı…bedenen yaşansın..yoksa hep çirkin yüzlerle mi otururdu şairler aynalarına..sırlarına dokunurken..şiir akıp gider miydi pencereden…özgürlüğüne değişir miydi şairini…yoksa şiir garip dillerinde ki…asılsız bir otorite miydi…tabi ki de …sustuğunuz her yerde ve ölümcül her aşk ta tek başınaydı şiir…şairsizlik ne kadar dert ise şiirin başına…şiirsizlikte bir o kadar fenaydı…şairine..öyleyse şiirin yüreğindeki…her ne ise siz..bir başınıza bilebilir miydiniz..sokakta ki ölümlerin adlarını…faillerini…yoksa şehriniz kapalı mı ruhların geçiş güzergahına…vizeleriniz tükendi mi..toprakları yasak mı size..ülkeniz hala taşınıyor mu şairsizliğe…o zaman bırakın saraylı dansçılar sürsün devrini…açlık en şeytani sofralarını kursun…bebekler doğmadan ölsün..erkekleriniz..soylarına soytarı şiirler yazsın ve kadınlarınız dişsiz kalana kadar yoğursun mayanızı..nedir şiir bu kadar zulüm..bırak gidelim varacağımız yere..inanmak ise derdimiz inanalım..kahretmesin şiir şiirsizliğimize..biraz daha aşk için susarken şair…ölmeden ama ölürcesine…yine şiir …yine şiir…sevgilerimle
Her ne kadar dans edip,kelimelerle oyarsanız oynayın ,aslını asıl unutan ve kendi dilini unutan birileri varsa o da Ahmet Haşim ve onun gibi Osmanlı'nın Arapça ve Farsçadan aptalca etkilenerek yarattığı saray diline mahkum olmuş ve kendilerini halktan soyutlamış bu şairlerin şiirlerine şiir ,kendilerine de şair diyemeyeceğim.
Ama ,kendilerince elit olan bu kesim için şiir yazdıkları ve sadece onlar tarafından anlaşılacağını düşündükleri ve belki de en önemlisi ;o elit kesim tarafından kabul edilmedikleri sürece hiç bir yere ulaşamayacaklarını düşünerek ,başka bir deyişle yaltaklık sanatı yaptıklarıdır.
Yüz yıllar boyunca en ince ruhuyla ,tüm toplumun hiç zorlanmadan anlayabildiği şiirler yazan halk ozalarını unutarak bu özentili budalalara şair demek en büyük hatadır bence...
Fa-i la tün fa-i la tün fa -i lün ..
Yok dedemin külahı ))) ...amma büyük sanat ha !!!
Saygılar
Fikret Şahin
(Daha önce ki yorumumda gözümden kaçan klavye hataları, görebildiğim kadarıyla, düzeltilerek ve son bölüme sanat sanat içindir diyenlere ciddi sorular yönelterek bu yorum tekrar yüklenmiştir!)
Ahmet Haşim büyük bir şair, tartışılmaz.., ama bakın bu büyük şair in şu şiiri ben şairim diyen usta ve yetkin şairler tarafından dahi (kullandığı dil bazında da) anlaşılmıyor..Kaldı ki şimdinin bir ilkokul çoçuğumuzu ya da liseli bir gencimizi düşünün..Bu bizim sanat ve kültürümüzde de gelecek neslimiz işte bugün ki konuştuğumuz dilimizle, bu büyük şairin şiirini maalesef Türkçeye çevirisi olmazsa (Sinyali şair dostumuz şükranlarımızla) anlayamayacaklar…
Siz şu içine düştüğümüz, sanat ve edebiyatta ki, sefilliğe ve acınacak halimize bakın..;
bir büyük şairinin şiir dilini, yüksek eğitim alan gencimiz dahi konuştuğu dille anlayamıyor!
Ne gülünç ve adeta diger dünya dilleri bazında bu, kara bir edebiyat mizahı gibi..
Hangi bir yüksek eğitimli olan bir İranlı, kendi ulusunun şairinin şiir dilini anlamaz? Hangi bir çinli..Fransız ya da Rus, kendi dilinde şairin şirini diğer bir Rus’a çevirisini yapar!
Bizde ki sanat için sanat diyenlerin en büyük sorunlarından biri de bence dil boyutlu asimilasyon özentisidir. Hatta asimilasyon dahi denmez..Arap çorbası..Kardeşim asimle olacaksan bari ona adam gibi sadık olarak asimile ol! Yok o da yok bunlarda.
Bu nedir? Özenti ve öğkünme gibi kendi özgüvenlerinden yoksunluktur..
Bu temel boyut ‘ana’ya olan sevgi ve saygıyı kendi öz annene değil, bir yabancı kadına anne sevgisini aramaya benzer….
Bu derece illüzyon girdabına girmişlik ve tarihten bu yana ona devam inatı niye? Ha evet, tekararlıyorum, ingilizce bilir..ingilizce şiir yazarsınız..Farsça bilir baştan aşağı Farsça şiir yazarsınız…
Baştan sona siz burda hiç Arapça yazan bir şairin, şiirini okudunuz mu?
Ama bakın bir aralar yine bu köşede belirtmiştim:
Dört kitabın mânâsı
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır
Yunus Emre der hoca
Gerekse var bin hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
___
Ben yürürüm yana yana
Aşk boyadı beni kana
Ne akılem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi
*****
Sen bir Azırail olsan
Canımı almaya gelsen
Ben bir cennetlik kul olsam
Cennete girsem ne dersin
____
Yürü bire Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O dabir gün devrilir
___
Nasıl yâr diyeyim ben böyle yare
Mecnun edip çöle saldıktan sonra
Alemin bağına bülbüller konmuş
Nidem benim gülüm solduktan sonra
*****
…
bir şeyler anlattın bize
denizliğin kaderinden
biraz daha umutluyuz
biraz daha adam olduk
işte geldik gidiyoruz
hoşçakal kardeşim deniz
--
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.
****
Ve yakın tarihçemize geliyoruz:
“Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin”
___________
Evet..sanıyorum samimi ve içsellikte şiiri sevenlerin hepisi, yukarda ki alıntıların hangi ozan ve ustalarımıza olduğunu anlayacaklardır.
Onlar ki işte halk şairleridir!..
İlkokul çocuğuna kadar anlaşılan, Anadolu’nun kuytu bir köşesinde yaşayan ananın.., evladının murada ereceği umudu, genç kızın yarine kavuşacağı düşü, emekçinin ekini-unu..; sevgilinin sevgiliye erişeceği yolu.., zindanda yurt sevgisi uğruna dik duruşu nedeniyle yatanın özgürlüğüdür! Ve onlar ki her koşula karşın vatanın bağımsızlığına, tam bir demokrasi düzenine ve insan sevgisine bir bariz edebiyat, ozan ve şair ve şiirleriyle insan sevgisine deniz ile dergahıdır..
Evet bunları ve şiir dillerini..; bırakın siz ve ben gibi şairi..bırakın sosyeteden..emekçiye..patron ve işçiye—öğretmene ve siyasetciyi vs kadar.., her hanği bir halktan insanını..evet bu halk ozanlarımızın yazım dilini ve şiirin duygu seli ile şeklini-şemalini-mesajını ve içeriğini ANLAMAYAN ilk okul çocuğu var mı?
Burda ki vurguyla sanat sanat için diyenler! Sözüm sizedir! Alın bu söylediklerimi ve verin verecekseniz edepli gerekçelerinizi..nerede sizde o yürek, nerede sizde o ilham ve ithamsız..yalansız..ve küfürsüz nerede sizde o lisan ? Buyrun anlatın.., siz hiç bir Türkiye, İstanbul, Anadolu kültürü ya da İslam inancı boyutlarından etkilenmiş bir İngiliz..bir Fransız bir Çinli ya da İranlı şair ve ozanlarının yarı kendi lisanlarıyla yarı arapça ve yarı Türkçe/gerisi Rusça şiirleriniz okudunuz mu ? Gösterin bir dünya da örnek..Bu özentinin bu kendine güvensizliğin ve kendi temal ana ilhamına inançsızlığın bu bağımlılık ve illüzyonun kökenini biraz biliyorum ama ..burada irdelemek yeri değil....Onu da size bırakıyorum..biraz şu arap çorbasına benzer asimilasyounu bir kenara koyup şöyle bir derin tarihin içine gömülün/araştırın..Eminim birşeyler bulacaksınız !
İşte onun içindir ki Ahmet Haşim ne derece ‘büyük şair’ olursa olsun..bu gibi şiirleriyle..halka..halkın insanına..hatta korusuna komşusuna..belki sevgilisine ya da bir aile ferdine karşı dâhi..,bu tür şiir diliyle marjinal kalmaya ve sadece saray hevesli sanat severlere hitap etmeye mahkum kalacaktır.
Bu bağlamda, şiiirin şiirselliği ve içeriğinin ise, anlayacağınız üzre, değinmeye dâhi gerek var mı?
Saygılar..
Havuz
Akşam Yine Toplandı Derinde
Canan gülüyor eski yerinde
Canan ki gündüzleri gelmez
Akşam görünür havz üzerinde,
Mehtab kemer taze belinde
Üstünde sema gizli bir örtü
Yıldızlar onun güldür elinde...
Ahmet Haşim
Kendi soruma kendim cevap veriyorum: Annabel Laa'nın yazarı Edgar Allan Poe 1809- 1849 yılları arasında, Ahmet Haşim ise 1885-1933 yılları arasında, yani sayın Hasan Buldu'nun hatırlattığı gibi daha yakın bir tarihte yaşamıştır. Her ikisine de Tanrıdan rahmet diliyorum.
Ahmet Haşim'in bu şiirinin, hem derin anlamlar içerdiğini düşünüyor, hemde bu güzel çeviriyle, sanki şair o ünlü 'Annabel Lee' şiirinden etkilenmiş hissine kapıldım.Tabii şiirlerin yazıldığı tarihi şimdi anımsayamadım; kim kimden etkilenmiş tarih bilir ancak. Emeği geçenlere teşekkürler.
Not: Şiirlerin yazıldığı tarihi bir bilen varsa tashih edebilir
Şunu da söylemeden geçemeyeceğim, ne acıdır ki, bir Türk şairinin yazdığı eserini, çoğumuz tercüme edilmeden anlayamıyoruz. Bir Karacaoğlan'ı, bir yunus Emre'yi anlıyoruz da, bundan atmış, yetmiş yıl evel yazılan bir eseri, anlamakta zorlanıyoruz...
Gerçekten çok güzel bir çeviri. Orjinalini okuduğumda bir şey anlamamıştım. Sıkılmadan, sonuna kadar zevk alarak okudum.
Teşekkür ederim sayın Sinyali.
Memet Fuat şiirin diliçi çevirisini yapmış..Bu haliyle de çok güzel gözüktü şiir bana..ilgilenenler olabilir diyerek asmak istedim..saygılar..
O BELDE*
Denizlerden
Esen bu ince rüzgâr saçlarında eğlensin.
Bilsen
Özlem ve gurbet sıkıntısıyla akşam ufkuna bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne kadar güzelsin!
Ne sen,
ne ben,
ne de güzelliğinde toplanan bu akşam,
ne de düşünce acılarına bir liman
olan bu mavi deniz
iç sıkıntısını anlamayan kuşağa yakın değiliz.
Sana yalnız bir ince genç kadın,
bana yalnızca eski bir budala
diyen bugünkü insan,
bu düşük açlık, bu kirli bakış,
bulamaz sende bende bir anlam,
ne bu akşamda ince bir kaygı,
ne de durgun denizde bir gücenik
içine kapanma ve isteksiz titreyişi.
Sen ve ben
ve deniz
bu akşam ki, titreyişsiz, sessiz,
topluyor ruhunun kokusunu sanki,
uzak
ve mavi gölgeli bir beldeden ayrı kalarak
bu sürgüne ve ayrılığa sonsuzca bu yerde mahkûmuz...
O belde?
Durur el değmemiş hayal bölgelerinde;
mavi bir akşam
hep dinlenir üstünde;
eteklerinde deniz
döker ruhlara bir uyku durgunluğunu.
Kadınlar orada güzel, ince, temiz, geceye bağlıdır,
hepsinin gözlerinde hüznün var,
hepsi kızkardeştir. Veya sevgili;
gönüldeki üzüntüleri yatıştırmayı bilir
dudaklarındaki ağlayan öpücükler, yahut,
o gözlerindeki çivit rengi soru sessizliği.
Onların ruhu gücenik akşamdan
yoğunlaşmış menekşelerdir ki
durmadan durgunluk ve susmayı arar;
ayın hüznünün ışıksız alevi
sığınmış sanki yalnız ellerine.
O kadar çelimsiz ki, ah, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine...
O belde
hangi bir hayal anakarasında?
Hangi bir uzak ırmak ile çevrili?
Bir yalan yer midir, veya var olan,
ama bulumayacak bir hayal sığınağı mı?
Bilmem... yalnız
bildiğim sen ve ben ve mavi deniz
ve bu akşam ki uzun uzun titretiyor
bende hüzün ve ilham tellerini,
uzak
ve mavi gölgeli bir beldeden ayrı kalarak
bu sürgüne ve ayrılığa sonsuzca bu yerde mahkûmuz...
(Göl Saatleri’nden)
(Dil içi çeviri: Mehmet Fuat)
*Yüzyılın Türk Şiiri (1900-2000), Hazırlayan: Mehmet. H. Doğan, I. Cilt, 2. Baskı, ocak 2002, Yapı kredi Yayınları, s. 89-101.
dil eskidikce mana genişler. düşünün; yeni kelimeler üretip onlara anlamlar katalım. oluşturduğumuz kelimilerle, yapacağımız edebiyat, tarihin koynunda uyumamış sözcüklerin nasıl cılız ve derinlikten uzak olduğunu bize gösterecektir .bu düşünce yeniliğin önünde aksi bir fikir gibi görünebilir. bilakis çağın ışıklarını anlatacak sözcükler abilerinden öğrendikleri, abis dertleşmeleri bilginin ve bilimin ışığında gün ışığına kavuşturucaktır.. ve tabiki boşluklara daha derin şiirler yazılacak. evrenin sırrını çözecek şifreler dilimizin ucunda duruyor .saygılar geçmişe ve geleceğe..
Bu şiir ile ilgili 86 tane yorum bulunmakta