başlık, tam isim:Orta Anadolu'da, doğal ama arızalı bir yoldan prefabriksi inşa edilmiş bir sandal barınağı'nda; 2007, ‘2+1 elden gel’ bahis geçilenler
-
Yan yan yatırılmış, içbükeylerine durdurulmuş, bitiştirilmiş
gibi birbirlerine destek edilmiş;
aşağıdan yukarı, kendisince kapandırılmış çatısına üçgence
bir hava alanına girdi mikrofoncu –
enlemesine uzunlama yapılmış- iki kayığın ki onun bir ettiği de bir şeklin;
kameraman, hemen arkasından...
Jet Lag falan hissedecek durumları, onların bile yok.
Amaçları, orda kalanlardan
biriyle röportaj yapıp fikirlerini almaktı.
'Söylenecek ne kaldıysa, ne kaldıysa! '
Başladı köylü: 'Burası sulak alanlarıdı.”
İşaret etti, “Göldü şuracığı, içinde kuşlar yaşardı.
Niceleri göçetti, belki de soyları tükendi.
Ama fabrikalar, durmadı… Ceplerini dolduranlar hiç umursamadı.
Gene oy verdiler aynı kayıtsızlara ve
dedilerse ki dediler illa ki, ki ülke elden gitmişse..
ne olmuş, kimin umrunda! '
Yeşillikler içindedir adamın evi, kayıkları. Kayıklar çürümeye bırakılmış.
Devam etti: 'Bazıları, hemen artık tarla açmaya kalkışacaktır burda da.
Ne farkları kalır fabrikalardan,
düşünmeden tarla yapmaya orman yakanlardan.'
'Bataklıklardan bile botlarla
geçilirdi karşı sahillere...'
'Bak işte, göl kurudu. 100-200 metre kuyu açsak ne fayda bize!
Derinleri de besleyen gölleridi.
Seyfe meyfe dediler, dediler, dertler ardı sıra geldi! …”
*
“Nerden düzelecekse, düzelmeli.”
deyip hepberaber içeri sıvıştılar (!)
İki işlemeli tabak getirdi adam, çorbayı bunlara bocaladı.
Altını kapattığı;
büyücü gibi,
içini neredeyse gösterecek nar kızarmış bakır kazan’dan sonra,
O da geldi yanlarına ilişti tahta masa etrafına
Yuvarlak Masa Şövalyeleri.
“Sen neden yemiyorsun? ” dediler.
Dedi ki: “Eşim de gitti, terk etti. Hayat artık kalmamıştı.”
“Aha, şu yeşillikler içindeki barakam
ve Öyle aynı kıyılıklar’daki kayıklarım;
az ötede, deyim yerindeyse,
ülke sınırı gibi bir sınır..bir bir çizildi.”:
Yetkililer, ağır ağır bekledi varlık içinde yokluk durumu onlarınki…
Aslında bu işi düzenleyecek kanunlar, organlar… hepsi var.”
“İnsan acıyor, içi acıyor, ama acıkamıyor.”
“Bak ben güvercinimle yaşıyorum artık bu evde;
baba hindileri, küçük balıkları yoldurttular çoluk çocuklarına..
cahil maşrapa çevre takım taklavat, tavuk gribinde ise…”
“Helal sana, senin gibi köylüye.” Deyip
çorbalarına devam ettiler. Sonra adam bulaşığı yıkadı.
*
Hep birlikte çıktılar. Eskiden üzerinde bolca su olan
çorak düzlüklerde dolaştılar, çatlak, apansız, ve manivela.
Yine de, gacırtı…
“ Kaya olmasaydı
Kaya olsaydı ama
Su da olsaydı”
“ Ganj cılızlaşmıştı ve bitkin yapraklar
Yağmur bekliyordu,”
“Bir şimşeğin yalazında”
“ Dağlar arasındaki bu kokmuş çukurda”
“Ve bebek yüzlü yarasalar erguvan ışık içre”
“Datta” ve “Damyata”lar: Dupont ile Dupond trende;
“Verdiğimiz nedir?
Dostum, tutkuyla titremekte yüreğim,
Vurunca meşale kızıllığı terli yüzlere”
‘Ey nazlı Thames,
kısadır
türküm bitene kadar bekle…’ *
Böylece çıkmıştı T. S.,70’s abla ABBA; Waterloo,
dayadığı dirseklerini köprü sunağı trabzanlarda.
Şah damarı kadar yakın mıydı Coriolanus ve Richmond…
Şıp şıp da cik cik,
cik…
“Ey kırlangıç kırlangıç,
Shantih shantih shantih (13) ”**
Bıldır dikmek ve gemilerdeki yoldaş Mylae’de, Stetson;
Mein Irisch Kind -İrlandaca tür çocukçalığım- ***
Hayır Rus değilim, Litvanyalıyım. Alman kökenli.
Bin gar keine Russin, stamm' aus Litauen, echt deutsch. (3)
“…Varırlar Aşağı Greenwich'e
Köpekler Adasından ileri.
Weialala leia
Wallala leialala
Elizabeth'le Leicester…..”
“Sibyl'i Cumae'de kendi gözlerimle gördüm.”
Defoe’yle Robinson,
Cuma ile top adasında –çikolata renkli siyahi şarkıcı;
artı bir de Siyah pamuk işçiliği, oh-
`Yeşil Yol’lu barışçıl, Indiana Jones’un
10 metrelik
alev tankın namlu-ağız ‘John Coffey the Wilson’`;
”Ölümü özlüyorum”
Sonra alevlere atladı Dante,
“Ver. Duyuları paylaş. Denetle.
Upanishad'dan”
“Ve ey çocuk sesleri! ”
Wagner,
“Gurbet elde neylersin” Isold?
Qurbet! ........
*
“Hayırr! ” dedi ama köylü,
düşüncelerinden irkilerek. Bebarerce yürüdüğü adamlar,
“Ne var, ne oldu? ? ” meraklandılar…
O trabzan tutacaklarına kolumu o şekilde dayamayacağım.
Barış’a BU DERECE niyet çeken, yaşamayandır onu.
Bu kadar su arayan, Çöllerde kazılar yapıp
kendi vatanında kara yağmur..sırtına yiyendir.”
Biz ve bizler ve siz,
kalleşlik yapmadık ki böyle hançerler yiyelim…”
‘Sonra, biraz sakinledi…’
“Onun sırtı aslında kendi sırtı da artık değil,
başkaları hançerlendikçe, acıyan kendisi …”
“İnceldiği yerden kopsun, ne diyelim; 32 dişini yaptırsın Lily’nin”
Ne dediğini pek anlamadılar bu çer çöp köylünün.
Döndüler, baktılar, altları gene çatlak, çöl.
Kamerasını attı kamera adamı:
“BU ŞEKİLde OLMAyacak. Yürüyün!
Gerekli düzenlemeleri dayatmaya gidiyoruz.
“Datta. Dayadhvam. Damyata… Ver. Duyuları paylaş. Denetle”*
“İşte fayda kalıplarını gördük köprülerin, hançerlerin! ”
diye atılıp sıçradı bir adım, adam……
“Gene, gelince kayığımı boyarım;
gene kuşlarlı o göle kendimi salacağım…
Hatta belki resme bile yeniden başlarım.”
:Aslında bunu o an düşünmüyordu köylü;
bunları önceden düşünüp de oraya onları çığırmış olmasa,
gölleri de yeniden canlandıracak umudu kalmamış olacakıdı.
Televizyoncularla birlikte şehre indi.
Balonlar satın aldılar, sonra onları
kiralanan uçaklardan, göklerden doğru saldılar …
Hepsinin de üzerinde aynı şey yazılıydı:
“Çevresel kirlenmeye hayır, son”;
Ama kimisinde el yazısı, bazısında ise victorian veya vb.’ler…
Belli bir seviyeye inince
hepsi balonların patlamaya başladı.
Kiminden, fil saçması bi çeşit asit yağmuru;
el yazısıyla bezenmişlerdense su salındı.
Aşağıdaki insanların üstüne ve sokaklara döküldü.
Bu yağmurlarla bezenenler,
durdu, sentezlere varacaklardı –toplam, düşündü.
Milyon balonların içinden birinin,
oldukça buruşmuş
bir kağıt parçası buldu insanlardan birisi eğilip.
Yazıyordu ki;
“küçültebilmeye başladıkları gibi
becerdikleri kendilerini Montreal’de,
sonra Londra’da
ve en son da, sıfırlayacaklarında Kopenhag’da ozonu;
azaltabilmeye başlar olsalardı sera gazını..”:
E, “..Kim suçlayabilir muhtıraları,
sessiz kalanlar hazırlarlamakta umarsızlarsa sonlarını.”
“Gene de olunanlar tedavi bir gece vakti oldu;
böyle, hazin olmayan, düşünceli, cesaret alan,
ani, ve acısız –dolanan güruhlara…”
Kayıt Tarihi : 3.8.2007 04:20:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
-- *Eliot’tan bir alıntı değil ama onun sözüydü böyle bir bölüm. Aklımda kalan… **Barış’ın farklı dilde üç kere tekrarı *** burada, çocukçalığım” dedim çünkü Almancada çocukluk demekmiş “kind” ama gene de “tür” anlamını da verdim. Anlamı daha güçlendirmek için “tür” demeyi seçtim. Yoksa normalde “orijin” kelimesini de kullanabilirdim. Çift tırnak işaretliler ki, orta 3. kıtada geçiyorlar, t.s. Eliot-the wasteland’den. Dördüncü kıtadaki tek asteriksli dize de eliot’tan. Ormanların, suyun ve elektriğin, kirlenmenin ve küresel ısınmanın birbiriyle alakası, ilişkileri var. Biriyle oynansa, diğerlerinde tökezlemeler falan normal. Ortam ısındıkça açılan klimalar, düşen yıldırımlar, ormanlarda çıkan yangınlar… su yokluğunda hücum edilen pet şişe suları ve bidonlar… Hava ısındıkça bir yandan ve su ikmal edilemeyince, kuyulara baş vurulması ama göller de kuruduğu, çekildiği için derin kuyuların da işe yarayamayacak olması gerçeği –ki çünkü kuyuları besleyen de bu göllermiş vs. Tüm bunların ortasında,bir de ne akla hizmetse nükleer santral yapacaklarmış. CCCP kızılordusu Çernobil’e sahip çıkabildi mi, kolay mı bu işler. Birden bir patlarsa Allah muhafaza, töbe, tam olur o zaman işte. İnsanları da katledip öldürürler, hem de kendi insanlarının katili olmuş olurlar… Olmaz. Almanya rüzgar enerjisine falan geçerken biz yerimizde sayıyoruz. Sonra da diyeceğiz ki, aman niye yetişemiyormuşuz dünyaya. Bu işler paradan daha çok zekayla, öngörüyle ve vicdanla orantılı. (Gererçi Atatürk’ün asla takdir edilmek gibi bir derdi yoktu ama) Başkalarının Atatürk’ü takdir ettiklerini fazla söylemeleri gerekmez, savaşın ardından nasıl sayıldığını hepimiz biliriz Ata’nın. Bu, aynı şuna benzer. Küresel ısınmaya karşı gider kYoto’ya falan Türkiye olarak imza atarsınız, arabaların işleme saatlerini sabah ve akşam olmak üzere mesela günde iki/dört saate indirir başlarsınız, otobüslere falan ağırlık verirsiniz ama bişeyler yaparsınız. Bakın o zaman nasıl herkes sizi takdir ediyor. Sessiz ya da dillendirilerek, ama takdir böyle edilir insan –eğer amaçları sayılmak, şöhrete ulaşmak ise. Para yokmuş da önce ekonimiyi düzeltmeliymiş, terörü kurutmak için insanlara para vermeli iş bulmalıymış. Bırakmalı bu martavalları. İnsanın içindedir bunlar. Paraya gerek yok. Uğraşın yeter ki. Sonra sizi görerek herkes de şahlanır. Liderleri sever TC Bunların yanı sıra bir şey de ekleyeceğim. Ne kadar inatçı milletiz. Bazı konularda kendimizi düşünmeyiz; bazı, olmaması gereken şeylerde de hala en inatçıyız. Neden su tasarrufuna burun kıvırıp bilmeme, cahilmiş gibi yapma pozisyonlarına geliyorlar ki… Bilinçli mi bu … Al işte, su krizi geldi kapıya dayandı, artık istersen tasarruf etme, istersen su işleriyle bidonlarla tıngırdanma. Ne yani. İlle zorla dayatılacak bi şey. Kendi isteğinizle, olgun yetişkinler gibi yapsanız daha iyi değil mi ya -
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!