Nurten Aktaş: Hayatı, Biyografisi, Eserl ...

140

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

NURTEN AKTAŞ HAYATI

1977 Tatvan doğumluyum. Küçüklüğüm babamın öğretmen olması dolaysıyla,
doğunun kan davalı, baskı ve töreden öte yol olmayan; kardan altı ay yolu kapanan
köylerinde geçti. O yoksulluk ve yoksunluklara koşut geçirdiğim hastalık (serabral
palsi) ve yanlış tedavi süreci sonucu, transferimde tekerlekli sandalye kullanıyorum.
Engel, bir toplumun talep ettiği fonksiyonlar ile, o bireyin yetenekleri arasındaki farktır. Böyle bakıldığında engeli oluşturan olagelmiş sistemin ta kendisidir.

Size bunu daha net aktarabilmek için günlüğümden bir alıntı yapıyorum, çünkü
şiir hayatın içinde gizli, yaşanmışlıkta şiire dahildir:

Farklıyım ve hayatımın her anıda, farklılığımın yüzüme vurulduğunu duyumsuyorum kanımca bu ırkçılık ötesi bir şey ve kelimeler zihnimden daha kağıda akarken hafifliyor hatta yeterince güçlü değilse anlamsızlaşıyor. Yinede bu sözlerin üzerine birkaç ayrıntıdan başka ne eklenebilir ki? Acı, bütün bunları birebir yaşayarak yüreğinin durasıya daraldığını duyumsamak, öldüresiye bunluktur. Hemen her temel ihtiyaçlarımı karşılama çabasında farklılığın daha bir hissedilmesi: işte bu sosyal sınıf farkı IRKÇILIK ÖTESİ BİR EZİKLİK. Hem de evimin içine odama kadar. Oysa ırkçılıktır ki evimin kapısını kapadığım an dışarıda kalır.

Tutsaklık kadar bir insanı hırsla kamçılayan, daha başka ne olabilir? Esaret ruhumu(zu) n kamçısı! Tutsaklık ki her anlamda; yerken, içerken, dışarıda ve de çalışırken, pranga. Kırılsın istiyoru(m) z, bu nalet halkası zincir: Ben(z) imle gömülmesin, vücudum(uz) da çentik izleri; geçiyor birbirinin aynı günler.
Azad ettim ruhumu! . Sonumda olsa...

… ve böyle başlar benim öyküm. Daha doğrusu belki bir çoğumuzun öyküsü. Yine, bir engelliler gününde demişim ki: 'Yaşamak ölümden öte, ölgünlüğün üstüne yürümektir. Bilinçle sürdürüldüğünde bir başkaldırı, yeterince istendiğinde elde edilen kazanımlara açılan kapı…

Ama bir şartla, amaca giden yolda takım ruhu, daha fazla farkındalık yaratmak
adına.Kanımca hayat içselleşmektir ve bu süreçte, ancak esareti yaşayanlar, özgürlük ateşiyle tutuşurlar.

Edebiyata ilgim ameliyatlı uykusuz gecelerimde, annemin söylediği masallı
ninniler, efsaneler, lirik öykü anlatılarıyla başlar: Atmaca, Ala Geyik ve türküsü gibi.
Daha sonra annem şiir ve hikaye kitapları okumaya başlıyor. Hatırlıyorum da
işte o zaman, yani 4-5 yaşlarımda (ki tranvalar hafızayı güçlendiren ve unutmayı
önleyen yegane unsurlardandır) bende bir kitap yazmaya veririm: Bu konuşmayı
sevmeyen çocuğu anlatacak olan bir kitap. Ve işte hayata tutunmam, okuma
istemim, sürekli bir şeyler kurgulamam, ki bu kurgusal dünyada kaybolarak
gerçekliği görmezden gelmem…

Tüm bunlar ve açılımları; gerçeklikte ve edebiyatta, yolumu ve üslubumu
geliştirse de hala arayış içindeyim. Ben diyorum ki; hayat ve şiir
birbirinden ayrı şeyler mi ki, böyle bir ayrım gözeteyim. Şiirlerim yaşayışımdaki duruşumu ve tavrımı yansıtır ki, aksi düşünülemez.

İlk ve orta öğrenimimi tedavime paralel olarak Ankara’da bitirdim. Ardından
1999’da Ankara Üniversitesi’nde memur olarak çalışmaya başladım. Bu gün
% 93 engelime rağmen, hala işim, tedavim, dernek çalışmalarım, dinletilerim
ve tabi yazmaktan oluşan yoğun mücadelemi devam ettirmekteyim.

Şiirlerimde toplumsal bir duruş varsa da, özde aranması gereken birey olabilme
savaşıdır. Bu aslında çizgileri çokta net olmayan bir iç içeliktir: Felsefe, sosyoloji
ve psikoloji gibi. Bunların toplamı ise hayat yani şiirdir. “Temelde umudu olmayan
adam şiir yazmaz. Şiir, bir umudun olduğunun başlıca kanıtıdır. Geleceğe, insanlığa
beraber yaşamaya umudu olmayan adam, zaten şiir yazmakta hayır görmez”, der
Can Yücel. Demek istediğim bir şiirde ne olması gerekiyorsa, ben onları yansıtıyorum
ve onlarla aydınlanıyorum.

Eserleri


İlk şiirim anneme ithaf ettiğim, Beyazdı Gölgesi 1999’ Esin Sanat Dergisi’nde çıktı.
Ardından Güney, Yom, Kıyı,Yürüyorum, Anatolya, lacivert, ortanca, sevgi yolu, tepki, edebiyat otağı ve çeşitli gazetelerde; şiir, deneme ve makalelerim basıldı.