Ablam, kardeşim ve ben ilkokula aynı yıl başladık. Bir köy ilkokulunda ve bir zamanlar köy odası olarak kullanılan bir binada. Ama henüz okula gitmeye hazır değildim. Okuldan, öğretmenden korkuyordum.
Çünkü büyüklerimiz, biz çocuklar yaramazlık yaptığımızda, öğretmenle korkuturlardı. ”Seni öğretmene söylerim, öğretmen döver,” gibi sözler ederlerdi. Acaba öğretmen, dersimi bilemeyince beni döver miydi?
Öğretmenimiz hiç de büyüklerin söyledikleri, bizi korkuttukları gibi değildi. Güler yüzlüydü. Korkulacak bir yanı yoktu. İlk gün benim yanaklarımı bile okşamıştı. Bizim kendisinden korktuğumuzu biliyor olmalı ki; okuldan ve öğretmenden korkulacak bir şey olmadığını, bizi asla dövmeyeceğini, sopanın bizim gibi akıllı çocuklara yakışmayacağını söylüyordu. Okulda dayak olmadığını, olmayacağını anlatırken, “Okulda sopa olmaz,” dedi. “Çünkü sopa.......” der demez, ben arkasını getiriverdim, “ Eşeğe yakışır,” diye. Farkında olmadan ağzımdan çıkıvermişti. Sanki içimden bir ses, isteğim dışında söylemişti bunu. Yoksa cesaret edemezdim.
Öğretmenimin hoşuna gitmişti söylediğim. Beni ayağa kaldırdı, herkesin iyice görebilmesi için sırada bir süre ayakta durmamı söyledi.” Bakın, arkadaşınız ne güzel bir söz söyledi,” dedi. O zaman akıllıca bir söz söylediğimi anladım(!) . Acaba öğreneceklerimiz de bu kadar kolay mıydı? Yine de öğretmenden ve okuldan, okumayı öğrenemeyecek olmaktan çok korkuyordum.
Nitekim korktuğum başıma geldi. Okumayı herkes gibi sökmüştüm ama bir türlü ilerletemiyordum. Her şey okulun ilk günlerindeki; “ Baba bana bal al. Al sana bu bal. Yaşa baba yaşa,” gibi cümlelerden ibaret olsaydı, sorun yoktu. Hele alfabe kitabındaki; “ Kaya bu top. Suna bu ip. Kaya top oyna. Suna ip atla,” gibi cümleler ne kolaydı! Ama gün geçtikçe okuma parçaları zorlaşıyordu. Bu parçaları okumakta zorlanıyordum. Daha doğrusu sessiz okurken sorun yoktu da, sesli okurken hecelere takılıp kalıyordum. Çünkü sıkılgandım, korkaktım. Birilerinin beni dinliyor olması, her an yanlış bir şey yapma korkusu beni ürkütüyor, telâşlandırıyordu. Bazı kelimeleri yanlış okuyunca hemen kahkahayı basan arkadaşlar yok mu! İşte onların bana da güleceklerinden korkuyordum. Yanlış okursam, bana da güleceklerdi, belki benimle alay edeceklerdi.
Okurken heyecanlanıyor, bunalıyor, kızarıyor, boncuk boncuk terliyordum. Yanlış okuduğumu farkettikçe iyice şaşırıyordum. Oysa çok güzel okuyan arkadaşlar vardı sınıfta. Ablam ve kardeşim de bu güzel okuyanların arasındaydı. Kardeşimden utanıyordum. Benden küçük olmasına rağmen çok güzel okuyordu...... Öğretmen Türkçe dersinde ilk okumayı (örnek olması bakımından) okuması çok iyi olan arkadaşlara yaptırıyordu. Ben, işte bu öğrencilerden biri olmak istiyordum.
Köydeki yetişkinler biz üç kardeşe sürekli sorular sorarlardı. ”Bakalım hanginiz daha çalışkan.” veya “Bir okuyun bakalım, hanginiz daha iyi okuyacak,” diyerek bizi sınavlara tâbi tutarlardı. Çarpım tablosunu sorarlar, yumurta hesabı yaptırırlardı. ”Beş yumurta, beşi beş kuruştan kaç kuruş eder? ..........Sekiz hindi yavrusu, dokuz anası, on babası. Hepsi kaç hindi eder? ” gibi.
Bu ayaküstü sınavlardan nefret ediyordum. Çünkü sınavları kaybeden hep ben oluyordum, utanıyordum, eziliyordum........
İlkokul üçüncü sınıfa gidiyordum. Bir gün evimizde ödevlerimizi yaparken komşumuz Nuriye Nine geldi. Çok sevdiğim bir komşumuz. Bahçelerindeki erik ağacından erik koparmamıza izin verir.Üçümüze şöyle bir göz gezdirdikten sonra “ Çocuklar! Bir kitap getirin, sizi okutayım. Bakalım nankınız (hanginiz) daha gözel okuyacak,” dedi..... Eyvahlar olsun! Ben şimdi ne yapacaktım.
Ablam ve kardeşim hemen bir kitap alıp komşumuzun önünde sıraya girdiler. Çok mutlu görünüyorlardı. Çünkü okumalarına güveniyorlardı......Çaresiz, ben de sınav kuyruğuna girdim. Ablamın ve kardeşimin arkasına adeta gizlendim. Son sırada olmak beni biraz rahatlatmıştı. Sıra bana gelinceye kadar okumam sanki hızlanacakmış gibi. Derken sınav başladı.
Kardeşim ve ablam tıkır tıkır okudular. Hatta sınavı birincilikle kazanmak için, kelimeleri âdeta yuttular okurken. Okumaları -kendisi okuma yazma bilmeyen- Nuriye Nine tarafından çok beğenildi. Onlara kocaman birer “aferin” verildi, her ikisinin de başı okşandı.
Sıramı beklerken kalp atışlarımın hızlandığını farkettim. Dizlerimin bağı çözülür gibi oldu. Nefes almakta zorlanıyordum. Daha okumaya başlamadan beni bir titreme, bir korku, bir heyecan aldı. Heyecandan ve okuyamama korkusundan kalbim daha da hızlı çarpmaya başladı. Sanki göğsümde bir kuş vardı da dışarı çıkmak için çırpınıp duruyordu. Terlemiştim. Odanın sıcaklığı sanki yükselmişti. Yüzüm cayır cayır yanıyordu. Üzerimdeki giysiler dar gelmeye başlamıştı..
Başladım okumaya. Ama ne mümkün! Sesim titriyordu, yutkunmak istiyor yutkunamıyordum. Kelimeleri bir çırpıda söyleyemiyordum. Hecelere takılıyor, aynı heceyi tekrarlayıp duruyordum. Okuyamadığımı, takıldığımı farkettikçe iyice şaşırıyordum. Saç diplerimin yandığını, terden ıslandığını hatırlıyorum. Benzini bitmekte olan bir araba gibiydim; bir gidiyor, bir duruyordum. Kelimeler bir çırpıda ağzımdan çıkmıyordu. Daha fazla çırpınmama gerek kalmadı zaten. Nuriye Nine, bir hışımla çekti aldı kitabı elimden. Anneme dönüp; “Cemileeeee! Bu kıza heva yere (boş yere) masarıf etme(yi) n. Bu kız okumaaaaz, tövbeler hakkı için okumaz,” dedi.. Beni de, “ Tembel seniiii! Ablanla gardaşın ne gözel okudular. Hadi bırak ablanı, parmak kadar gardaşından mı utanmıyorsun? ” diye azarladı.
O anda yok olmayı istedim. Hani derler ya ”Yer yarılsa da, içine girsem,” diye, onu istedim. Çok utandım. Sanki küçüldüm küçüldüm, bir nokta kadar kaldım...Bir ara Nuriye Nine'ye baktım. O çok sevdiğim kadın gitmiş, onun yerine çirkin, buruşuk, patlıcan burunlu bir kadın gelmişti. Onun bu kadar çirkin bir kadın olduğunu şimdiye kadar nasıl farketmemiştim! ....Bir daha Nuriye Ninelere oturmaya da gitmeyeceğim.Ablamla kardeşim gitsin.
O günden sonra Nuriye Nine’yi hiç sevemedim. Hatta nefret ettim. Sokakta karşılaştığımda yolumu değiştirdim. Beni yine okutur korkusuyla ondan hep kaçtım. Evimize gelmesini de istemedim. Ya da Nuriye Nine bize geldiğinde bir bahane bulup, kendimi sokağa attım.........
................................................................................................................
Hayatım boyunca, hiçbir çocuğun eğitim veya okuma düzeyini sınamak gibi bir hatayı asla yapmadım. Hiçbir zaman bir Nuriye Nine olmayı düşünmedim.Siz de düşünmeyin.
Çocuklar bir çiçektir...........Onları incitmeyiniz..........' Diyor ki Alex F.Oxborn: 'Yaratıcılık, özenle korunması gereken bir çiçeğe benzer.Sevgi ve ilgi onun gelişip sepilmesine; yergi ve ilgisizlik ise, onun henüz gonca iken kurumasına yol açar.'
Kâmuran EsenKayıt Tarihi : 17.5.2004 11:54:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
minyonluğumu,
güçsüzlüğümü,
babamın fakir, anamın sıkıntılarını
köyde en sonuncu evin çocuğu olduğumu
alfabemin (sonraki yıllarda ders kitaplarımın) olmayışını,
halamın kızının karalığı (önlüğü),
Bayram Öğretmenin verdiği yakalık ile idare ettiğimi
çantasızlığım,
yamalı ponturum
ceplerimde kırıntı olmayışı
aynı yıl okula giden teyze ve dayı oğullarımın hepsine göre üvey oluşumu
dalga geçilmek üzere sorulan soruları
ileri atılara
herkesten önce bilerek
evelemeden gevelemeden
çatır çatır
bilerek okuyarak
diğerlerinden öne geçme gayretinde oldum
başka çıkar yolum yoktu
kıyamadım san
güzel kardeşim
hayat boyu çelimsiz kalacaktım belli
diplomalarla onlara fark atsam da
onlar hep nimet içre-üzre oldular
günah keçisi oldum
şamar oğlanı doğmuşum
başarımın sefasını da sürmedim
bilmem günah çıkarabildim mi
Allaha eanet ol
not: emmiler bize beşi beş kuruştan beşinin kaçkuruş ettiğini sorarlardı
sayfamda olmalı
sayfadaş olduk sanırım
bu güzel tespit ve öğütler için teşekkürler
tam on puan
Herkes senin kadar dirençli ve kararlı olmayabilir....
Bu güzel yazı için teşekkür ve içten sevgilerimle...
Yüreğiniz dert görmesin...
Sevgi ve saygılar...
TÜM YORUMLAR (4)